27 Temmuz 2010 Salı

Hadis Terimleri Sözlüğü - E

E
Ebâha Lî
Ebu Dâvud
Ecâze Lî
Ecâzenî
Eceztu Ehle Zemânî
Eceztu Külle Ahadin
Eceztu Leke Cemî'a Merviyyâtî
Eceztu Leke (Lekum) Cemî'a Mesmû'âtî
Eceztu Leke (Li Fulân) Mâ Sahha Ve Ma Yesihhu Min Mesmû'âtî
Eceztu Leke (Li-Fulân) Me'şte-Melet Aleyhi Fihristî Hâzihî
Eceztu Leke Kitâbe'l-Fulânî
Eceztu Li-Kulli Vahidin (Ahadin)
Eceztu Li-Men Edreke Zemânî
Eceztu Li-Men Kale La İlahe İllallah
Eceztu Li-Men Yeşâ'u Fulân
Eceztu Li-Men Yeşâ'u'l-İcâze
Eceztu Li-Men Yûledu Lı-Fulân
Eceztu Li'l-Mevcûdîn
Eceztu Li'l-Muslimîn
Eceztu Talebete'l-İlmi Bi-Beledî Keza
Eceztuke (Cemî'a) Mâ Ucîze Lî Rîvâyetuh
Eceztuke En Tervıye Annî Mâ Sahha İndeke Mimmâ Semi'tuhû Ve Mâ Se'esma'uhû
Eceztuke İn Ahbabte
Eceztuke İn Eredte
Eceztuke İn Şi'te
Eceztuke Kitâbe's-Sunen
Eceztuke Mucâzâtî
Eceztuke Ve Li-Evlâdike Ve Li-Akîbike
Ecvedu'l-Esânîd
Eczâ'u'l-Hadîs
Eczâ-Yı Hadîsiye
Edâ
Edâ Lafızları
Eda Sığaları
Ed'afu'l-Esânîd
Edeb
Ef'âlu'r-Resûl
Efrâd
Efrâdu'l-Buldân
Ehlu'l-Bid'a
Ehlu'l-Eser
Ehlu'l-Hadîs
Ehlu'l-Hevâ
Ehlu's-Suffe
E'imme Hamse
E'imme Sitte
Ekâbir Ve Esâğir
Ekseru's-Sahâbe Fetven
Ekseru's-Sahâbe Hadisen
Ekzebu'n-Nâs
Elfâz-ı Câzime
Elfâzu'ı-Cerh
Elfâz-ı Cerh Ve Ta'dîl
Elfâzu'l-Edâ
Elfâzu't-Ta'dil
Elfiyye
Elkâb
Elkâbu'l-Muhaddısîn
Emâlî
Emânet
Emera
Emîru'l-Mu’ınınîn
Emsâlu'l-Hadîs
Enâ
Enbe'enâ
Enbe'enâ Fulân Bi-Kırâ'atî Aleyhi
Enbe'enâ Fulân Kırâ'aten Aleyhi Ve Ene Esme'u
Enbe'enâ İcâzeten
Enbe'enâ Muzâkereten
Enbe'enî
Enkeru Mâ Ravâhu Fulân Keza
Enne
Enne Fulânen Ahberahû
Enne Fulânen Haddesehu
Enne Fulânen Kale
Ensâb
Enşedenâ
Enşedenâ Fulân Bi-Kırâ'atî Aleyhi
Enşedenâ Fulân Kırâ'aten Aleyhi
El-Erba'a
Erba'ûn
Ercahu'l-Esânîd
Ercû En Lâ Be'se Bihî
Erselehû Fulân
Esahh
Esahhu Mâ Câ'e Fi'l-Bâb
Esahhu Şey'in Fi'l-Bâb
Esahhu’l-Ahâdîs
Esahhu'l-Esânîd
Esahhu'l-Kutub
Esânid
Esbâbu Vurûdil-Hadîs
Esbâbu'l-Cerh
Esbâbu'l-Hadîs
Esbâbu'l-Vaz’
Esbât
Esbetu'l-Esânîd
Esbetu'n-Nâs
Eser
Eserî
Esma Ve Kunâ
Esmâ'u'l-Muhaddisîn
Esma-Yı Müfrede
Esnâ'u's-Sened
Eşeddu'n-Nâsi Kizben
El-Etbâ
Etbâ'u't-Tâbi'în
Etkan
Etrâf
Ev Karîben Minhu
Ev Kemâ Kale
Ev Mâ Eşbehe Hazâ Mine'l-Elfâz
Ev Nahvehû
Ev Şibhehû
Evâ'il
Evha'l-Esânîd
Evhâm
Evlâdu's-Sahâbe
Evsaku'n-Nâs
Evtânu'r-Ruvât Ve Buldânihim
Evvel
Evvelu's-Sened



E

Ebâha Lî:

Kelime manasıyla “bana müsaade etti” demektir. Bazı hadisciler tarafından munâvele yoluyla alınmış bir hadisin başkasına rivayetinde eda lafzı olarak kullanılan tabirlerdendir. Diğer bazı lafızlar kadar kullanılmış değildir.

Ebu Dâvud:

Bk. Süneni Ebî Dâvud.

Ecâze Lî:



“Bana icazet verdi” anlamıyla bazı hadisciler tarafından icazet yoluyla alınmış hadisleri rivayet ederken kullanılmış eda lafızlarındandır.
Aynı yerde ve manada ecâzenî lafzı da kullanılmıştır.

Ecâzenî:

Bk. Ecâze li.

Eceztu Ehle Zemânî:

Bk. İcâze Âmme.

Eceztu Külle Ahadin:

Bk. İcâze Âmme.

Eceztu Leke Cemî'a Merviyyâtî:

Bk. Eceztu leke (Lekum) cemîa mesmû'ati.

Eceztu Leke (Lekum) Cemî'a Mesmû'âtî:

“leke” yerine cemi muhatab zamiriyle “lekum” ile kullanıldığı gibi mesmû'âtî yerine merviyyâtî lafzıyla da kullanılır. Her ikisi bir arada mütalaa edildiğinde manası “sana (veya size) bütün işittiğim (veya rivayet ettiğim) hadisler (in rivayeti) için icazet verdim” demek olur. İcazetin ikinci çeşidi olan muayyen şahsın muayyen şahsa gayri muayyen merviyyâtının rivayeti için izin vermesinde kullanılan bir nevi eda lafzıdır.
Özel tabiriyle icâzetu'l-mu'ayyen li-mu'ayyen fî gayri mu'ayyen denilen icazette şeyh esas itibariyle belli kimse veya kimselere rivayet ettiği hadîslerin nakledilmesi için herhangi bir sınırlama yapmaksızın izin verir. İznini verirken bu tabiri kullanır. Ancak işaret etmek gerekir ki böyle bir icazette şeyh talib veya taliblere hangi kitabı veya hadislerinden ne kadarını rivayet hususunda izin verdiğini bildirmemiştir. Bu itibarla böyle bir icazetin sıhhatinde ihtilaf olmuştur.

Eceztu Leke (Li Fulân) Mâ Sahha Ve Ma Yesihhu Min Mesmû'âtî:

“Sana göre sahih olan ve sahih olacak bütün işittiğim hadisleri rivayet etmene izin verdim” manasına bir tabirdir. İcazet çeşitlerinden biri olan şeyhin henüz elde etmediği fakat ilerde edeceği hadislerin rivayet iznini önceden vermesinde eda lafzı olarak kullanılır.
Hususi tabiriyle icâze mâ lem yetehammelhu'l-mucîz bi-vechin denilen ve icazetin altıncı şekli olan bu nevi icazette şeyh, o ana kadar rivayet etmediği, ancak ilerde elde etmeyi umduğu hadislerin rivayetine muhatabının sahih kabul edeceği kaydiyle izin verir. İznini verirken de bu tabiri kullanır. Bu çeşit icazetin caiz olup olmadığı konusunda icazet çeşitlerinden bahsederken yeterli bilgi verilecektir.

Eceztu Leke (Li-Fulân) Me'şte-Melet Aleyhi Fihristî Hâzihî:

Bk. İcâzetu'l-mu'ayyen li mu'ayyen fî mu'ayyen.

Eceztu Leke Kitâbe'l-Fulânî:

Bk. İcâzetu'l-Mu'ayyen li-mu'ayyen fî mu'ayyen.

Eceztu Li-Kulli Vahidin (Ahadin):

Bk. İcâze Âmme.

Eceztu Li-Men Edreke Zemânî:

“Zamanıma yetişenlere icazet verdim” demektir. Hadis rivayet mototlanndan icazet yoluyla rivayette kullanılan eda tabirlerindendir. Eceztu ehle zemânî ile aynı manayadır.
İcâze âmme maddesinde ayrıca görüleceği gibi şeyh durumundaki muhaddis bazen ne icazete konu olan kitap veya hadisleri ne de icazet verdiği kimse ya da kimseleri açıklamadan umumî bir ifadeyle hadislerinin rivayetine izin verir. Bu izni verirken bu ve benzeri lafızlar kullanır. Böyle yaşadığım devre yetişen herkese izin verdim diyerek verilen icazetin cevazında ihtilaf vardır.

Eceztu Li-Men Kale La İlahe İllallah:

Bk. İcâze âmme.

Eceztu Li-Men Yeşâ'u Fulân:

Bk. İcâze müallaka.

Eceztu Li-Men Yeşâ'u'l-İcâze:

Bk. İcâze âmme.

Eceztu Li-Men Yûledu Lı-Fulân:

“Fülanın doğacak çocuğuna icazet verdim” demektir. Henüz hayatta olmayan (ma'dum) için verilen icazette kullanılan eda lafzıdır. (Bk. İcâze li'1-ma'dûm).

Eceztu Li'l-Mevcûdîn:

Bk. İcâze âmme.

Eceztu Li'l-Muslimîn:

Bk. İcâze Âmme.

Eceztu Talebete'l-İlmi Bi-Beledî Keza:

Bk. İcâze Âmme.

Eceztuke (Cemî'a) Mâ Ucîze Lî Rîvâyetuh:

Bk. Eceztuke Mucâzâtî.

Eceztuke En Tervıye Annî Mâ Sahha İndeke Mimmâ Semi'tuhû Ve Mâ Se'esma'uhû:

Bk. İcâze mâ lem Yesma' hu'1-Mucîz..

Eceztuke İn Ahbabte:

İstersen sana icazet veriyorum” demektir. Şeyhin rivayet isteğini talibe bırakmak şartiyle verdiği câzette edâ lafzı olarak kullanılır, aynı manada ve yerde eceztuke in eredte; eceztuke in şi'te lafızlarını kullananlar da olmuştur.

Eceztuke İn Eredte:

Bk. Eceztuke in Ahbebte.

Eceztuke İn Şi'te:

Bk. Eceztuke in Ahbabte.

Eceztuke Kitâbe's-Sunen:

Birçok sünen kitabını rivayet etmiş bulunan bir şeyhin talibe “sana sünen kitabını rivayete icazet verdim” demesi, mu'ayyen şahsın mu'ayyen şahsa meçhul bir hadis kitabını rivayet etmesi için izin vermesini ifade eder. İcazetin dördüncü şeklinde kullanılan eda lafızlarındandır. Fazla bilgi için icâze li'l-mechûl maddesine bakılabilir.

Eceztuke Mucâzâtî:

“İcazet yoluyla aldığım hadisleri rivayet etmen için sana icazet verdim” manasına gelen bir tabirdir. Şeyhin icazet yoluyla rivayet etmiş olduğu hadisleri rivayet etmesi için talibe izin vermesini ifade eden eda lafızlarındandır.
Aynı manada eceztuke (cemî'a) mâ ucîze lî rivâyetuh (rivayeti için bana icazet verilmiş olan bütün hadisleri rivayet etmene icazet verdim) lafzı da kullanılır.

Eceztuke Ve Li-Evlâdike Ve Li-Akîbike:

Bk. İcaze li’l-Ma'dûm.

Ecvedu'l-Esânîd:

Bk. Esahhu'l-Esânîd.

Eczâ'u'l-Hadîs:

Bk. Cüz.

Eczâ-Yı Hadîsiye:

Bk. Cüz.

Edâ:

“Eda etmek, yapmak, kılmak, yerine getirmek” manalarına gelir. Hadis usulünde genellikle rivayet karşılığı kullanılır. Şeyhin, hadis alma yollarından birisiyle elde ettiği hadisleri talebelerine rivayet etmesine denir. Buna göre bir hadisci kendi şeyhlerinden herhangi bir rivayet metoduyla elde ettiği hadisleri yine bu metotlardan birisiyle talebelerine rivayet ettiği zaman bunları eda etmiş demektir. 182

Edâ Lafızları:

Hadis rivayet metotlarından birisiyle rivayeti belirtmek üzere isnatta kullanılan lafızlardır. Söz gelimi semâ’ yoluyla rivayette kullanılan haddesenâ, ahberanâ, arz metoduyla rivayeti ifade eden haddesenâ fulânun kırâ'aten aleyhi birer eda lafzıdırlar.
Hadis tahammül usullerinden herbiri için özellikle kullanılan bir eda lafzı olmamakla birlikte en çok kullanılanları belirlenmiş ve birinin diğeri yerine kullanılıp kullanılmayacağı üzerinde uzun münakaşalar olmuştur. Bununla birlikte eda lafızları esas itibariyle hadisin hangi yolla alınmış olduğuna işaretten hali değillerdir. Bu bakımdan Hadis Usulü âlimleri her rivayet metodu ile alman hadislerin edası sırasında kullanılan lafızları birbirinden ayırmışlar ve hangilerinin nerelerde daha çok kullanıldığını belirlemişlerdir.
Bazı hadis âlimleri eda lafızları tabirini eda sığaları deyişiyle ifade etmişlerdir.

Eda Sığaları:

Bk. Eda Lafızları.

Ed'afu'l-Esânîd:

Bk.Evha'l-Esânîd.

Edeb:

Sözlükte edeb, terbiye manalarına gelen bu tabir, cami denilen ve sekiz ana konudaki hadisleri ihtiva eden kitaplarda yeme-içme, konuşma, yürüme ve benzeri ahlaki konulardaki hadisleri bir araya getiren bölüm başlığının adıdır.
Edeb kelimesinin çoğulu âdâbtır. Bazı hadis kitaplarında söz konusu bölüm âdâb başlığı altında yer alır. (Bk. Âdâb).

Ef'âlu'r-Resûl:

“Efâl” fiilin çoğulu olduğuna göre tamlama Hz. Peygamber (s.a)'in gerek insan, gerekse peygamber olarak işlediği işler manasına gelir.
Hadisler, bir anlamda Sünnetin sözlü ifadeleridir. Bunun yanısıra Sünneti oluşturan üç kısımdan birisi, fi'ilî sünnettir. Öyle olunca Hz. Peygamberin hadislerde yansıyan fiillerinin başta tslâm Hukuku olmak üzere islâmî ilimlerde büyük önemi vardır.
Bununla birlikte onun bütün fiilleri, taşıdığı hükmü belirleyebilmek açısından bazı kısımlara ayrılmıştır. Bunların bir kısmı dinîdir ve İslâm şeri'atinin temelini oluşturur. Bir kısmı ise dinî değildir. Müslümanlar için insanî veya ahlakî değer taşımalarına ve örnek teşkil etmelerine rağmen İslâm şeriatı dahilinde mütalaa edilmemiştir. Bu yüzden konu ihtilaflıdır. Nitekim kimi İslâm alimleri onun her fiilini aynı değerde görürken kimileri dinî mahiyette olanların olmayanlardan ayırdedilmesi gerektiği görüşündedirler. Özetle, Hz. Peygamber (s.a)'in sözlerinin olduğu gibi, fiillerinin müslümanlar için delil ve uyulması gerekli oluşu, Allah Elçisi olmak sıfatıyla birlikte ondan sadır olmak; şeriat hükmü koymak ve uyulması kasdedilmek şartlarına bağlıdır. Bu şartlan taşıyan ibâdet, tâ'at ve benzeri konularla ilgili fiilleri şer'î bir hüküm koyması yanında müslümani bağlayıcı nitelik taşır.
Diğer taraftan, Hz. Peygamber (s.a.s)'in oturma, kalkma, yürüme, yeme, içme gibi fiilleri insanlık gereği olduklarından şeriat değildirler; çünkü bunların kaynağı onun peygamberlik yönü değil, insanlığıdır. Aynı şekilde insanlık tecrübesi sonucu işlediği ticaret, ziraat, askerî birlik teşkili, savaş idaresi, bir hastalığa ilaç tavsiyesi gibi fiilleri de şer'î değillerdir. Bunlar, müslümanlar için örnek oluştursalar bile, dinî hükümlerle ilgileri yoktur.
Hz. Peygamber'in fiilleri içinde kendisine has uygulamalar da vardır. Bunlar da örnek niteliği taşımadıkları sürece şeriat sayılmazlar. Dörtten fazla evlenmesi; her zaman ilgili nassa uygun olarak iki şahidin şahitliğiyle hüküm verdiği halde bir işte yalnız Huzeyme'nin şahitliğiyle yetinmesi gibi olaylar bunun örnekleridir.
Sonuç olarak Hz. Peygamber (s.a.s)'in fiilleri yukarıda nakledilen şartlarla Sünnet içinde mütalaa edilirler. Bu demektir ki, onun peygamber olarak yaptığı işlerden teşri ve müslümanların uyması maksadıyla işlenenler dinî mahiyette addedilirler ve müslümanlar için delil oluştururlar. Müslümanların böyle fiillere uymaları gerekir. Ahlakî mahiyette olanları dinî olmasalar bile güzel ahlak örnekleri verdiklerinden uyulmalarında fazilet vardır. İnsanlık icabı işledikleri ise örnek vasfı yoksa uyulması mecburî değildir.

Efrâd:

“Tek, bir tek” manasına gelen “ferd” in çoğuludur. Sıfatın, nitelediği ismin yerine geçmesi kabilinden el-ehâdîsu'l-efrâd (ferd hadisler) sıfat tamlaması yerine kullanılan bir deyimdir. Gerek mutlak veya nisbi olarak ravisinin rivayette tek kalması, gerekse sadece bir şehirden olanların rivayet etmeleri sebebiyle ferd sayılan hadisleri ifade etmekte kullanılır.
Ferd hadislere dair müstakil kitaplar telif edilmiştir, kısaca efrâd kitapları denilebilecek bu eserlerin en meşhurları ed-Dârekutni’nin Kitâbu'l-Efrâdı ile İbn Şahin künyesiyle tanınmış Ebu Hafs Ömer b. Ahmed'in aynı isimdeki eseridir.

Efrâdu'l-Buldân:

Beldelerin ferd hadisleri anlamını veren bir tamlama olup yalnızca bir beldede yaşayan ravi veya ravilerin rivayet ettikleri ferd hadislere denilmiştir.
Misal vermek gerekirse, öyle hadisler vardır ki, sadece basralı veya yalnızca samlı ravi veya ravilerce rivayet edildiğinden ferd sayılmıştır. Başka belde ravilerince rivayet edilmeyen böyle birkaç hadis, efrâdu'l-buldân tabiriyle ifade edilmiştir.

Ehlu'l-Bid'a:

Kısaca bid'ate kapılmış kimseler manasına gelir. Aynı manada mubtedi' veya çoğul olarak mubtedi'a lafızları da kullanılır. Genellikle İslâmiyetin kemale ermesinden sonra ortaya atılıp dine nisbet edilen bid'atlara kapılmış kimselere denir.
Hadis ilminde ehlu'l-bid'a denilince itikadı bid'atlar denilebilecek, sahabe devrinin sonlarına doğru iyiden iyiye görülmeye başlayan Şi'a ve Râfizîlik, Hâricîlik ile daha sonraları vücut bulan Mürci'e, Cehmiye, Müşebbihe, Mücessime, Kaderiye, Cebriye, Mu'tezile gibi siyasî ve itikadı fırkaların taraftarları anlaşılır. Bu fırkaların herbirinin daha Çok Kur'ân-ı Kerim'in müteşabih ayetlerini te'vil etmek, hadisleri zoraki bir biçimde yorumlamak, nihayet hadis uydurmak suretiyle ortaya atıp yaydıkları fikirlere de bid'at denilmiştir. Dolayısıyla aşırı mutaassıp taraftar olmasalar bile bu fikirlere kapılanlar da bid'at ehlinden sayılmışlardır.
Burada işaret etmek yerinde olur ki bid'atlar. umumiyetle sahibini -Allah korusun- küfre götüren ve tekfir edilmesine sebep olan bid'at-i mükeffire ve küfre götürmese de sahibinin fasık sayılmasına sebep olan bid'at-i gayri mükeffire olmak üzere iki kısma ayrılır. Buna bağlı olarak ehlu'l-bid'a da kapıldığı bid'atin şekline, bid'atini savunmada gösterdiği taassup ile yaymak konusundaki gayretlerine, bir de bid'atini müdafaa etmek üzere yalan söyleyip söylemediğine göre değerlendirilir.
Sahibinin ehl-i bid'attan sayılmasına sebep olan yukarıda isimleri sayılan fırkalardan Şi'a, Hz. Ali taraftarlarıdır. Başlangıçta Hz. Ali'nin imameti gibi makul bir fikirle yola çıktıkları halde Râfıza da denilen Râfiziler ile Gulat-ı Şi'a tabir edilen aşırı uçtaki şiîler, işi onun peygamberliğini hatta ulühiyetini iddia edecek kadar sapıklığın son noktasına götürmüşlerdir.
Havâric de denilen Haricîler, Hz. Ali ile Mu'aviye arasında cereyan eden Sıffîn savaşındaki hakem olayını bahane ederek Hz. Ali'ye karşı çıkan ve onun saflarından ayrılanlardır. Sayıları önceleri on iki bin civarında olan bu fırka bir taraftan yönetimde gevşek davranarak hata ettiğini ileri sürerek Hz. Osman'ı; hakemi kabul ettiğinden dolayı Hz. Ali'yi, öte yandan Hz. Ali'nin hakkı olan hilafeti gasbettiği için Hz. Mu'aviyeyi, büyük günah (kebâir) işlediklerini ileri sürerek küfürle itham etmişlerdir.
Murci'e murtekibu'l-kebîre (büyük günah işleyenin durumu) meselesinden çıkmıştır. Bu gruba mürci'e denilmesinin sebebi, büyük günah işleyenler hakkındaki hükmü Allah'a irca etmeleri, ameli imandan ayırarak tehir etmeleridir.
Cehmiye Allah'ın sıfatlarını ta'til eden fırka olarak bilinir. Müşebbihe ile Mücessime Allah'ı -haşa- insana benzetenlerle O'nu insan gibi cisme nisbet edenlerdir. Kaderiye ile Cebriye kader üzerindeki münakaşaların ortaya çıkardığı iki fırkadır. Bunlardan Kaderiye, kaderi inkâr ederek insana sonsuz bir hürriyet ve irade tanır. İyi ve kötü her fiilin insanın kendisinden sadır olduğunu ileri sürer. Cebriye ise aksine insanın rüzgâr önündeki tüy gibi olduğu; hiçbir irade gücü ve hürriyeti olmadığı görüşündedir. Bu iki fırkadan biri kaderi inkâr, diğeri kulun iradesini kaldırarak, her şeyi ilahî takdire bağladığı için her ikisinin mensubu ehl-i bid'at'tan sayılmıştır.
Cehmiyenin ilahî sıfatları ta'til edişi ile Kaderiyenin kaderi inkâr akidesinin tesiriyle vücut bulan Mu'tezile, tamamen eski Yunan felsefesinin etkisi altında gelişmiş bir fırkadır. İşte temel görüşlerini kısaca özetlemeye çalıştığımız bu fırkaların mensupları genelde bid'at ehli sayılmışlardır.
Ehlu'l-bid'a Hadis ilminde daha çok cerh ve ta'dil ilminin konusudur. Şöyle ki, hadis ravileri arasında yukarıda kısaca açıklanan ve bid'at telakki edilen fırkalara mensup olarak görüşlerini paylaşanlar çıkmıştır. Cerh ve ta'dil alimleri, bunların hallerini araştırıp, durumlarına göre hükümler vermişlerdir. Tabiatiyle ehl-i bid'attan sayılan ravilerin rivayet ettikleri hadislerle bu hadisleri rivayet etmenin hükmünü de açıklamışlardır. Bu hükümleri özetleyecek olursak, İslâm alimlerinin tümüne göre sahibini küfre götüren bir itikaddan dolayı ehli bidatten sayılan ravinin rivayeti kabul edilmez. Bir diğer görüşe göre böyle bir ravi, kendi akidesini yaymak ve propagandasını yapmak maksadiyle yalan uydurmanın helâl olduğuna inananlardan değilse rivayetleri makbuldür. Hattâbiye gibi akidesini yaymak ve yayılmasını sağlamak kasdiyle yalan söylemeyi helal görenlerdense kabul edilmez.
Kimi alimlere göre bid'at sahibi ravinin rivayeti diğer ta'n sebeplerinden kurtulmuşsa kabul edilir. İbn Haceri'l-Askalânî'nin “tahkik ehlinin görüşü” olarak nitelediği diğer bir görüşe göre bid'at ile tekfir edilen ravi sırf bid'ati yüzünden reddolunmamalıdır; zira kendilerine karşı olanların bid'at ehlinden olduğunu söylemeyen hiçbir taife yoktur. Hatta bazıları, bütün muhaliflerini tekfir edecek kadar ileri giderler. Buna göre bütün bid'at ehli sayılan ravilerin rivayetleri genelde merdud sayıldığı takdirde iş, gerçekten ehl-i bid'attan olanların da olmayanların da reddine varır. Bu konuda güvenilebilecek görüş şudur: Rivayeti reddedilen bid'atçı ravi namaz, oruç, hac, zekât gibi dinî vazifelerden birini inkâr eden yahut daha kötüsü, inkârla kalmayıp aksine inanan kimse olmadığı takdirde, rivayet hususunda zabt ve itkan, dışardan görünüş itibariyle de vera ve takva sahibi olduktan sonra rivayetini kabule hiçbir mani yoktur.
Kapıldığı bid'ati, hiçbir taife tarafından küfürle itham edilmesini gerektirmeyen, sadece fasık sayılmasını gerektiren ravinin rivayetinin kabulü konusunda ise üç görüş vardır. Bunlardan İmam Malike nisbet edilen ilkine göre fıska nisbet edilen ravi, ister itikadının propagandasını yapan dâ'i olsun, ister olmasın; ister mezhebini desteklemek maksadiyle yalanı helal görsün, ister görmesin rivayeti reddedilir; zira bid'ate kapılan ravi, bid'atinden dolayı fasıktir. Dolayısiyle fışkı te'vil edilmiş de olsa te'vilsiz fasık sayılan ravi gibi kabul edilir ve rivayeti reddolunur. Nasıl ki kafirin küfrü te'vil edileni ile edilmeyeni arasında fark yoktur. Mübtedi'nin rivayetini kabul etmek bir de onun bid'atinin değerim artırmaya ve adını anmak suretiyle adının yayılmasına sebep olur.
İkinci görüşe göre bid'ate kapılan ravinin rivayeti, bid'atine rağbeti artırmak maksadiyle yalan söylemeyi caiz gören bir kimse olmadıkça, dâ'i olsun olmasın, farketmez; kabul edilir. Yukarıda da bir nebze söz konusu edilen bu görüş, İmam Şafii'ye aittir. Onun bu konuda şöyle dediği nakledilir: “Rafizilerin Hattâbiye kolu hariç, heva ehlinin rivayeti kabul edilir.” Hattâbiye ise kendi taraftarlarının lehine yalan şahitliği caiz görürler. Nakledildiğine göre İbn Ebi Leylâ, Sufyânu's-Sevri ve Ebu Yusuf un görüşü de budur.
Üçüncü ve en sahih olan görüşe gelince, şöyledir: Kendisini fâsık yapan bid'ate sahip ravi, dâ'i olmadığı sürece rivayeti makbuldür. Bid'atinin propagandasını yapanlardansa makbul değildir; zira bid'atinin propagandasını yapan kimsenin, akidesinin aleyhine olabilecek rivayetleri gizlemek hevesine düşüp onları tahrif ederek kendi mezhebinin öngördüğü şekle sokmasından korkulur. Bununla birlikte kimi muhaddisler, mezhebinin da'isi olmayan yani propagandasını yapmayan ravinin rivayeti, kendi bid'atini takviye edecek bir şey değilse kabul edilir görüşündedirler. Nitekim Ebu İshâk b. Ya'kubu'l-Cûzecânî şöyle demiştir: “Bid'at ehlinden bazıları hak yoldan yani sünnetten sapmış olmakla birlikte doğru sözlüdürler. Böylelerinin rivayet ettiği hadisi, bid'atini takviye edecek cinsten değilse, kabul etmekten başka çare yoktur.” 183
Zahiriye âlimlerinden İbn Hazm da bid'at sahibi ravinin sadûk, hıfz ve itkan sahibi olması şartiyle rivayetinin kabul edileceği görüşündedir. Ona göre ravinin da'i olup olmaması farketmez. Yeter ki, sadık, hıfzı tam ve itkan sahibi olsun.
Görülüyor ki ehl-i bid'attan olan ravinin rivayeti genelde bid'atinin propagandasını yapan biri olmadığı sürece merdud sayılmamıştır. Ne var ki ravi, rafızî ise da'i olsun olmasın, rivayeti makbul değildir. Zehebî'ye göre tam manasiyle rafızî olan bir kimsenin hadis rivayetinde hiçbir kıymeti yoktur. Özellikle rafızilerden özü sözü doğru, kendisine güvenilir bir kimse bulmak imkânsızdır; zira yalan bunların iliklerine işlemiştir. Takıyye ve nifak ise rafızilerde huy haline gelmiştir. 184
Rafizilerin rivayetleriyle amel konusunda da üç görüş vardır. Bunlardan birincisine göre kayıtsız şartsız amel edilmez. İkincisi, yalancılık ve hadis uydurmakla cerhedilen hariç, râfızi ravinin rivayetiyle amel edilebilir. Üçüncüsüne göre ise sadûk ve rivayet ettiğini bilen rafızinin rivayeti kabul edilir. Dai olanın rivayeti sadûk bile olsa reddolunur. 185
Burada işaret etmek gerekir ki, rafızî raviler hakkında bu derece sert kayıtlar getirilmiş olmasına rağmen Şi'a için aynı derecede sert kaidelerin getirilmemiş olması dikkate şayandır. Bunun sebepleri vardır. Bir kere rafıziler, Şianın aşırı uçta olanlarıdır. İdeolojileri uğruna yalan söylemeyi mubah görürler. Yalancılığı adeta meslek haline getirmişlerdir. İmam Şafi'î “Rafıziler kadar yalan söyleyen, yalancı şahitlik yapan kimse görmedim” demiştir. Yezid b. Harun da şunları söylemiştir: “Dai olmadıkça bid'at ehlinden olan herkesten hadis yazılır. Ancak rafıziler müstesna; çünkü onlar yalan söylerler.”
Öte yandan Rafıziler hadis uydurmakla ve uydurdukları hadislere dinî emirler gözüyle bakmakla tanınmışlardır.186 Sadakat ve itkanın ön planda tutulduğu hadis rivayetinde yalana başvurdukları kadar bilhassa Hz. Ebubekr ve Hz. Ömer'e dil uzatırlar. Abdullah İbnu'l-Mubârek böyle biri hakkında şöyle demiştir: “Ondan rivayette bulunmayınız; zira o selefe söverdi.” 187 Râfızîlerin rivayetlerine itibar edilmeyişinin başlıca sebepleri bunlardır. Hiç biri olmasa bile yalan söylemeleri rivayetlerinin reddedilmesi için yeterli sebeptir.
Şi'âya gelince bu fırka İslâm Tarihinde hadis uydurma faaliyetlerine önayak olmuştur. Kendilerine has bir hadis anlayışı vardır. Meselâ isnadı Ehl-i Beytten birine veya onlarca makbul sahabîye varmayan hadislere hadis gözüyle bakmazlar. Râfızîler kadar olmasa da yine bilhassa Hz. Ebu Bekr ve Hz. Ömer'e dil uzatırlar. Onlar kadar bid'atini müdafaa eden, yaymaya çalışan fırka yoktur. Bununla beraber şiî ravilerin rivayetleri için râfızîlerin rivayetlerini kabul ölçüleri derecesinde sert tedbirlerin getirilmeyişinin önemli bir sebebi ikincilerine gulât denilmesine yol açan aşırı tutumlarıdır. Şu da var ki tabi'in ile tebe'u't-tâbi'in içinde Şia taraftarı olmakla cerhedilen pek çok muhaddis ve ravi vardır. Nitekim es-Suyütî, gerek Sahihi Buhâri, gerek Sahih-i Müslim, gerekse her ikisinin ravileri arasında Şia bidatiyle ta'n edilmiş ravilerin de bulunduğu 82 isim kaydetmiştir. 188Diyaneti sağlam, verasi kuvvetli, sıdkı malum ve sabit olan bu gibi bid'ate kapılmış raviler reddedildiği takdirde pek çok hadisi reddetmek icap eder. Bu önemli sebep dikkate alındığında aralarında Şiaya mensup olmakla itham edilenlerin de bulunduğu bid'at sahibi nice ravide hadis rivayetinde esas olan sadakat ile vera ve itkan esas alınmış ve hadisleri makbul addedilmiştir.

Ehlu'l-Eser:

Bk. Ashâbu'l-Hadîs.

Ehlu'l-Hadîs:

Bk. Ashâbu'l-Hadîs.

Ehlu'l-Hevâ:

Hevâ, sözlükte bir nesneye meftunluk ve aşk manasınadır. Hayırda da serde de kullanılır. Nefsin istek ve arzusuna hevâ denir ki murat, şehvet arzusudur. İnsan nefsinin irade ve arzu ettiği nesneye de heva denir. Aynı kelime bir nesneyi sevmek, ona muhabbet duyguları beslemek manasına da gelir. Çoğulu ehvâdır. 189Buna göre ehlu'l-hevâ, bir şeye meftun olanlar, nefisleri için bir şeyler arzu edenler, bir nesneye karşı içlerinde arzu ve istek duyanlar, ona düşkün olanlar manasına bir tabirdir.
Hadis İlminde ehlu'1-hevâ, ehlu'l-bid'a tabiriyle aynı manada kullanılmış ve özellikle kelamcılar kasdedilmiştir. Bilindiği gibi kelamcılar eski Yunan felsefesinin meselelerini adeta İslâm Dini'ne uygulama gibi bir tutum izlemişlerdir. Allah'ın sıfatlan üzerinde münakaşalar açan, Kur'ân-i Kerim yaratılmış mıdır, değil midir; tartışmalarına zemin hazırlayanlar onlardır. Başta Mu'tezile olmak üzere Mürci'e, Kaderiye, Cebriye gibi itikadi fırkaların Allah'ın sıfatlan, kaza-kader, büyük günahlar, insanın fiilleri gibi imanla ilgili pek çok konuda yaptıklan münakaşalarda kelamcılann büyük payı vardır. Kelamcılar birçok konuda Kur'ân-ı Kerim ve Hz. Peygamber'in sahih hadisleriyle açıklananların ötesinde çetin meselelere dalmışlardır. Sahabîlerin ve Tâbi'u'nun Kur'ân-ı Kerim ışığında şekillenmiş itikatlarına zıt görüşlerin ortaya çıkışında bunların önemli rolleri olmuştur. Denilebilir ki ehl-i bid'atın yaptıklarını bir başka açıdan kelamcılar yapmışlardır.
İbn Abdilberr'e göre bütün İslâm ülkelerindeki kelamcılar ehl-i bid'atdandır, yolunu şaşırmış kimselerdir. Nereye giderlerse gitsinler alim olarak itibar edilmezler. Gerçek manada İslâm âlimleri Hadîs ve Fıkıh alimleridir. İmam Mâlik de bid'at ve heva ehlinden olanların şahitliğinin caiz olmadığı görüşündedir. O'na göre Eş'arî de olsa bütün kelamcılar heva ehlidirler. Bid'atlan sebebiyle sürgün edilir; tedibe maruz bırakılırlar. Eğer bid'atlerinde devam ederlerse tevbeye çağrılırlar, el-Hasenu'l-Basri de “heva ehli ile birlikte aynı mecliste oturmayın, onlarla münakaşaya girmeyin. Onlan dinlemeyin” tavsiyesinde bulunmuştur. 190
Görüldüğü gibi ehlu'1-hevâ, hadis ilminde ehlu'l-bid'a karşılığı olarak kullanılmıştır, ancak kaydetmek gerekir ki,
ehlu'l-bid'a tabiri daha umumîdir.

Ehlu's-Suffe:

Bk. Ashâb-ı Suffe.

E'imme Hamse:

“Beş imam” demek olup el-kutubu's-Sitte sahiplerinden Buhari ve Müslim ile Ebu Dâvud, Tirmizî ve Nese'i olmak üzere beşine denir.

E'imme Sitte:

“Altı imam” anlamına sıfat tamlamasıdır, el-Kutubu's-Sitte sahiplerini ifade eden ayn bir tabirdir.

Ekâbir Ve Esâğir:

Hadis Usulünde rivayetu'l-ekâbir ani'l-esâğir (büyüklerin küçüklerden rivayeti) şeklinde geçer. Normalde küçüklerin büyüklerden rivayeti en çok görülen rivayet şeklidir. Ancak, kendisinden rivayette bulunulan ravi (el-merviyy anh) az da olsa rivayet eden raviden gerek yaş, gerekse fazilet itibariyle üstün olabilir. Bu durumda hataya veya isnadda takdim-tehir olduğu vehmine düşmek ihtimali söz konusudur. Öyle olunca da ekâbir ve esâğir konusu önemli bir konu olmaktadır. 191
İbnu's-Salâha göre ekâbirin esâğirden rivayeti birkaç çeşittir. Bunlardan birincisi ravinin, kendisinden rivayette bulunulan şeyhten yaşça büyük, tabaka itibariyle önde olmasıdır. ez-Zuhrî ile Yahya b. Sa'id el-Ensârî'nin Mâlik b. Enes'ten; müteahhirinden Ebu'l-Kasım Ubeydullah b. Ahmed'in bazı eserlerinde talebesi el-Hatîbu'l-Bağdâdî'den rivayetleri buna misaldir.
İkincisi, ravinin, rivayette bulunduğu şeyhinden hadis bilgisi ve hıfz yönünden daha üstün ancak yaşça küçük olması halidir. Mâlik b. Enes'ln Abdullah b. Dinardan; Ahmed b. Hanbel ve İshak b. Râhûye'nin Ubeydullah b. Musa el-Absi'den rivayetleri de bu konuda misaldir.
Üçüncüsü, ravinin rivayette bulunduğu kimseden hem yaşça büyük, hem Hadis İlminde üstün olmasıdır. Abdulğanî b. Sa'îd'in Muhammed b. Ali es-Sûri'den, Ebu Bekri'l-Berkânî'nin el Hatîbu'l-Bağdâdî'den, el-Hatîb'in Ebu Nasr b. Mâkûlâ'dan rivayetleri bu cümledendir.
Sahabenin tabi'inden rivayetleri de ekabirin esagirden rivayetlerine dahildir. AbâdiJe ve diğer bazı sahabîlerin Ka'bu'l-Ahbâr'dan rivayetleri buna misal teşkil eder. Tabi'ilerin Tebe'u't-Tabi'în nesline mensup birinden rivayetleri de aynı şekilde büyüklerin küçüklerden rivayetlerinin misalini oluşturur. Nitekim kendisi tâbi'î olmayan Amr b. Şu'ayb'dan bir rivayete göre yirmiden fazla, bir rivayete göre yetmiş. Hafız Ebu'l-Fadl el-Trâkî'nin tesbitine göre ise elli küsur tâbi'î hadis rivayet etmiştir. 192

Ekseru's-Sahâbe Fetven:

“Sahabenin çok fetva verenleri” karşılığı bir tabirdir. Sahabîler içinde en fazla fetva veren Ali b. Ebî Tâlib, Abdullah b. Abbâs, Ömer İbnul-Hattâb, Abdullah b. Mes'ud, Zeyd b. Sabit, Abdullah b. Ömer ve Hz. A'işe'yi ifade eden bir deyiş olarak kullanılmıştır. 193

Ekseru's-Sahâbe Hadisen:

Bk. Muksirün.

Ekzebu'n-Nâs:

“İnsanların en yalancısı” manasına gelen bir tabir olup cerh lafızlarmdandır. İbn ebî Hâtim'in dört mertebe olarak tesbit ettiği cerh lafızlarına İbn Haceri'l-Askalânî'nin eklediği en ağır cerhe delâlet eden lafızlar arasında yer alır. Hakkında ekzebu'n-nâs denilen bir ravinin hadisleri yalan sayılır.

Elfâz-ı Câzime:

Bk. Cezm Lafızları.

Elfâzu'ı-Cerh:

Bk. Cerh Lafızları.

Elfâz-ı Cerh Ve Ta'dîl:

Bk. Cerh Ve Ta'dîl Lafızları.

Elfâzu'l-Edâ:

Bk. Edâ Lafızları.

Elfâzu't-Ta'dil:

Bk. Tadil Lafızları.

Elfiyye:

“Binlik” anlamına gelen bir tabirdir. Hadis Usûlü konularını bin beyitle anlatan manzum eserlere denir.
Abdurrahim İbnu'l-Huseyn el-Irâkî'nin Elfiyyesi ile Abdurrahmân b. Ebî Bekr es-Suyûtî'nin Elfiyyetu'l-Hadîsi konunun örnekleridir. İbnu's-Salâh'ın Ulümu'l-Hadîsini nazım yoluyla ifade eden ilki es-Sehâvî tarafından şerhedilmiş; şerhe Fethu'l-Muğîs Şerhu Elfiyyeti'l-Hadîs li’l-Irâkî adı verilmiştir. Bu eser, aslı olan Elfiyye gibi birkaç kere basılmıştır. Suyûtî'nin Elfiyye'sinin de birkaç baskısı vardır.

Elkâb:

Lakab'ın çoğuludur. Lakab, bilinen manâsıyla bir kimsenin asıl isminden ayn olarak takındığı isimdir. aynı kökten telkib, bir kimseye lakab vermek, telakkub ise lakablanmak demektir,
Lakab, teşrif lakabı, ta'rif lakabı ve tahkir lakabı olmak üzere üç şekilde olur. Teşrif lakabı bir kimseye iltifat etmek, onun meziyetlerini dile getirmek için söylenen îakabdır. Sultan Birinci Selim’e dirayeti yüzünden takılan Yavuz lakabı gibi. Ta'rif lakabı, kişiyi tanımada yardımcı olan lakabdır. Şairlerin mahlasları bu kabildendir. Bir kimseyi küçük düşürücü veya ona hakaret kasdıyle söylenen tahkir lakabları İslâm'da caiz değildir. Bir şahsın hoşuna gitmeyecek lakaplarla çağrılması da öyledir. Bu konuda, “.... birbirinizi kötü lakablarla çağırmayın” buyurulmuştur. 194
Bir kimsenin herhangi bir vasfı, hali veya başından geçen ilginç bir olay veyahutta herhangi bir sebeple verilen ve bazen isminden çok meşhur olan lakabıyle anılması geleneği çok eskidir. İslâmiyette ilk lakabın Hz. Ebubekr'in Atik lakabı olduğu söylenir. Ne var ki bu lakabın ona ne sebeple verildiği ihtilaflıdır. Kimi alimler Hz. Ebubekrin atâkati yani yüzünün güzelliği ve nurlu oluşu yüzünden bu lakabla anıldığı görüşündedirler. Kimi de bu lakabı Atîkullâhi mine'n-nâr (Allah'ın Cehennemden uzak tuttuğu kimse) manasıyle açıklamışlardır. 195
Hadis ilminde elkâb, veya öteki adiyle elkâbu'l-muhaddisîn, rical ilmiyle ilgili bir konudur. Mevzu itibariyle meşhur ravilerin lakabları, lakablanyla tanınanların isim ve künyeleriyle ilgilidir. Konunun önemi şuradan gelir: Hadis ravilerinden bahseden kitaplarda bir ravi metot icabı veya hakkında elde edilebilen malumatın müsaade ettiği ölçüde, çok kere ismiyle zikredilir. Arada bir laka-biyle kaydedilenler de olur. Ravilerin lak-ablarının bilinmemesi, bazı mahzurların doğmasına yol açabilir. Söz gelişi, bir yerde İsmiyle, bir başka yerde lakabiyle zikredilen bir ravinin ayrı ayn şahıslar zannedilme ihtimali her zaman için vardır. Mesela, Süheyl b. Ebî Salih'in kardeşi Abdullah b. Ebî Salih, bazı yerlerde Abbâd b. Ebî Salih lakabiyle geçer. Bunları birbirine karıştırıp aynı şahsı ayrı kişiler sananlar olmuştur. 196O halde ravilerin lakablarınin bilinmesi her şeyden önce hatanın önüne geçer. Kaldı ki, lakabın bilinmesi ravinin de bilinmesi demektir. İsmi ve lakabı bilinen ravi hakkında verilen hükümler ise daha isabetli olur. Ayrıca ravinin lakabının bilinmesi onun yanlış değerlendirilmesine manidir. Nitekim İbnu's-Salâh'ın kaydettiğine bakılırsa meşhur muhaddis Ebu Hatim b. Hibbân, Abdullah b. Muhammed ed-Da'ıf lakabının ona sıska ve zayıf olduğundan verildiğini bilmediği için zayıf ravi zannetmiştir. Oysa Ebu Hatim er-Râzî belki de telkib sebebini bildiğinden ondan hadis rivayet etmekte bir an bile tereddüt etmemiştir.197 Abdulğanî b. Sa'id'in Abdullah'ı da katarak söylediği şu sözler lakabların bilinmeyişi yüzünden yanlış değerlendirmelerin yapılabileceğinin ifadesidir: “İki yüce kişi vardır ki lakabları kötüdür. Bunlardan biri Mu'aviye b. Abdilkerim ed-Dâl diğeri Abdullah b. Muhammed ed-Da'îfdir.” Hatırlanacağı üzere ed-Dâl, yolunu şaşırmış, dalâlette kalan, kısaca sapık insan demektir. Mu'aviye'ye Mekke yolunda yittiği için verilmiştir. Abdullah'ın ed-Da'îf lakabı ise elinde olmayan bir sebebin sonucudur.
İbnu's-Salâh, kötü lakablı olduğu halde aslında üstün hasletlere sahip bir üçüncü şahıs olarak Arîm denilen Ebu'n-Nu’ınân Muhammed b. Ebi'l-Fadli's-Sedûsî'yi misal verir. Muhammed, her ne kadar Arim yani fesatçı lakabiyle anılmışsa da lakabının adamı olmaktan tamamen uzaktır.
Şu hale göre ravilerin lakablannın bilinmesi, onların tanınmalarına önemli ölçüde yardımcı olur. İsim benzerliği olan diğer ravilerle karıştırılmamalarının önüne geçer. Haklarında doğru değerlendirme yapılmasını sağlar.
Lakabların bir kısmının telkîb sebepleri bilindiği gibi bir kısmınınki bilinmez. Elkâb konusunda tasnif edilmiş kitaplarda lakablarıyla meşhur ravilerin isimleri açıklanırken bilinen telkîb sebepleri de açıklanmıştır. Bunlardan İbnu's-Salâh'ın kaydettiklerini naklediyoruz.
Gunder: Ebubekr Muhammed b. Ca'feri'l-Basri'nin lakabıdır. Rivayete göre İbn Cureyc Basra'ya gelerek el-Hasenu'l-Basrî'den hadis rivayet eder. İtiraz edilir. İş nizaya kadar varır. En şiddetli tartışanlardan biri de Muhammed b. Ca’ferdir. Bunun üzerine İbn Cureyc, Hicazlıların münakaşa sevenlere söyledikleri şekilde “Gunder, sen sus!” der. Bundan sonra Muhammed'in lakabı Gunder olur. Zamanla bu tabir cedelciler arasında yaygın hale gelir.
Rical kitaplarında Gunder lakabıyle zikredilmiş hayli ravi vardır, söz gelişi Ebu'l-Huseyn Muhammed b. Ca'feri'r-Râzî, Ebubekr Muhammed b. Ca'feri'l-Bağdâdî, Ebu't-Tayyib Muhammed b. Cafer el-Bağdâdi hep Gunder lakabiyle anılanlardandır. Tabiatiyle adı Muhammed b. Ca'fer olmadığı halde Gunder lakabı alanlar da vardır.
Guncâr: Ebu Ahmed İsa b. Musa'nın lakabıdır. Yanakları kırmızı olduğundan bu lakabı almıştır. Aynı lakabla meşhur alimlerden biri de Târîh Buhârâ kitabının musannifi Ebu Abdillah Muhammed b. Ahmed el-Buhâridir.
Sa'ika: Ebu Yahya Muhammed b. Abdirrahimin yıldırım manasına gelen bu lakabı hadisleri çabuk ezberlemesi, süratli müzakere etmesi yüzünden verilmiştir.
Şebâb: Halîfetu'bnu Hayyat'ın lakabıdır.
Zuneyc: Ebu Gassân Muhammed b. Amri'l-İsbehâni'nin lakabıdır.
Ruste: Ebu'l-Hasen Abdurrahmân b. Umer'e verilen lakabdır.
Suneyd: el-Huseyn b. Dâvud el-Missîsî'ye verilmiştir.
Bundâr: Bu lakab Buhâri ve Müslim'in şeyhi olan Muhammed b. Beşşâr'a hadisdeki hıfz ve itkanının sağlamlığı veya hadisle fazlaca meşguliyeti sebebiyle verilmiştir. 198
Kaysar: Ebu'n-Nadr Hâşim İbnu'l-Kasım'ın lakabıdır.
el-Ahfeş: Ğarîbu'l-Muvatta kitabının musannifi Ahmed b. İmrân el-Basrî'nin lakabıdır. Ayrıca el-Ahfeş lakabiyle meşhur üç filolog vardır.
Murabbâ’: Muhammed b. İbrahim el-Bağdâdî'nin lakabıdır.
Abîduni'1-İclu: Ebu Ali el-Huseyn b. Muhammed el-Bağdâdi'nin lakabıdır. 199
Mâ Ğamme: Allân lakabiyle de tanınan ve Allân Mâ Gamme şeklinde iki lakablı olduğu da söylenen Ali İbnu'l-Hasen b. Abdissamed el-Bağdâdî'ye verilen Îakabdır. Rivayete göre Yahya b. Ma'în, ashabından beş kişiye bu lakabı vermiştir.
Seccâde: el-Hasen b. Hammâd'ın lakabıdır. Aynı lakabla meşhur olan ikinci bir ravi, el-Huseyn b. Aîımeddir. el-Haseni bundan ayırmak için ona Seccade el-Meşhûr denilmiştir.
Müşkdâne: “Mis Kabı” manasına gelen bu lakabla Abdullah b. Umer b. Muhammed telkîb edilmiştir.
Mutayyen: “Balçıkla sıvanmış” veya “çamura bulanmış” manasına gelen bu lakabı Ebu Ca'feri'l-Hadramî almıştır. 200
Abdân: Bu lakabı alan epey ravi vardır. En büyükleri Abdullah İbnu'l-Mubârek ashabından Abdullah b. Osman el-Mervezîdir. 201
Hadis ilminde büyük önemi bulunan elkâb konusunda çeşitli kitaplar tasnif edilmiştir. Bu kitaplar içinde en önemlileri şunlardır:
1. Kitâbu'l-Elkâb ve'1-Kunâ: Ebubekr Ahmed b. Abdirrahmân eş-Şîrâzi
2. Muntehâ'l-Kemâl fi Ma'rifeti Elkâbi'r-Ricâl: Ebu'1-Fadl Ali İbnu'l-Huseyn b. Ahmed el-Felekî.
3. Keşfu'n-Nikâb an Esmâ'il-Elkâb: Ebu'l-Ferec Abdurrahmân İbnu'l-Cevzî.
4. Nuzhetu'l-Elbâb: İbn Haceri'l-Askalânî.
5. Keşfu'n-Nikâb ani'1-EIkâb: Celaluddin Abdurrahmân b. Ebibekr es-Suyûtî.202

Elkâbu'l-Muhaddısîn:

Bk. Elkâb.

Emâlî:

İmla etmek, yazmak manasına imlânın çoğuludur. Meclis veya çoğuluyla mecâlis denilen ve hadis yazmak için yapılan toplantılarda talebenin yazdığı hadislerden meydana gelen kitaplara denir. Şafiî'ler emâlî yerine ta'lik
sözünü kullanırlar. 203
Emâlî Kitaplarının en meşhurları arasında el-Bezzâr, Muhammed b. İshâk b. Mende, el-Hâkimu'n-Nîsâbûri, el-Hasen b. Ali el-Cevherî, el-Hatîbu'l-Bağdâdî, İbn Asâkir'in emâlileri ile Abdulkerim b. Muhammed er-Râfi'înin Fatiha Suresinin kelimeleri sayısınca 30 mecliste imla ettiği hadislerden oluşan Emâlisi kayda değer. Ebu Zur'a Ahmed b. Abdirrahmân el-Irakî ile İbn Haceri'l-Askalânî'nin emâlileri de aynı alanda meşhur eserlerdir.

Emânet:

Sözlükte güvenilir olmak manasına mastardır. Hadis usulünde ravinin sika yani güvenilir biri olduğunu ifade eden tabir olarak kullanılmıştır.

Emera:

Emretmek, buyurmak anlamını veren kök fiildir. Hadis rivayetinde kullanılan cezm sigalarından biridir. “Hz. Peygamber (s.a.s) şöyle buyurdu” denildiğinde bahsedilen hususun açıkça merfu olduğu anlaşılır.

Emîru'l-Mu’ınınîn:

“Mü’minlerin emiri”, demektir. Emir, iş gören, emreden, başkan, lider manalarına geldiğine göre Mü’minlerin emiri tabiri aynı zamanda müslümanları yöneten, onları idare eden manasını da verir.
Tarihi belgelere bakılırsa emiru'l-Mü’minîn tabiri hicretin ikinci yılından itibaren kullanılmaya başlamıştır. Rivayetlere göre Hz. Peygamber o yıl, (s.a.s) bir grup sahabîyi techizatlı olarak bir yere göndermiş, başlarına Abdullah b. Cahş'ı kumandan tayin etmiştir. Birlik yola çıkarken Abdullah'a emîru'l-Mü’minîn diyerek hitabetmiştir. 204Bundan sonra Abdullah b. Cahş, emîru'l-mu’ıninîn lakabiyle anılmaya başlamıştır. Aynı tabir daha sonraları halife ve valilere hitapta kullanılan özel bir tabir haline gelmiştir.
Hadiste emîru'l-mu’ıninîn, muhaddislerin lakaplarındandır. Hadis ilimlerinin tümünde en yüksek dereceye yükselmiş olan alimler için kullanılır. Hıfz ve dirayet itibariyle devrinin parmakla gösterilen hadis otoritelerine bu lakab verilmiştir. Ebu'z-Zinâd Abdurrahmân b. Abdillah b. Zekvâni'l-Medenî, Şu'be, Mâlik b. Enes, Ahmed b. Hanbel, Buhâri, ed-Dârekutnî, Sufyânu's-Sevrî gibi ömürlerini Sünnet ilmine adamış, bu ilimde en yüksek mertebeye yükselerek haklı bir şöhret kazanmış âlimler hadis ilminde Mü’minlerin emiri addedilmişlerdir.205

Emsâlu'l-Hadîs:

Emsâl, bir nesnenin benzeri manâsına gelen mesel veya mesîlin çoğuludur. Mesel, delil, hüccet, kıssa, söz, destan manalarına da kullanılır. 206Buna göre emsâlu'l-hadis, hadiste mesel kullanma, hadis meselleri demek olur.
Her dilde olduğu gibi Arapçada da mesel bir fikri basit ölçüler içinde vermek mak-sadiyle getirilir. Karmaşık konulan basitleştirmeye, objektif şekle sokarak anlaşılmasını sağlamaya yarar. Dinleyicilerin ilgisini çeker. En azından söze güzellik katar, tesirini artırır. Zihinlerde yerleşmesini kolaylaştırır.
Kur'ân-ı kerim'de meselin güzel ve çarpıcı örnekleri vardır. Hz. Peygamber de sözleri arasında mesel getirmiştir. Rivayete göre o Tarafe'nin “Günler sana bilmediğin şeyleri gösterir. Yol azığı vermediğin yolcular da haberler getirir” mısraını mesel olarak irad ederdi. 207Şu hadislerinde de tebliği karşısında insanların durumu bir meselle çok güzel anlatmıştır:

“Allah'ın beni hidayet ve ilimle göndermesi tıpkı toprağa düşen bol yağmura benzer. Toprağın bir kısmı kabadır. Hemen suyu çeker. Gür otlar, çayırlar yetiştirir. Kurak olanı da vardır. Suyu tutar. Allah insanları onunla faydalandırır. Tuttuğu sudan içerler. Hayvanlarını sular, ekin ekerler.

O bol yağmur bir başka toprağa düşer. Ancak bu toprak kaygandır. Suyu tutmaz. Ot bitirmez. Allah'ın dinini iyce anlayan, Allah'ın benim aracılığımla gönderdiği (tıidayet ve ilim) den faydalanan, bunu bilip başkasına bildiren kimse ile (işittiğinde gururundan) başım bile kaldırmayan; Allah'ın benimle gönderdiği hidayetini kabul etmeyen kimse işte böyledir.” 208

Hz. Peygamberin mesel haline gelen sözleri hadis kitaplarında dağınık bir şekildedir. Yalnız Tirmizî, Süneninde Kitâbu'l-Emsâl ani'n-Nebî (s.a.s) adlı müstakil bölüm ayırarak burada mesel getirmek yoluyla değişik fikirleri işleyen 16 hadis nakletmiştir. 209
Emsâlu'l-Hadis konusunda te'lif edilmiş ayrı bir kitap olarak er-Râmehurmuzî'nin Kitâbu'l'Emsâlil-Mervîyye an Resûlillâh (s.a) isimli eseri vardır. Kısaca Emsâlu'l-Hadîs adıyla da meşhur olan bu kitaptan başka el-Askerî'nin Mecma'u'1-Emsâlinin sonunda mesel olarak kullanılan 58 hadise yer verilmiştir.

Enâ:

Hadis rivayetinde sık sık kullanılan eda lafızlarından ahberanânın kısaltılmış şeklidir.
Muhaddisler, hadisleri yazarken bilhassa isnadlarda çokça geçen bazı lafızları her geçtiği yerde uzun şekliyle yazmak yerine bazı remizler kullanmışlardır. İbnu's-Salâh, hadis yazanların bir karışıklığa meydan vermemek üzere remizler kullanmalarının hadis yazmanın önemli kaidelerinden biri olduğunu söylemişti. Ona göre hadisler yazılırken ahberanâ yerine remzi olan enâ yazılır. 210
Bununla birlikte el-Beyhakî ve diğer bazı muhaddisler haddesenanın remzi olan senanın başına bir elif getirerek şekline koymuşlar ve ahberanânm remzi olarak bunu kullanmışlardır. Ancak İbnu's-Salâh bunu doğru bulmamıştır.
Mağrib muhaddisleri enâ remzini eliften sonra bir “ra” eklemek suretiyle eranâ; veya elif ile zamir arasına “hı” harfi getirerek ehanâ şeklinde kullanmışlarsa da tutulmamıştır. 211Şu hale göre ahberanânın en çok kullanılan remzi enâ olmuştur.
Ahberanâ eda lafzının ahberanî şeklinde müfred zamiriyle kullanılması halinde remzi yoktur.

Enbe'enâ:

“Bize haber verdi” manasına hadis rivayet metotlarından bir kısmıyla rivayette kullanılan eda lafızlarındandır.
el-Hatîbu'l-Bağdadî'nin naklettiği bir habere göre Ahmed b. Salih'e haddesenâ, ahberanâ ve enbe'enâ lafızları sorulduğunda şu cevabı vermiştir: “Haddesenâ en iyisidir. Ahberanâ, haddesenânin altındadır. Enbe'enâ ise ahberanâ gibidir.” 212Bu haber, bazı muhaddislerin enbe'enâ eda lafzını semâ veya arz yoluyla rivayette kullanılan ahberanâ lafzına denk tuttuklarını gösterir. Kadî İyad da şeyhinden işititerck hadis rivayet eden ravinin rivayetinde haddesenâ, ahberenâ, enbeenâ semi'tu fulânen yekûlu, kale lenâ fulânun eda lafızlarından birini kullanmasının caiz olduğunda ihtilaf bulunmadığını söylemiştir. 213İbnu's-Salâh, Kadı İyad'a itiraz etmiş ve bu lafızların bir kısmının özellikle semâ'dan başka yollarla alınan hadislerin edasında kullanılması yaygın hale geldiğinden karışıklığa yol açmamak için sadece sema'a ıtlak edilmemeleri gerektiğini söylemiştir. 214
en-Nevevî’nin de belirttiği gibi enbe'enâ, bazı muahhar muhaddisler nazarında sadece icazet yoluyla alınmış hadislerin edasında ıstılah olmuştur. el-Vicâze kitabının mü'ellifi de bunu tercih etmiştir.215 es-Suyûtî zamanındaki uygulama da o yoldadır; zira ilk devirlerde yaşamış âlimlere göre enbe'enâ, yukarıda da söylendiği gibi, ahberanâ menzilesindedir. Kadı İyad'ın naklettiği ne göre Şube icazetle rivayette bazen enbe'enâ bazen de ahberanâ lafızlarını kullanmıştır. 216
el-Irâkî ise, enbe'enâ lafzının icazet yoluyla alınan hadislerin edasında kullanılması meşhur olduktan sonra artık bu lafızla rivayet edilen hadisin hangi rivayet metoduyla alınırsa alınsın, icazetle alındığı zannını uyandıracağını ve onu ihticac edilemiyecek hadisler derekesine düşüreceğini söylemiştir. 217
Buna göre denilebilir ki enbe'enâ lafzı önceleri az da olsa ahberanâya denk bir eda lafzı olarak kullanılmış, sonraları daha çok icazet yoluyla alman hadislerin rivayetinde arada bir kullanılan rivayet sigası olmuştur.
Enbe'enâ, tekil zamiriyle enbe'enî şeklinde de kullanılır. Bu takdirde kullanan ravinin hadisi şeyhinden yalnızca kendisinin almış olduğu ifade edilmiş olur.

Enbe'enâ Fulân Bi-Kırâ'atî Aleyhi:

Bk. Arz.

Enbe'enâ Fulân Kırâ'aten Aleyhi Ve Ene Esme'u:

Bkz. Arz.

Enbe'enâ İcâzeten:

Daha çok muahhar hadiscilerin icazet yoluyla almış oldukları hadisleri eda ederken kullandıkları enbe'enâ lafzına icazetle alındığını belirten deyişi ekleyerek kullandıkları eda lafzıdır. (Bk. İcazet).

Enbe'enâ Muzâkereten:

“Bize müzakere yoluyla rivayet etti” demektir. Müzakere sırasında öğrenilen hadislerin rivayetini caiz görenlerin eda sırasında kullanılmasını öngördükleri lafızdır. (Bk. Müzâkere.)

Enbe'enî:

Bk. Enbe'enâ.

Enkeru Mâ Ravâhu Fulân Keza:

“Falancanın en münker rivayet ettiği hadis şudur” manasına muhaddislerin ibareleri arasında arada bir rastlanan tabirlerdendir.
Hadisciler bazen zayıf olmayan bir hadis hakkında bu tabiri kullanırlar. Bununla o hadisin genelde münker rivayetlerde bulunmakla tanınmış bir ravinin hadisi olduğuna işaret etmiş olurlar. Meselâ İbn Adî şöyle demiştir: Bureyd b. Abdillah b. Ebî Burde'nin en münker hadisi, “Yüce Allah bir ümmete hayır dilediğinde peygamberinin ruhunu kendilerinden önce alır” hadisidir. Bu hadisin tarîki hasen, ravileri sikadır. Bir kısım hadis alimleri onu sahih saydıkları hadisler arasına katmışlardır.
ez-Zehebî de bir yerde aynı ibareyi kullanarak “Velid b. Müslim hadislerinin en münkeri Kur'ân-ı Kerim'in ezberlenmesine dair hadisdir” demiştir. Oysa Velid'in bu hadisini Tirmizi rivayet etmiş hasen olduğunu belirtmiştir. el-Hâkim ise aynı hadisin eş-Şeyhân’ın şartına göre sahih olduğunu söylemiştir. 218
Kullanıldığı yere ve kullanma şekline bakılırsa denilebilir ki, hadis alimleri genelde münker rivayetlerde bulunmakla tanınan ravinin hadisine işaret etmek istediklerinde enkeru mâ ravâhu fulânun keza demişlerdir. Bununla bahse konu hadisin daha çok münker rivayetlerle bilinen ravinin hadisi olduğunun gözden uzak tutulmaması gerektiğine dikkat çekmişlerdir. Aslında münker rivayetle tanınan bir ravinin bütün hadislerinin münker olması gerekmez. Kaldı ki, enkeru mâ revâhu fulânun keza diyen hadis alimi o hadis gerçekte zayıf değilse ravisini tezkiye ediyor demektir. Türkçede de bir kimse hakkında “falanın en iyi yaptığı iş yalan söylemektir” demek aslında onu kötülemek; buna karşılık “en kötü işi şudur” demek aslında onu bir anlamda öğmektir. Şu hale göre bir ravi hakkında enkeru mâ ravâhu fulânun keza denilerek bir hadis nakledilmişse o hadis mutlaka münker değildir. Aksine hakkında verilmiş olan sıhhat hükmüne göre değerlendirilecek niteliktedir.

Enne:

“Ki” karşılığı denilebilecek bir edattır. Mastariyet bildirir.
Hadis İlminde mu'en'en veya mu'ennen hadislerin isnadında kullanılır. İsnadında bu lafız kullanılarak rivayet edilen hadisin muttasıl sayılıp sayılmayacağı ihtilaflıdır. (Bk. Mu'ennen).

Enne Fulânen Ahberahû:

Bk. Mu'ennen.

Enne Fulânen Haddesehu:

Bk. Mu'ennen.

Enne Fulânen Kale:

Bk. Mu'ennen.

Ensâb:

Neseb kelimesinin çoğuludur. Neseb, sözlükte akrabalık, özellikle baba tarafından kan akrabalığına dendiği gibi bir kabile veya beldeye nisbet manasına da gelir. 219
Hadis usulünde evtânu'r-ruvât ve buldânihim konusuyla ilgilidir ve ravilerin kimliklerinin tayininde başvurulan ilmin adıdır. Tanınmış alimlerin ve genellikle ravilerin nisbet edildikleri kabile veya yerleri, yahut en çok tanındıkları mesleklerini konu olarak alır. Daha sonraki yıllarda ensaba mezhep de eklenmiştir. Özellikle isimleri birbirine benzeyen kişilerin kim olduklarının tayininde ensâb bilgisinin büyük önemi vardır.
İbn Sa'd meşhur Tabakâtında sahabeyi yerleştikleri yerlere göre ayırmış, onlardan ilim alan tabiileri ve takibeden birkaç tabaka ricalini aynı metoda göre tasnif etmiştir.
İbnu's-Salâh’ın da kaydettiğine göre Araplar, önceleri kabilelerine nisbet edilmişlerdir. İslâm'dan sonra bedevi hayattan şehir hayatına geçilmeye başlanması üzerine yerleştikleri şehir ya da kasabalara nisbet edilerek anılmışlardır. Hatta bir yerden bir başka yere göç edenler için Fulânun el-Misrî summe'd-Dimeşkî misâlinde olduğu gibi iki nisbeti “summe” edatıyla birleştirmek adet haline gelmiştir. Kasabaya nisbet edilenlerin önce o kasabaya, sonra da bağlı olduğu çevreye veya yakınındaki büyük şehre nisbet edilmesi de aynı şekildedir.
Ravilerin tanınmasında önemli faydaları olan ensâb konusunda yazılan kitapların en meşhurları, Abdulkerim b. Muhammed es-Sem'ânî'nin Kitâbu'l-Ensâbı ile onun muhtasarı olan Ebu'I-Hasen Ali b. Muhammed İbnu'l-Esîri'l-Cezerî'nin el-Lubâb fî Tehzîbi'l-Ensâb isimli eserleridir.
Ensâb kitapları içinde özel olarak muhaddislerin ensabına tahsis edilmiş olanları da vardır. Muhibbud-Dîn Muhammed b. Mahmûd İbni'n-Neccâr el-Bağdâdî'nin Ensâbu'l-Muhaddisîn adlı eseri gibi. 220

Enşedenâ:

“Bize şiir okudu” mânâsına da gelen bu tabir, hadis rivayet usulleri dahilinde şiir rivayet ederken eda sığası olarak kullanılan lafızlardandır.
Talib, rivayet ettiği bir manzumeyi şeyhe kendisi okumak suretiyle (arz) rivayet etmişse eda sırasında enşedenâ fulânun bi-kırâ'atî aleyh; başkasının okumasıyla arz metoduyla almışsa isnadında enşedenâ fulânun kırâ'aten aleyhi eda lafızlarını kullanır.

Enşedenâ Fulân Bi-Kırâ'atî Aleyhi:

Bk. Enşedenâ.

Enşedenâ Fulân Kırâ'aten Aleyhi:

Bk. Enşedenâ.

El-Erba'a:

Dört karşılığı olan bu sayı sıfatı Hadis İlminde Ashâb-ı Sünen de denilen Ebu Dâvud, Tirmizî, Nese'î ve İbn Mâce'yi ifade eden bir tabir olarak kullanılmıştır. (Bk. Ashâb-ı Sünen).

Erba'ûn:

Türkçede “kırk hadis” özel tabiriyle bilinen ve kırk hadisten meydana gelen hadis derlemelerine denir. Genelde kabul edildiğine göre ikinci hicri asrın sonlarından itibaren ayn bir tasnif şeklinde ortaya çıkmıştır.
Kırk hadis derlemelerinin ortaya çıkışma şu rivayet sebep olmuştur:
“Ümmetimin dinî işlerine dair kırk hadis öğreneni Allah (Kıyamet Günü) fakihler ve alimler zümresinde haşreder.”221 Bu rivayet zayıf olmasına rağmen erba'în türü hadis derlemelerinin ortaya çıkışında başlıca amil olmuş ve İslâm âlimleri onun tesirinde kalarak kırk hadislik pek çok kitap tertip etmişlerdir. Bu konuda öncelik büyük Türk Âlimi Abdullah İbnu'l-Mübarek'e aittir. Daha sonra Muhammed b. Eşlem et-Tûsî, Ebubekr Muhammed b. İbrahim el-İsbehânî, ed-Dârekutnî, el-Hâkimu'n-Nîsâbûrî gibi alimler gelir. Ebu Nu'aym, Ebu Abdir-rahmân es-Sulemî, Ebu Sa'îdi'l-Mâlinî, Ebu Osman es-Sâbûnî, Ebu Abdillah Abdullah b. Muhammed el-Herevî, Ebu Bekri'1-Beyhaki gibi âlimler de kırk hadislik kitaplar tertiplemişlerdir. 222
Erba'ûn türü kitaplar içinde en meşhuru en-Nevevf nin Erba'ûnudur. İslâm aleminin her tarafında yaygın olan bu kitaba çeşitli şerhler yazılmıştır. 223

Ercahu'l-Esânîd:

Bk. Esahhu'l -Esânîd.

Ercû En Lâ Be'se Bihî:

“Umarım zararsızdır” manasına hem cerhte, hem de tadilde kullanılan lafızlardandır. Diğer cerh ve ta'dil lafızlarının aksine bütün alimlerin ittifakiyle ne cerh lafızlarına ne de ta'dil lafızlarına katılmıştır.
Cerh ve ta'dil lafızlarını ilk defa kategorilere ayıran İbn Ebî Hatim ile İbnu's-Salâh'ın zikrettikleri cerh ve ta'dil lafızları arasında yoktur. İbnu's-Salâh onun yerine mâ a'lemu bihî be'sen (onda bir beis görmüyorum) lafzını zikreder. 224
es-Suyûti ise bu lafzı mâ a'lemu bihî be'sen lafziyle aynı ve cerhin en hafifine delâlet eden birinci veya ta'dil lafızlarının son mertebesinde saymıştır. Ona göre el-Irâkî aynı lafzı, bir ravinin zararsız olduğunu bilmeyen onun zararsız olduğunu ummayacağından ta'dilin daha yüksek derecesinde kabul etmiştir.225

Erselehû Fulân:

“Bu hadisi falanca irsal etti” veya “mürsel olarak nakletti” manasınadır. Muhaddislerin çok kere mürsel ile munkatı'nın arasını ayırmadan isnaddan ravi düştüğünü belirtmek üzere kullandıkları lafızdır.
İbn Haceril-Askalânî'nin kaydettiğine bakılırsa muhaddislerin çoğu isimlerin ıtlak edilmesi halinde mürsel ile munkatı’nın ayrı şeyler olduğuna kail olmuşlardır, ancak bunlardan kullanılan fiilleri kullanırlarken haber münker olsun, munkatı' olsun “erselehû fulânun” diyerek nakletmişlerdir. Ona göre bu yüzden lafızların kullanıldıkları yerleri hesaba katmayan kimseler, hadiscilerden çoğunun mürselle munkatı'ın arasını ayırd etmediklerini ileri sürmüşlerdir. Oysa durum zannettikleri gibi değildir. Bu konudaki inceliği çok az kimse anlamıştır. 226
Anlaşılıyor ki bazı muhaddisler bir ravinin, senedinde irsal yapması halinde irsalin senedin başında mı ortasında veya sonunda mı olduğunu hesaba katmaksızın erselehû fulânun demişlerdir. Oysa irsal, mutlak manada bir ravinin senette atlanarak isnadın üstündekine bağlanması bile olsa, hadis ıstılahları yerleşince tâbi'înin senedin başındaki sahabiyi atlamasına denilmiştir. Bu durumda irsalle rivayet edilen hadis mürsel olur. Halbuki senedin ortasında veya sonunda ravi atlaması inkıta'; böyle rivayet edilen hadis munkatı'dır, O halde mürsel ile munkatı’nın arasını ayırmak bakımından irsalin yapıldığı yere dikkat etmek gerekir.

Esahh:

“Daha sahih” demektir. Bir hadis veya rivayeti diğeriyle mukayese sonunda herhangi bir sebepten dolayı birinin diğerinden sıhhat bakımından üstün ve kabule şayan bulunması halinde daha üstün olanı belirtmekte kullanılan tabirdir. Kullanılış şekline şu misal verilebilir.
Tirmizî, Süneninde arada bir, bir hadisi verişinin ardından değişik rivayetlerine işaret eder ve “falanın hadisi (veya bu hadis) fülamn hadisinden daha sahihtir” der.227 Burada kasdettiği iki hadisten birinin herhangi bir sebepten dolayı ötekinden sıhhat bakımından üstün kabul edildiğidir.
Yine Tirmizî, aynı tabiri bazen süperlatif manada kullanır. 228 Bu takdirde maksadı zikrettiği hadisin aynı konuda rivayet edilmiş hadisler arasında en sahih kabul edileni olduğunu belirtmektir. Bazen de süperlatif manada aynı hadisin çeşitli tariklardan gelen rivayetlerinden biri hakkında kullanır ki bu takdirde ise aynı hadisin değişik isnadlarla gelen rivayetleri içinde en sahih olanına işaret etmiş olur. 229

Esahhu Mâ Câ'e Fi'l-Bâb:

Bk. Esahhu şey'in fi'l-bâb.

Esahhu Şey'in Fi'l-Bâb:

“Konusunda en sahih hadis” manasına gelen bu tabir esahhu mâ câ'e fi'l-bâb tabiriyle aynı manada ve aynı yerde kullanılır. Muhaddislerin bir konuda rivayet edilen hadisler içinde en fazla tercihe layık gördüklerini ifade eder.
Esahh maddesinde söz konusu edilen hadisin çeşitli tariklardan gelen rivayetlerinin birisi hakkında söylenen meselâ hadîsu fulânin esahhu şey'in fi'l-bâb gibi bir tabir konuya misaldir. Böyle diyen muhaddis bir tariktan gelen rivayetin o konuda en sahih kabul edilen rivayet olduğunu belirtmiş olur.

Esahhu’l-Ahâdîs:

“Hadislerin en sahihi” manasına gelen bir tabirdir. Hadis usulünde sahihlik şartlarını en üst seviyede taşıyan hadisler için kullanılır.
Sahih bahsinde görüleceği gibi adalet ve zabt sahibi ravilerin kesiksiz bir isnatla rivayet ettikleri şâz ve illetli olmaktan uzak hadislere sahih denir. Ravileri gerek adalet, gerekse zabt yönünden tercihi gerektiren vasıflar itibarıyla en yüksek derecede bulunan hadisler, bu vasıflar yönünden nisbeten aşağı derecede kalanların hadisinden daha sahih kabul edilirler. İsnadı oluşturan ravileri adalet, zabt ve diğer vasıflar açısından en yüksek derecede olan hadisler ise sahihin en yüksek derecesini teşkil ederler. Buna göre esahhu'1-ahâdîs, bütün ravileri, aranan vasıflar bakımından en yüksek derecede olduğu için sıhhatin zirvesinde sayılan hadisler olmaktadır.
Aynı tabir, hadislerin en sahih kabul edilen olmakla dinî konularda delil olmaya en çok elverişli olan hadis manasını da verir.

Esahhu'l-Esânîd:

“İsnadların en sahihi” demektir. Yerine göre aynı manada esbetu'l-esânîd (isnadların en sağlamı); ercahu'l-esânîd (isnadların en çok tercih edilecek olanı): tabirleri de kullanılır. Ahmed b. Hanbel, esahhu'l-esânîdden bahsederken ecve-du'1-esânîd tabirini aynı manada kullanmıştır. 230
Esahhu'1-esânîd, hadislerin ilk kaynaklarına varıncaya kadar ravi isimlerini sıralamaktan ibaret isnadların değerlendirilmesinde kullanılır. Açıklamak gerekirse, bir hadisin sahih kabul edilmesi için, onun adalet özelliğine sahip, zabtı tam raviler tarafından rivayet edilmiş olması, şaz ve illetli olmaktan uzak bulunması gerekir. Bu, bir bakıma isnadın sahih olması demektir. Buna göre bütün ravileri, ravide aranan vasıflar bakımından en yüksek derecede olan isnada esahhu'l-ebânîd tabir edilmiştir.
En sahih isnad telakkisi, ravilerin adalet vasfına, âlimlere ve beldelere göre değişiktir. Meselâ, Ahmed b. Hanbel ve İshâk b. Râhûye'ye göre en sahih isnad, ez-Zuhri - Salim b. Abdillâh - Babası Abdullah b. Ömer - Hz. Ömer isnadıdır. Gayet tabiî olarak bu iki hadis âlimine göre en sahih hadisler, bu isnadla rivayet edilenlerdir. Yahya b. Ma'in, el-A’meş -İbrâhimu'n-Neha'î - Alkame - İbn Mes'ûd isnadını en sahih isnad kabul eder. Buhâri'ye göre en sahih isnad, Mâlik -Nâfi'-İbn Ömer şeklinde en sahih isnad saymışlar ve ona silsiletu'z-zeheb (altın zincir) demişlerdir.
Ulaştığı sahabîye göre esahhu'l-esânîd kabul edilenlere şu isnadlar misal gösterilebilir:
Hz. Ebubekr'e ulaşan en sahih isnad: İsmail b. Ebî (Ebî Halid) Halid - Kays b. Ebi Hazim-Hz. Ebubekr; Hz. Ömer'e ulaşan en sahih isnad, ez-Zuhrî -es-Sâ'ib b. Yezîd - Hz. Ömer; Ebu Hureyre'ye varan en sahih isnad, Ebu'z-Zinâd - el-A'rec -Sa'îdu'bnu'l-Museyyeb -Ebu Hureyre.
Beldelere göre en sahih isnad olarak kabul edilen isnadlardan bir kaçı şunlardır:
Mekkelilerin en sahih isnadı: Sufyân b. Uyeyne - Amr b. Dînâr - Câbir b. Abdillah; Medinelilerin esahhu'l-esânîdi, İsmail b. Ebi Hâkim - Abide b. Sufyân -Ebu Hureyre; Yemenlilerin en sahih saydıkları isnad ise Ma’mer - Hemmâm b. Munebbih - Ebu Hureyre isnadıdır.
Burada işaret etmek gerekir ki, esahhu'l-esânîd kabul edilen isnadlar, sahabîye kadar ulaşan rivayet yolları, isnadı teşkil eden raviler, hadis âlimleri ve beldelere göre itibari olarak değişmektedir. Her hadis âliminin veya belde halkının en sahih kabul ettiği isnad, ya rivayetlerine ya da aralarından yetişen meşhur hadis imamlarına göre diğerinden farklılık göstermektedir.

Esahhu'l-Kutub:

“Kitapların en sahihi” demektir. Hadis kitapları içinde ihtiva ettiği hadisler itibariyle en sahih kabul edileni ifade etmekte kullanılmıştır.
İmam Şafiî'ye göre esahhu'l-kutub, İmam Mâlik'in el-Muvatta'ıdır. “Hadis ilmi konusunda yeryüzünde İmâm Mâlik'in kitabından daha sahih bir kitap bilmiyorum” demiş olması buna hamledilir. Ancak onun bu sözü Sahih-i Buharî ve Sahih-i Müslim'in tasnifinden önce söylediği231, dolayısiyle el-Muvatta'ın es-Sahîhân henüz ortada yokken esahhu'l-kutub itibar edildiği ileri sürülerek Kur'ân-ı Kerim'den sonra en sahih kitabın Buhâri ile Müslimin kitapları olduğu söylenmiştir. “Buharî'nin kitabı es-Sahîhân'ın en sahihi, daha çok faydalı olanı, gerek zahiri, gerekse batınî daha fazla bilgi ihtiva edenidir. Müslim'in Buhâri'den faydalandığı ve onun Hadis İlminde bir benzeri olmadığını itiraf ettiği sabittir. Buharî'nin kitabının tercihine dair bütün bu zikrettiklerimiz âlimlerin büyük çoğunluğunun ve Hadis İlminin sırlarına vakıf, bu ilmin inceliklerini iyi bilen itkan ehlinin benimsediği görüştür.” 232
Bununla birlikte el-Hâkimu'n-Nîsâbûri'nin şeyhi Ebu Ali el-Hüseyn b. Ali en-Nisâbûrî, Müslim'in Sahihinin daha sahih, dolayısiyle esahhu'l-kutub olduğu görüşündedir. Bazı Mağrib âlimleri de aynı kanaattedirler. Ancak sahih kabul edilen görüş, Buharî'nin kitabını daha sahih kabul edenlerin görüşüdür. Ebu Bekri'l-İsmâ'ilî, Nese'î gibi âlimler de Sahih-i Buhârî'yi tercih etmişlerdir. 233
Sahih-i Buhârî'nin Müslim'in Sahih'ine tercih edilmesine, bunun sonucu olarak da esahhu'l-kutub sayılmasına sebep kabul edilen bazı özellikleri vardır, en-Nevevî, her iki kitabı mukayese ettikten sonra Buhârîyi tercih sebeplerini şöyle özetlemiştir: “Allah rahmet eylesin, Müslim'in usulü -ki bu usulü hakkında sahihinin mukaddimesinde icma bile naklehniştir- şudur: Ona göre “an” lafzı ile rivayette bulunan ravinin isnadı, şeyhi ile çağdaş oldukları takdirde bir araya geldikleri sabit olmasa bile mevsul hükmündedir. Halbuki Buhari, mu'an'inin isnadını şeyhi ile mülakatı sabit olmadıkça mevsûl saymaz. Öte yandan Müslim, caiz gördüğü bu hükümle bir arada uygulanması imkansız olan bir usul takibederek bir hadisi çeşitli tarîklarıyla bir araya toplamıştır. Gerçi onun eserinde baştan sona cevaz verdiği o usule göre hareket ettiğini söyleyemeyiz. Ancak Buhârî'nin kitabını kendi kitabına o usul üstün kılmıştır.” 234
es-Suyûtî, Sahih-i Buhârî'nin Sahih-i Müslim'e tercih sebeplerini daha ziyade senetlerindeki ittisal ve ravilerinin itkanında görür. 235Bu ve öteki önemli bazı sebepler göz önünde bulundurularak Buhârî'nin el-Câmi'us-Sahih'i Müslim'in aynı isimli eserinden üstün tutulmuş ve esahhu'l-kutub itibar edilmiştir. 236

Esânid:

Bk. İsnad.

Esbâbu Vurûdil-Hadîs:

Esbâbu'l-hadîs de denir. Hadislerin söyleniş, bir fiil bildiriyorsa işleniş sebeplerini konu olarak alan ilim dalının adıdır. Kur'ân-ı Kerim için esbabı nüzul ne ise hadisler için esbabu vurüdi'l-hadîs odur.
Hadislerin bir kısmı bazı olaylar üzerine, bir kısmı da sorulan sorulara cevap olarak varid olmuştur. Gerek bu olaylar, gerekse sahabilerin çeşitli vesilelerle sordukları sorular, olay üzerine söylenen sözün ya da soruya verilen cevabın sebeb-i vurüdunu teşkil eder. Misal vermek gerekirse şu hadis üzerinde durulabilir: “Birini tıraş ettiğinizde ya saçını tamamen kesin; da da tamamını bırakın.” 237Bu hadisin söyleniş sebebi, Hz. Peygamber (s.a.s)'in saçının bir kısmı kesilmiş, bir kısmı bırakılmış bir çocuk görmesidir. Bu olay üzerine bu sözleri söyleyerek saçın bir kısmını kesip bir kısmını bırakmayı men etmiştir. Sahabilerin “hangi şey efdaldir? Hangi ameli işlersem Cennet'e girerim? Hangi müslüman hayırlıdır? En büyük günah hangisidir?” gibi yüzlerce sorusu da sebebi vurûddur ve Hz. Peygamberin verdiği cevaplarla birlikte hadis metinleri arasında yer almıştır.
Hadislerin vürud sebebini bilmek son derece önemlidir; çünkü sebebin bilinmesiyle her şeyden önce mesele aydınlığa kavuşur. Hz. Peygamber'in söylediği sözlerin taşıdığı hükümler umumi midir, hususi midir? Vücuba mı nedbe mi delalet eder? Bu ve öteki önemli hususlar açıklık kazanır. Dolayısiyle hadisten hüküm çıkarmak bir ölçüde kolay hale gelir.
Diğer taraftan sebeb-i vürudun bilinmesi hadisin etraflı bir şekilde ve kolayca anlaşılmasını sağlar. Benzer bir meseleye tatbik edilerek hüküm çıkarılmasını kolaylaştırır.
Esbabu vurûdi'l-hadîs konusunda Abdullah İbni'l-Huseyn el-Ukberî'nin ve Ebu Hâmid Kûtâh el-Cübârî'nin birer kitabı vardır. 238es-Suyûtî de aynı konuda bir kitap tasnif etmişse de tamamlayamamıştır. 239Bugün için esbâbu'l-hadîs konusunda elde bulunan tek kitap İbn Hamze ed-Dimeşkî'nin el-Beyân ve't-Ta'rîf fî esbâbi Vurûdi'l-Hadîsi'ş-Şerîf isimli eseridir.

Esbâbu'l-Cerh:

Bk. Cerh Sebepleri

Esbâbu'l-Hadîs:

Bk. Esbabu Vurûdil-Hadîs.

Esbâbu'l-Vaz’:

Bk. Mevzu.

Esbât:

Bk. Sebt.

Esbetu'l-Esânîd:

Bk. Esahhu’1-Esânîd.

Esbetu'n-Nâs:

İnsanların en sağlamı ve güvenilir olanı manasına gelir. Hadis ravilerinin ta'dilinde kullanılan lafızlardandır.
Esbetu'n-Nâs, evsaku'n-nâs gibi ismi tafdil sigası ile geldiğinden mübalağaya delâlet eden ta'dilin ilk mertebesindedir. İbn Haceri'l-Askalanî'nin İbn Ebî Hatim ve Zehebî'nin tertip ettikleri mertebelere ziyade olarak zikrettiği lafızlar arasında yer alır.240 Ta'dilin en yüksek mertebesinde yer aldığından hakkında esbetu'n-nâs denilerek adaletli olduğuna hükmedilmiş olan ravi artık en güvenilir, hadisleri en çok kabule layık ravi kabul edilir.

Eser:

Sözlükte, bir nesnenin yerinde kalan bakiyyesine denir. Bir nesnenin varlığına delalet eden ize de eser tabir edilir.
Hadis Usulü ilminde eser, haberle aynı manaya gelen bir terimdir. Bazı hadis âlimlerine göre haber hadisle eş manalı olduğuna göre eser, hadis demektir.
Bununla birlikte Horasanlı fakihler haber ile eserin arasını ayırmışlar; Hz. Peygamber (s.a. s) den gelenlere haber (dolayısiyle hadis); sahabeden gelen mevkuf rivayetlere ise eser demişlerdir.241
en-Nevevî'ye göre hadiscilerin nazarında Hz. Peygamber'e Sahabeye veya tabi'îne ait bütün rivayetlere eser adı verilir. 242İbn Hacer'e göre ise hadisciler arasında isnadı sahabeye kadar ulaşan mevkuf hadise olduğu gibi, tabi'îye ulaşan maktu' hadise de eser denilmiştir. 243Eser sayılan rivayete me'sur denildiği de olmuştur.

Eserî:

“Esere mensup” manasına ismi mensuptur. Genel olarak, hadis ve haber terimleriyle eş manalı olarak kullanılan eser teriminin Horasan fakihleri ıstılahında kazandığı manaya göre muhaddis karşılığıdır. Bunlar, Hz. Peygamber (s.a.s) ve sahabeden gelen nakillere umumi manada eser; hadis ilmiyle meşgul olanlara ise eseri tabir etmişlerdir.

Esma Ve Kunâ:

Hadis ravilerinin ve muhaddislerin isim ve künyeleri manasınadır. İsmi veya künyesiyle tanınan ravileri konu olarak alan ilim dalıdır.
Bazı hadis ravileri isimleriyle, bazıları da künyeleriyle tanınmışlardır. Bunların bilinmesi hadis rivayet edenlerin tanınması bakımından son derece önemlidir; çünkü olur ki aslında ismiyle meşhur bir ravi isnadda bazen künyesiyle; aksine künyesiyle tanınanı arada bir ismiyle anılabilir. Bazen de hem ismiyle hem de künyesiyle bilinmeyen ravi isnadda ikisiyle birlikte anılır ve tek kişi olduğu halde iki şahıs sanılır. Nitekim, el-Hâkim'in naklettiği şu rivayette böyle bir hata olmuştur.
“...Hz. Peygamber (s.a.s)'den “Kim imamın arkasında namaz kılarsa imamın okuması onun okuması demektir” buyurduğu rivayet edilmiştir.” el-Hakim'in bu hadisi naklettikten sonra Ali İbnu'l-Medînî'den isnadiyle rivayet ettiği bir habere bakılırsa Abdullah b. Şeddâd, Ebu'l-Velîd künyesiyle tanınan Medineli biridir.244 Öyle iken, isnadda da görüldüğü gibi onun isim ve künyesini bilmeyen biri aralarını an lafzıyla ayırmış ve Abdullah'ı birbirinden rivayette bulunan iki ravi gibi göstermiştir.
Bazen de bunun aksi olur. İsnatta biri ismi, diğeri künyesiyle zikredilen iki ravi, isimle künyenin birleştirilmesi sonucu tek kişi gibi gösterilir. Nese'i'nin naklettiği an Ebî Usâme Hammâd İbni's-Sâ'ib isnadiyle gelen hadiste böyle olmuştur. İsnad aslında, an Ebâ Usâme, an Hammâd iken ismiyle künye arasındaki “an” edatı kaldırılmış, biri künyesi, öbürü ismiyle anılan iki kişi tek kişi gibi gösterilmiştir.
Ravilerin isim ve künyelerinin bilinmesinin küçümsenemiyecek bir faydası daha vardır. Kimi rical kitaplarında bir ravi künyesiyle, bazılarında ise ismiyle anılır. Künyesiyle bilinen ravinin ismi bilinmiyorsa hal tercümesine vâkıf olmak oldukça zorlaşır. Nitekim el-Irâki'nin naklettiğine göre hadis taliplerinden biri Ebu'z-Zinâd’ın hayat hikayesini öğrenmek istemiş, ancak onun Abdullah b. Zekvân ismini bilmediğinden rical kitaplarında bulamamıştır. 245
İbnu's-Salâh esma ve kunâ konusunu dokuz gruba ayırmış, herbir gruba giren künye sahiplerine misaller vermiştir. Nakledelim.
1. Künyeleriyle isimlendirilip, künyelerinden başka isimleri olmayanlar: Bu grupta bulunan ve künyeleri isimlerinden ibaret olan raviler iki kısma ayrılır. Birinci kısım, ismi olan künyesinden başka bir künyesi daha olanlardır. İkinci künyeleri, tuhaftır, sanki künyenin künyesi gibidir. Fukahâ-yı Seb'adan Ebu Bekr b. Abdirrahmân İbni'l-Hâris b. Hişâm el-Mahzûmî gibi. “Rahibu Kureyş” lakabiyle anılan Ebu Bekr'in künyesi Ebu Abdirrahmandır.246 Ebu Bekr b. Muhammed b. Amr b. Hazm el-ensârî de ismi olan künyeden başka künyesi olanlardandır.
Künyeleri isimlerinden ibaret olan ravilerin ikinci kısmı isim yerine kullanılan künyeden başka künyesi olmayanlardır. Bunun misalini de Ebu Bilâli'l-Eş'arî oluşturur. Rivayete göre bizzat kendisi ismi ile künyesinin bir olduğunu söylemiştir.247 Ebu Hasın b. Yahya b. Süleyman er-Râzî de aynı gruba dahildir ve ismi yoktur.
2. Künyesiyle tanınanlar ancak ismi bilinmeyenler; Sahabeden Ebu Unâs el-Kinânî (veya ed-Du'elî); Hz. Peygamber (s.a.s)'in azatlısı Ebu Muveyhibe; Ebu Şeybe el-Hudrî gibi.248 Sahabe dışında da künyesiyle tanınıp ismi bilinmeyenler vardır. Böylelerine misal olarak da Enes b, Ebyâd, Ebu Bekr b. Nâfi’, Abdullah b. Amr’ın kölesi Ebu'n-Necîb, Ebu Harb b. Ebî Esvedi'd-Du'elî gibi raviler verilebilir.
3. Hem ismi hem de künyesi olduğu halde sadece künyesiyle lakablananlar: Ali b. Ebi Tâlib (Künyesi Ebu'l-Hasen, lakabı Ebu Turâb); Abdurrahmân b.Zekvân (künyesi Ebu Abdirrahmân, lakabı Ebu'z-Zinâd), Muhammed b. Abdirrahmân el-Ensârî (künyesi Ebu Abdirrahmân, lakabı Ebu’r-Ricâl); Yahya b. Vâdıh el-Ensâri el-Mervezî (Künyesi Ebu Muhammed, lakabı Ebu Tumeyle): Umer b. İbrahim (künyesi Ebubekr, lakabı Ebu'l-Âzân249; Abdullah b. Muhammed el-İsbehâni (Künyesi Ebu Muhammed. lakabı Ebu'ş-şeyh) gibi.
4. İki veya daha çok künyesi olanlar: Abdulmelik b. Abdilazîz b. Cureyc (Ebu Hâlid ve Ebu'l-Velîd olmak üzere iki künyesi vardır) ve Abdullah b. Umer b. Hafsi'l-Umerî (Ebu'l-Kasım ve Ebu Abdirrahmân olarak iki künyesi vardır) gibi. İbnu's-Salâh, şeyhi Mansûr b. Ebi'l-Me'âlî en-Nîsâbûri'nin Ebu Bekr, Ebu'1-Feth ve Ebu'l-Kasım olmak üzere üç künyesi olduğunu söylemiş ve verdiği misallere eklemiştir.
5. İsmi bilindiği halde künyesinde ihtilaf edilen ve birbirinden farklı iki veya daha fazla künyesi zikredilenler: Hz. Peygamber'in evlatlığı Usâme b. Zeyd gibi. Künyesinin Ebu Zeyd, Ebu Muhammed, Ebu Abdillâh, Ebu Hârice olduğuna dair değişik rivayetler vardır. Aynı şekilde Ubey b. Ka'b'in Ebu'l-Munzîr, Ebu't-Tufeyl gibi künyeleri olduğu söylenmiştir. Bunların hiçbiri üzerinde birleşilmiş değildir. Ebu İshak, Ebu Sa'îd gibi ihtilaflı iki künyesi olduğu söylenen Kabîsa b. Zu'eyb: Ebu Abdirrahmân, Ebu Muhammed künyeleri rivayet edilen el-Kasım b. Muhammed b. Ebî Bekr'i-s-Sıddîk; Ebu Bilâl ve Ebu Muhammed değişik künyeleri rivayet edilen Süleyman b. Bilâl el-Medenî, aynı gruba dahildirler.
İbnu's-Salâh'a göre bu grupta olanların bir kısmı aynı zamanda bundan önceki gruba dahildir.
Muahhar âlimlerden Abdullah b. Atâ el-İbrâhimî el-Herevî'nin bu konuda te'lif ettiği bir kitabı vardır.
6. Künyesi bilinen ancak isminde ihtilaf edilenler: Bu grubun misalini sahabeden başta Ebu Hureyre oluşturur. İsmi ve babasının adı üzerinde ihtilaf edilmiştir, İbn Abdilberr'in dediğine göre ismi üzerinde yirmi kadar rivayet vardır. Bunlar içinde çok tereddüt bulunması sebebiyle Abdullah veya Abdurrahmân isminden başka itimat edilebilecek derecede sahih olanı yoktur. Muhammed b. İshak da Ebu Hureyre'nin adını Abdurrahmân b. Sahr olarak kaydetmiştir. Esma ve kuna konusunda eser yazanlar, buna dayanmışlardır. el-Hâkim de Ebu Hureyre'nin isimleri içinde en sahih rivayetin Abdurrahmân b. Sahr rivayeti olduğunu söylemiştir.
Künyesi bilindiği halde ismi kesinlikle bilinmeyen sahabîlere diğer misalleri Ebu Basra (Cemîl b. Basra veya Humeyl b. Basra) el-Gıfârî; Ebu Cuhayfe (Vehb b. Abdillâh veya Vehebullah b. Abdillâh) es-Suvâ'î teşkil eder. Sahabe dışında bu gruba giren ravilerden birkaçı ise Ebu Musa'l-Eş'ari’nin oğlu Ebî Burde ile Âsim kıraati ravisi Ebu Bekr b. Ayyaştır. Çoğunluk ilkinin isminin Âmir olduğunu söylemiştir. Ancak, ihtilaflıdır. el-Hâris rivayeti de vardır. İkinci ravinin İsmi üzerindeki rivayetler on bire kadar çıkar. Fakat hiçbiri üzerinde birleşilememiştir. Bu cümleden olarak İbn Abdilber “eğer sahihse” kaydiyle adının Şu'be olduğunu söylemiş; devamla Ebu Zur'a'nın sahih gördüğü ismin de bu olduğuna işaret etmiştir. Aynı mü'ellif ayrıca isminin künyesi olduğunu ve bunun daha sahih görüldüğünü ifade etmiştir. Bu hükmünün kaynağı bizzat kendisinin Ebu Bekr isminden başka ismi olmadığına dair rivayettir.
7. Az da olsa hem ismi, hem de künyesinde ihtilaf edilenler: Hz. Peygamberin azadlısı Sefine bunlardandır.
Bazıları isminin Umeyr, bazıları Salih, bazıları da Mihrân olduğunu ileri sürmüşlerdir. 250
8. İsmi ve künyesi üzerinde hiçbir ihtilaf olmayıp her ikisiyle tanınmış olanlar. Hepsi de Ebu Abdillâh künyesiyle tanınan mezhep imamları, Mâlik b. Enes, Muhammed b. İdris eş-Şafi'î, Ahmed b. Hanbel, Sufyânu's-Sevrî, Ebu Hanîfe en-Nu’mân b. Sabit gibi.
9. Hadiscilere ismi meçhul kalmamakla birlikte isminden çok künyesiyle meşhur olanlar: Ebu İdris el-Havlânî gibi ki ismi A'izullah b. Abbdillahtır. Ebu İshak es-Sebi'î, Amr b. Abdillâh isminden çok bu künyesiyle tanınır. Dimeşk San'asına mensup Ebu'l-Eş'asi's-San'anî, Şurahîl b. Âde isminden daha çok anılan künyesiyle meşhurdur.
Hadis ricalinin İsim ve künyelerinin bilinmesi son derece önemli olunca birçok hadis âlimi ravilerin isim ve künyelerine dair müstakil eserler meydana getirmişlerdir. Bunlar içinde Ali b. Abdillâhi'l-Medînî'nin, Sahih sahipleri Buhârî ile Müslim'in; Nese'î'nin, el-Hâkim'in; Ebu Ahmed Muhammed b. Muhammed en-Nîsâbûrî'nin; Muhammed b. İshak b. Mende'in, Ebu Bişr Muhammed b. Ahmed'in eserleri en önemlileri ve daha sonraki çalışmalara kaynak oluşturanlarıdır.251
el-Irâki'ye göre bunlar içinde en önemlisi, ismi bilinen ve bilinmeyen bütün ravileri aldığı için Ebu Ahmed'in kitabıdır. Müslim ve Nese'i, sadece isimleri bilinen ravileri almışlardır.
Esma ve kunâ kitaplarında takip edilen usul, umumiyetle künyeleri harf sırasına göre tertip ederek her künyenin karşısında ait olduğu ismi göstermektir.252

Esmâ'u'l-Muhaddisîn:

Bk. Esma ve kunâ.

Esma-Yı Müfrede:

Tek isimler manasına müfredat bahsinin isimler kısmını ifade eden değişik bir tabirdir. (Bk. Müfredat).

Esnâ'u's-Sened:

Senedin orta kısımları manasına gelen bir tabirdir. Hadisin ravi ile sahâbi arasındaki rivayet zincirinin orta kısımlarını ifade eder.

Eşeddu'n-Nâsi Kizben:

“İnsanların en yalancısı” demek olup cerh lafızlarındandır. Şiddetli cerhe delâlet eden birinci mertebe lafızları arasında yer alır. O gruptaki diğer lafızların hükmüne tabidir.

El-Etbâ:

Bk. Etbâ'ut-Tâbi'în.

Etbâ'u't-Tâbi'în:

Tebe'u't-Tâbi'în veya kısaca el-etbâ' da denir. Hepsi de manaca birdir ve tabi'ilerden sonra gelenler, tabi'ine tabi olanlar, tabi'ini takip edenler demektir.
Etbâ'u't-tâbi'în, kısaca tâbi'îlerle görüşüp onlardan hadis rivayet edenler olarak tanınırlar. Hadis Tarihinde Hz. Peygamber (s.a.s)'in hadislerini nakleden üçüncü nesil olarak bilinirler.
Çoğu ya bir sahabî torunu ya da tâbi'î çocuğu olan etbâ'u't-tâbi'îni oluşturan nesil, tamamen tâbi'îlerin talebesidir. onlardan sahabenin ilmini devşirmiş ve herbiri bulunduğu bölgenin parmakla gösterilen alimi olmuştur. Devirleri Hadis İlminin geleceği bakımından en önemli devri sayılır; çünkü bu devirde bir yandan hadisler yazılı metinlere intikal etmiş, bir yandan hadis rivayeti ilminin temelleri atılmıştır. Rivayet bu temeller üzerinde en mükemmel kaidelere bağlanmıştır. Tâbi'îler devrinde tedvin edilen hadislerin muntazam bir şekilde tasnifi Etbâ'u't-Tâbi'în devrinde de devam etmiştir. Bu çalışmaların sonucu olarak Ma’mer b. Râşid'in el-Câmî'i, İmâm Mâlik'in el-Muvatta'ı gibi ilk hadis eserleri ortaya çıkmıştır. Etbâ'u't-Tâbi'în devrinde tasnif edilen eserlerin daha sonraki çalışmalara esas teşkil ettiği düşünülürse bu neslin Hadis İlmine hizmetleri daha iyi anlaşılır.
Etbâ'u't-Tâbi'în arasında pek çok değerli hadis âlimi yetişmiştir. Mâlik b. enes, Abdurrahmânb. Amr el-Evzâ'î, Sufyân b. Sa'id es-Sevrî, Şu'be İbnu'l-Haccâc, İbn Cureyc ve bunların talebelerinden Yahya b. Sa'îd el-Kattân ve Abdullah İbnu'l-Mubârek içlerinde en tanınmış olanlardır.

Etkan:

Sözlükte bir şeyi sabit ve muhkem yapmak manasına İsm-i tafdil vezniyle gelen bir kelimedir. Ta'dil lafızlarından biridir ve ta'dilin en yüksek derecesine delâlet eder.
Kaide olarak efalu vezninde gelen kelimeler vasıfta mübalağa ve üstünlük anlamı verir. Buna göre etkan adalet ve zabt yönünden en üstün derecede olan ravilerin ta'dilinde kullanılır. Hakkında böyle denilmiş olan ravi ta'dilin en üst derecesinde demektir.

Etrâf:

Kelime olarak tarafın çoğuludur. Taraf sözlükte Türkçedeki taraf manasınadır. Bir bölük şeye de denir.
Hadis Usulünde etraf, ale'l-etrâf denilen metotla tasnif edilen hadis kitaplarına denir. Bu metotla tasnifde bir hadisin yalnızca belli bir bölümü zikredilir. Zikredilen kısım, kalan kısma da delâlet eder. Daha sonra zikredilen hadisin bütün isnadları etraflı bir şekilde veya kısmen bir araya getirilir. (Bk. Ale’l-Etrâf).
Etraf kitaplarının en meşhurları şunlardır:
1. Etrâfu's-Sahîhayn: İbrahim b. Muhammed b. Ubeyd ed-Dimeşkî.
2. Etrâfu's-Sahîhayn: Halef b. Muhammed b. Ali el-Vâsitî.
3. Etrâfu's-Sahîhayn: Ebu Nu'aym el-İsbehânî.
Bu üç kitap isimlerinden de anlaşılacağı gibi Buhârî ve Müslim hadislerinin etrafına dairdir.
4. Etrâfu'l-Kutubi'l-Hamse: (Buharı, Müslim, Ebu Davud, Tirmizî ve Nese'i): Ahmed b. Sabit b. Muhammed et-Tarkî.
5. Etrâfu'l-Kutubi's-Sitte: Muhammed b. Tâhir el Makdisî.
6. Etrâfu'l-Kutubi's-Sitte: Yusuf b. Abdirrahman el-Mizzî.
7. İthâfu'l-Mehera bi-Etrâfi'l-Aşera: İbn Haceri'l-Askalânî. Bu kitap, İmam Malikin el-Muvatta'ı, eş-Şâfii, Ahmed b. Hanbel ve ed-Darimî'nin müsnedleri, İbn Huzeyme ve İbn Hibbân’ın sahihleri; el-Hâkim'in el-Mustedreki; İbnu'l-Cârûd'un el-Muntekâsı; Ebu Avâne'nin Mustahreci, ed-Dârekutnînin Süneni ve et-Tahâvî'nin Şerhu Me'âni'l-Asârı olmak üzere on bir kitabın etrafıdır. Müellifi her ne kadar kitabını on eserin etrafı olarak isimlendirmişse de Sahih İbni Huzeyme'nin az bir kısmı kitabında yer ettiği için onu sayıya dahil etmemiştir.253

Ev Karîben Minhu:

Bk. Ev Kemâ Kale.

Ev Kemâ Kale:

“Yahut Hz. Peygamber (s.a.s)'in buyurdukları gibi” manasına gelir. Bir hadisi manasiyle rivayet eden ravinin yanılma ihtimalini göz önünde tutarak rivayetten sonra söylenmesi iyi görülen tabirlerdendir.
Başta İbn Mes'ud olmak üzere bir kısım sahabîlerin bazen bir hadisi rivayet ettikten sonra kale Resulullâh (s.a.s) keza ev nahvehû ev karîben minhu (Hz. Peygamber (s.a.s) şöyle buyurdular yahut bunun gibi, yahutta buna benzer bir söz söylediler) dedikleri rivayet edilir. Demek ki sahabîler, yıllar önce işitmiş oldukları bir hadisin sözlerini tam olarak hatırlayamayınca manasını rivayet etmişlerdir. Onun sözlerini kelimesi kelimesine rivayet edemeyişlerinin manevî sorumluluğunu düşünerek böyle bir yol tutmuşlardır. Hadisleri manasıyla rivayet etmeyi caiz görenlerin delillerinden biri budur.
Aynı tabir, arz yoluyla rivayette hadislerin şeyhe okunuşu sırasında da kullanılır. Hadisi çok kere şeyhin asıl nüshası olan yazılı bir kitaptan okuyan karî', okuduğu hadisin herhangi bir lafzında şüpheye düşerse yazılı olanı okuduktan sonra ev kemâ kale der. Bu takdirde sonradan okuduğu lafzın doğrusu açığa çıktığında doğrusunu rivayet etmek için şeyhinden dolayısiyle izin ve icazet almış olur. Bununla birlikte bu lafız daha çok hadislerin manasıyla rivayetinde kullanılmıştır. Hatta hadisi manasiyle rivayet eden ravinin rivayetten sonra böyle demesini gerekli görenler olmuştur.
Bilhassa hadisin manasiyle rivayette aynı manaya gelmek üzere ev nahvehû (yahut Hz. Peygamberin buyurdukları gibi); ev şibhehü (yahut Hz. Peygamber'in sözlerinin benzeri); ev karîben minhu (ya da ona yakın); ev mâ eşbehe hazâ mine'l-elfâz (yahut bu sözlere benzer sözlerle) tabirleri de kullanılır. 254

Ev Mâ Eşbehe Hazâ Mine'l-Elfâz:

Bk. Ev Kemâ Kale.

Ev Nahvehû:

Bk. Ev Kemâ Kale.

Ev Şibhehû:

Bk. Ev Kemâ Kale.

Evâ'il:

İlk olarak yapılan işler manasına “evvel”in çoğuludur. Hadis Usulünde hadis metinlerinde bildirilen olayların tarihlerini tesbite yardımcı olmak üzere ilk defa yapılan işleri ifade eden bir tabirdir.
es-Suyûti, Takrîbe, dolayısiyle Ulûmu'l-Hadîse eklediği 90. konuda hadislerde söz konusu edilen bazı olayların zamanının bilinmesi ile ilgili olarak eva'ilin ilk defa el-Bulkînî tarafından zikredildiğini kaydeder. Ondan naklettiğine göre hadislerde bahsedilen bazı olayların kronolojisi “ilk defa şöyle oldu” denilen; bir hadiseden önce veya sonra olduğu zikredilen; “iki işten sonuncusu” olarak belirtilen; nihayet sene ve ay zikredilen rivayetlerle bilinir. Bu bilgi, özellikle hadislerde nâsih-mensûhu bilmede son derece önemli rol oynar.
Evâ'ile misal vermek gerekirse şu rivayetler üzerinde durulabilir. “İlk olarak şöyle oldu” kaydiyle nakledilenlere misal:
“Hz. Peygamber (s.a.s)'e vahiy, ilk defa uykuda sahih rüyalar görmesiyle başladı.” 255
“Rabbim beni putlara tapmaktan sonra ilk olarak içki içmekten ve insanlarla niza etmekten men etti.”
Bir hadiseden önce olduğu zikredilenlere misal:
“Hz. Peygamber (s.a.s) bizi su dökerken önümüzü ve arkamızı kıble tarafına dönmekten men etti. Sonraları ölümünden bir yıl önce bizzat kendisinin (su dökerken) kıbleye döndüğünü gördüm.” 256
İki işten sonuncusu” denilerek nakledilenlere misal.
“Hz. Peygamber (s.a.s)'in iki emrinin sonuncusu ateşte pişen (deve eti) yemek) yüzünden abdest almanın bırakılması oldu. 257
Tarih zikredilenlere de şu hadis misal verilebilir.
“Cerir'den rivayet edildiğine göre Hz. Peygamber (s.a.s)'i abdest alırken mest üzerine meshettiği esnada görmüştür. Ona Hz. Peygamber (s.a.s)'i Ma'ide Suresi (ndeki abdest ayeti) nazil olmadan önce mi, yoksa sonra mı gördüğü sorulunca
“Ben Ma'ide Suresinin nazil oluşundan sonra müslüman oldum” diye cevap vermiştir.” 258
Bureyde'den rivayet edilen şu iki hadis de sene ve ay zikredilerek tarih verilen hadise misaldir.
“Hz. Peygamber (s.a.s) her namaz için ayrı abdest alırlardı. Mekke fethedildikten sonra bir abdestle birkaç namaz kıldı.” 259
“Abdullah b. Ukeym'den rivayet edilmiştir. Hz. Peygamber (s.a.s) ebedi aleme göç etmeden bir ay önce bize “ölü hayvanların ne tabaklanmamış ham derilerini kullanımz, ne de tabaklanmış derilerini” diye emreden mektubu geldi.”
Hicri dördüncü asrın tanınmış hadis âlimlerinden et-Taberânî'nin Kitâbu'l-Evâ'il isimli bir kitabı vardır. İbn Ebi Şeybe de Musannefinde evâ'il konusuna ayrı bir yer ayırmıştır.

Evha'l-Esânîd:

Ed'afu'l-Esânîd terimiyle aynı manaya gelir ve isnatların en zayıf görülenini ifade eder. Esahhu'l-Esânîd ıstılahının aksine zayıf ravilerden meydana gelen isnatların değerlendirilmesinde kullanılır. Böylece isnatlar içinde en zayıf olanlara denilmiştir.
Şu isnadlar evha'l-esânid sayılmıştır.
Hz. Ebu Bekir'e ulaşan isnadlarm en zayıfı: Sadakatu'd-Dakîkî - Ferkadu's-Sebehî - Murra et-Tayyib - Hz. Ebu Bekr.
Hz. Ali'ye varan isnadların en vahisi: Amr b. Şemîr - Câbiru'l-Ce'âfi - el-Hârisu'l-A'ver - Hz. Ali isnadıdır.
Ömerilerin en vâhî isnadı: Muhammed b. Abdillah İbni'l-Kasım b. Abdillah - Babası - Dedesi. Bu isnaddaki Muhammed, Abdullah ve el-Kasım’dan hiçbiriyle ihticac caiz görülmemiştir.
Ebu Hureyre'ye ulaşan evha'l-esânîd, el-Busiy b. İsmail -Davud b. Yezid el-Evdî -Babası - Ebu Hureyre; Enes b. Mâlik'e ulaşan en vahî isnad ise Fahr- Babası -Ebân b. Ebî Ayyaş- Enes isnadıdır. İbn Hacer bu isnada silsiletu'l-kizb (yalan zinciri) demiştir.
Şahıslara ulaşan isnadların en vâhîsi olduğu gibi beldelere göre de evhâ'l-esânîd vardır. Abdullah b. Meymûn el-Kaddâh -Şihâb b. Hirâş - İbrahim b. Zeyd el-Hûzî - İkrime - İbn Abbas isnadı Mekkelilerin; Muhammed b. Kays el-Maslûb - Ubeydullah b. Zehr - Ali b. Zeyd - el-Kasım - Ebu Umame isnadı Şamlıların; Ahmed b. Muhammed İbni'l-Haccâc b. Ruşd - Babası - Dedesi - Kurre b. Abdirrahman - Ondan kim rivayet etmişse o isnad Mısırlıların en vâhî isnadıdır. Horasanlıların evha'l-isânidi ise Abdurrahman b. Muleyha - Nehşel b. Sa'id - Dahhâk - İbn Abbas isnadıdır.260

Evhâm:

Bk. Vehm.

Evlâdu's-Sahâbe:

Sahabelerin çocukları demek olan bu tabiri el-Hâkîm usul kitabının 17. bahsi olarak almış ve şöyle demiştir: “hadis ilminin bu nevi sahabenin evlatlarını bilmek konusudur. Bu konuyu bilmeyenler rivayetlerin çoğunda yanılırlar.”
İbnu's-Salâh'ta olmayan bu konu, bilhassa kendi de şahabı olan ve Hz. Peygamber (s.a.s)'den hadis rivayet eden sahabe çocuklarının bilinmesini sağladığından isnatlar ve raviler bakımından önemlidir.

Evsaku'n-Nâs:

“İnsanların en sağlamı” anlamında ta'dil lafızlarındandır. Esbetu'n-Nâs ile aynı derecededir. İsmi tafdil sigasıyla gelen ta'dil lafızları arasında yer alır. İbn Haceru'1-Askalânî'nin İbn Ebi Hatim er-Râzî ve Zehebî'nin tertip ettikleri ta'dil lafızları mertebelerine ek olarak zikrettiği lafızlardan biridir. Ta'dilde mübalağaya delalet eder.
Hakkında evsaku'n-nâs denilerek adaletli olduğuna hükmedilen ravî artık en güvenilir, hadisleri en çok kabule layık ravî demektir. Aynı manada a'delu'n-nâs ta'dil lafzı da kullanılır. 261

Evtânu'r-Ruvât Ve Buldânihim:

Ravilerin vatanları ve yurtları yani yerleştikleri yerler manasınadır. Hadis usulünün ravilerle ilgili konularından biridir.
Hadis ravilerinin bilhassa yerleştikleri yerleri bilmek gerek tarih, gerekse hadis usulü itibariyle önemlidir. el-Hâkim büyük alimlerden çoğunun evtânu'r-ruvât bilgilerinin yetersiz oluşu yüzünden ayakları kayarak hataya düştüklerini söyler.262 İbnu's-Salâh ise araplarm önceden kabilelerine nisbet edildiklerini; İslâmiyet geldikten sonra daha çok kasaba ve şehirlere yerleştiklerini, bunun sonucu olarak son yerleştikleri yerlere nisbet edildiklerinden çoğunun ensabının kaybolduğunu, son olarak nereye yerleşmişlerse oraya nisbetten başka kendilerini tanıtacak nisbetin kalmadığını söyleyerek konunun önemine bir başka açıdan işaret eder. 263es-Suyûtî ise isimleri lafız itibariyle müttefik iki ravinin ancak memleketlerinin ve yerleştikleri yerin bi-linmesiyle mümkün olabileceğini kaydeder. Buna göre yerleştikleri yerlerin bilinmesi ravilerin bilinmelerine geniş ölçüde yardımcı olduğu gibi ilim tasnif metodu olarak da büyük önem taşır. Nitekim İbn Sa'd et-Tabakâtu'1-Kubrâsında sahabe, tabi'in ve daha sonraki birkaç devre ravilerini Küfeye yerleşenler; Basra'ya yerleşenler; Şam'a yerleşenler... Ve onlardan ilim alanlar şeklinde tasnif etmiştir. İbn Hibbân da Kitâbu Meşâhîri Ulemâ'i'l-Emsâr isimli eserinde aynı metodu kullanarak sahabe ve tabi'ün alimlerini yerleştikleri merkezlere göre tasnif ederek zikretmiştir.
Evtânu'r-Ruvât konusunu ilk defa Hadis Usulü konuları arasında zikreden alim diyebileceğimiz el-Hâkim de Küfe, Mekke, Basra, Mısır, Şam, el-Cezîre ve Horasan'a yerleşen sahabenin listelerini verir. Medine'de ölen bir sahabi bilmediğini söyleyerek “Peygamber Şehri”ne yerleşen ve orada ölen tabi'ilerin isimlerini zikreder. 264Daha sonra da İbnu's-Salâh’ın tabiriyle güzel bir usul takib ederek isnatlanyle rivayet ettiği birkaç hadis nakledip diğer rivayetlere örnek teşkil edecek şekilde ravilerinin vatanlarını teker teker kaydeder. Bunlardan birini misal olarak almak faydadan hâli değildir.
“Hz. Peygamber (s.a.s) buyurdular: “Kim Allah'a bir şeyi şirk koşmadan ölürse Cennete girer.”
Ebu Abdillah der ki: Cabir b. Abdillah Küba ehlindendir; Medinelidir. Ebu'z-Zubeyr Mekkelidir. İbrahim es-Sâ'iğ, Ebu Hamze ve Abdan Mervezlidirler. Şeyhim İbrahim ile babası İsme'ye gelince her ikisi de Nisaburludurlar.” 265

Evvel:

Bk. Evvelu's-Sened.

Evvelu's-Sened:

Evvel kelimesi sıfat olarak “ilk, evvel, baş taraf manasına gelir. Evvelu's-sened ise senedin, sahabinin bulunduğu baş tarafına denir. Evvel, aslu's-sened, menşe', âhir, intiha, muntehâ-yı sened tabirleri de aynı manada kullanılmıştır.
Bazı alimlerce senedin sahabinin bulunduğu tarafı değil, aksine hadiscinin olduğu tarafıdır. Mebde veya mebde'u's-sened tabirleri de son manada kullanılmıştır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder