22 Temmuz 2010 Perşembe

Resûllulahın emrİ, hazret-İ Alînİn çağırması İle ölünün mezârdan çıkması

Yirminci Menâkıb:

(Resûl-i ekremin “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” mu’cizesine işâret): Birgün, Sultân-ı Enbiyâ ve Resûl-i müctebânın huzûrlarına üç kimse geldi. Biri hazret-i İbrâhîm aleyhisselâmın kavminden, biri hazret-i Mûsâ aleyhisselâmın kavminden, biri hazret-i Îsâ aleyhisselâmın kavminden idi. “Salevâtullahi aleyhim ve alâ nebiyyinâ.” Hazret-i İbrâhîm kavminden olan kimse ileri gelip, dedi ki: Yâ Muhammed! Bütün Peygamberlerin büyüğü ve efdali benim diyorsun. Nereden bilelim ki, Allahü Sübhânehü ve teâlâ hazretlerinin makbûlüsün. Hazret-i İbrâhîme Allahü teâlâ halîlim demişdir. Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” buyurdu ki; "Allahü Sübhânehü ve teâlâ hazretleri, hazret-i İbrâhîme halîlim dedi ise, bana habîbim demişdir. Kişinin dostumu yakındır, yoksa mahbûbu mu [sevgilisi mi]." O kimse hayrân olup, cevâba kâdir olamadı. Hemen Resûl-i ekremin mubârek cemâline nazar edip, kalbden (Eşhedü en lâ ilâhe illallah vahdehü lâ şerîkeleh. Ve eşhedü enne Muhammeden abdühü ve resûlüh.) dedi. Ondan sonra hazret-i Mûsâ kavminden olan kimse ileri gelip, dedi ki, yâ Muhammed! Bütün Peygamberlerden benim mertebem yüksekdir. Hepsinin serveri ve sultânı benim, diyorsun. Nereden inanalım ki, Allahü teâlâ hazretlerinin yanında senin merteben, diğer Enbiyâdan yüksekdir. İşitdik ki, Allahü teâlâ , hazret-i Mûsâya kelîmim demişdir. Her zemân Tûr-i sînâya çıkarıp, kelâm söyler idi. Hazret-i Fahr-i âlem ve seyyid-i veled-i Âdem “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” buyurdular ki, "Allahü Sübhânehü ve teâlâ, hazret-i Mûsâya kelîmim dedi ise, bana habîbim, demişdir. Eğer hazret-i Mûsâyı Tûr-i sînâya çıkardı ise, bana, hazret-i Cebrâîl aleyhisselâmla, Cennet elbiseleri ile burakı donatıp, gökleri, yerleri, arşı ile kürsîyi ve Cennet ve Cehennemi ve kevn-ü mekânı az zemân içinde seyr etdirdi. Kabe kavseyn ev ednâ rütbesine varınca, Allahü teâlâ bana o şeklde ihsânlar ve nihâyetsiz lutfler eylemişdir ki, hicâbı aramızdan kalkmışdır.
Elhamdülillah ki, Allahü Sübhânehü ve teâlâ biz za’îf kullarını o sultânın ümmetinden eyledi. Allahü teâlâ hazretleri bana va’d eyledi ki, benim ümmetimden her kim benim rûh-i pâkime günde yüz kerre Salevât-i şerîfe getirmeyi âdet hâline getirip, terk eylemese, bin kerre rahmet eyler. Ve Cennet içinde bin derece verir. Bin günâhı mahv olur. Bin altın sadaka vermişcesine sevâb verir." Hazret-i Ebû Hüreyre “radıyallahü teâlâ anh” ve hazret-i Enes bin Mâlik “radıyallahü teâlâ anh” rivâyet etmişlerdir ki, o kimse de birşey söyliyemeyip, cevâba kâdir olmayıp, Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretlerinin mubârek ayaklarına yüz sürüp, bin zevk ile parmak kaldırıp, (Eşhedü en lâ ilâhe illallah ve eşhedü enne Muhammeden abdühü ve resûlüh) dedi. Ondan sonra, hazret-i Îsâ aleyhisselâm kavminden olan, ileri gelip, dedi ki, yâ Muhammed! Allahü teâlâ hazretlerine bütün Peygamberlerden yakînim ve sevgiliyim. Seyyidil evvelin ve âhırîn benim, dersin. Hazret-i Îsâ aleyhisselâmın rûhullah olduğunu işitmedin mi. Allahü teâlânın emri ile ölüleri diriltirdi. Fahr-ül kevneyn ve Resûl-i sekaleyn “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” buyurdu ki, (Varın, Alîyi çağırın.) Eshâbdan birisi gidip, hazret-i Alîyi çağırdı. Hazret-i Alî geldikden sonra, Resûl-i ekrem hazretleri, o kimseye buyurdu ki, (Bir eski mezâr ki, ondan eski mezâr olmasın. Var Alîye göster.) O kimse dedi, falan yerde bir mezâr vardır. Bin yıllık mezârdır. Hazret-i Habîb-i ekrem “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” buyurdu ki, (Yâ Alî! Var o mezârın üzerine üç kerre çağır. Bekle ki, Allahü tebâreke ve teâlâ hazretlerinin emri ile ne zuhûr edecekdir.) Hazret-i Alî “radıyallahü teâlâ anh” o mezârın üzerine varıp, bir kerre (yâ Ya’kûb!) diye çağırdı. Allahü tebâreke ve teâlânın emr-i şerîfi ile mezâr orta yerinden yarıldı. Bir def’a (yâ Ya’kûb) diye çağırdı. Mezâr açıldı. Bir def’a dahâ (yâ Ya’kûb) diye çağırdı. O sırada mezâr içinden bir nûrânî pîr kalkdı. Saçları uzamış. Başından toprağı saça saça ayak üzerine durup, yüksek sesle söyledi ki, (Eşhedü en lâ ilâhe illallah vahdehü lâ şerîke leh. Ve eşhedü enne Muhammeden abdühü ve Resûlüh.) Ondan sonra hazret-i Alî ile hazret-i Habîb-i ekremin “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” huzûruna gitdiler. Bu açık mu’cizeyi görmekle çok kâfirler îmâna geldiler. Hazret-i Îsâ “alâ nebiyyinâ ve aleyhisselâm” kavminden olan kimse müslimân oldu.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder