C
Cadde
Câ'e An Fulân Mevkûfen
Câ'e Ani'n-Nebî
Cami'
El-Câmi'u's-Sahîh
Câmiu't-Tirmizî
Cârih
Cehâlet
Cehâlet-i Ayniyye
Cehâletu'l-Ayn
Cehâletu'l-Vasf
Cehâletu'r-Râvî
Cehaletu't-Ta'yîn
Cem
Cemâ'a
Cemâ'at
Cerh
Cerh Lafızları
Cerh Mertebeleri
Cerh Sebepleri
Cerh Ve Ta'dil
Cerh Ve Ta'dil İlmi
Cerh Ve Ta'dil Kaideleri
Cerh Ve Tadil Lafızları
Cerh-i Gayrı Müfesser
Cerh-i Mübhem
Cerh-i Müfesser
Cevâmi'
Cevâmi'u'l-Kelim
Cevdet
Cevvedehû Fulan
Ceyyid
Ceyyidu'l-Hadîs
Cezm Lafızları
Cezm Sîğası
Cüz
C
Cadde:
Sözlükte ulu ve işlek yol anlamına gelen cadde, bazı hadis usulü alimlerince bir ravinin hadisi rivayet ettiği tarik manasına kullanılmıştır.
Câ'e An Fulân Mevkûfen:
“Falancadan mevkuf olarak geldi” manasına bir tabirdir. İsnadı sahabîye kadar ulaşan mevkuf haberlerin naklinde kullanılan tabirlerdendir. Herhangi bir haberi naklettikten sonra kullanıldığında o haberin isnadının sahabiye kadar ulaştığı ve Hz. Peygamber'e ait merfû' değil, mevkuf bir haber olduğu ifade edilmiş olur.
Câ'e Ani'n-Nebî:
“Hz. Peygamber'den şöyle gelmiştir” demektir. Temriz sîgalarındandır.
İbnu's-Salâh, bir muhaddisin herhangi bir zayıf hadisi isnadsız olarak rivayet ederken kale Resûlullâh gibi kesin rivayeti ifade eden cezm sîgalan değil temriz sığaları kullanması gerektiğini söyler, ona göre muhaddis, sahih veya zayıf olduğunda şüpheye düştüğü hadisleri rivayet ederken de aynı şekilde cezm siğaları yerine ruviye, verede, reva ba'duhum, câ'e gibi temriz sigalarından birini kullanmalıdır.123
Buna göre câ'e ani'n-Nebî lafzı, zayıf hadislerle sahih veya zayıf olduğunda tereddüt edilen hadislerin isnadsız olarak rivayetlerinde kullanılması öngörülen eda lafızlarından biridir.
Cami':
Kelime olarak “toplayan, bir araya getiren” anlamında ismi faildir. Çoğulu cevâmi' gelir.
Hadis terimi olarak, Hz. Peygamber'in çeşitli konulardaki hadislerini bir araya getiren kitaplara denir. Genellikle şu sekiz konudaki hadislerden meydana gelirler.
1. Akâ'id (iman ve iman ile ilgili konular);
2. Ahkâm (ibadet ve muamelât);
3. Rikâk (İman ve ibadet duygularının güçlenmesi, dünya sevgisinin zayıflaması);
4. Âdâb (Yeme-içme ve öteki günlük hayatta işlenen diğer işlerde uyulacak ahlak kaideleri),
5. Tefsir, Tarih ve Siyer (Kur'ân-ı Kerim Tefsiri, kainatın yaratılışından Hz. Peygamber (s.a.s) zamanına gelinceye kadar gelmiş geçmiş peygamberler ve insan toplulukları, nihayet Allah Resulünün hayatı, zamanında geçen olaylar);
6. Şemâ'il (Hz. Peygamber'in özellikleri, günlük yaşayışı ve üstün ahlaki meziyetleri);
7. Fiten (Hz. Peygamber'in ebedî hayata göç etmesinden sonra ve Kıyamete yakın meydana gelecek olaylar);
8. Menâkib ve Mesâlib (Bir kısım sahabîlerin menkibeleri).
Buhâri ve Müslim'in el-Câmi'u's-Sahîh adındaki kitapları ile Tirmizî'nin Sünenu't-Tirmizî de denilen aynı adı taşıyan kitabı, cami tipi hadis kitaplarının en meşhurlarıdır.
Maliki alimlerden Abdullah b. Ebî Zey-di'1-Kayrevânî'nin sünen, âdâb, tarih meğâzî konularındaki Kitâbu'1-Câmi' isimli eseri gibi bazı hadis kitapları bu konulardan sadece bir kaçını ihtiva ederler. İbn Huzeyme'nin akâ'id konusundaki hadislere yer veren Kitâbu't-Tevhîdi; Buhârî'nin âdâb konusundaki hadislere ayırdığı el-Edebu'1-Mufredi; Tirmizî'nin Şemâ'il konusundaki hadisleri bir araya topladığı eş-Şemâ'ili gibi eserler ise bu konulardan yalnız birine ait hadisleri bir araya getirirler.
Cami' türü hadis kitaplarının yalnızca ahkâm hadislerine ayrılmış olanlarına musannef de denir.
El-Câmi'u's-Sahîh:
Sekiz ana konudaki hadislerin tümünü ihtiva eden cami' türü hadis kitaplarının sahih özelliğini taşıyanına verilen isimdir. Özellikle Buhârî ve Müslim'in sahihleri için kullanılmıştır. Bu iki esere es-Sahîhân (iki sahih) adı verilmiştir.
Câmiu't-Tirmizî:
Bk. Sünen-i Tirmizî.
Cârih:
Sözlükte yaralamak manasına gelen “cereha” kök fiilinden alınma ismi faildir. Yaralayan demektir.
Hadis deyimi olarak bir raviyi, şahsında veya rivayetinde bulunan kadih bir illetten dolayı cerheden alime denir.
Cerh ve ta'dil maddesinde söz konusu edileceği gibi, İslâm alimleri İslâm şeriatını korumak, onu yalan-yanlış rivayetlerden uzak tutmak gibi asil bir endişeyle hadis ravilerini sağlam esaslara dayanan tenkit süzgecinden geçirmişlerdir. Böyle bir tenkidin sonunda herbiri hakkında ya cerh hükmü vermişler, ya da adalet sahibi olduklarını söylemişlerdir. Ravi hakkında cerh hükmü vererek rivayetinin güvenilir olmadığını açıklayan cerh ve ta'dil alimine carih denilmiştir.
Carihin bazı niteliklere sahip olması gerekir. Bu niteliklerin başında ravilerin hallerini bilmek gelir. Carih, ravi hakkındaki cerh hükmünü ancak bu bilgiye dayanarak verebilir. Bilgisiz cerhin dedikodu ve gıybetten öte hiçbir ilmî değeri yoktur. Kaldı ki, ravinin cerhine hükmeden âlim, hükmünü neye dayanarak verdiğini açıklamak zorundadır. Bu kaidenin zanna dayanan veya indi tevillerle cerhin önüne geçmek için konulduğu şüphe götürmez.
Rivayet edildiğine göre bir şahıs birini cerheder. Cerh sebebi sorulduğunda onu ayakta su dökerken gördüğünü söyler.
“Bunda cerhi gerektirecek ne var?” diye sorulduğunda
“Üzerine ve elbisesine sidik sıçrayacağı, sonra da o halde iken namaz kılacağı” cevabını verir. Cârihe
“Onu bu halde namaz kılarken gördün mü?” diye sorulunca ise
“Hayır görmedim” der. Olayı nakleden el-Hatîbu'l-Bağdadî şunları eklemiştir:
“Bu ve benzeri cerhler te'ville cerhtir. Alim olan, bu ve benzeri sebeplerle kimseyi cerhetmez.” 124
Bunun yanısıra carihin, ravinin cerhine sebep teşkil eden hallerini iyi değerlendirmesi ve adaletli olması gerekir. Adalet vasfına sahip olmayan veya adalet yönünden noksan bulunan carihin herhangi bir ravi hakkındaki hükmünde isabetli olabileceği şüphelidir.125
Diğer taraftan carihin, kendine göre cerhin gerçekleşeceği yerlerde maksadının hasıl olacağı en alt seviyede kalması, bu seviyeyi yukan geçmemesi gerekir. Bu sebeptendir ki bazı alimler, cerhte asgari hadde kalmayıp ravileri kezzâb gibi ağır cerh lafızlarıyla cerhedenleri ayıplamışlardır. Müslim'in naklettiğine göre Eyyüb es-Sahtiyânî, birinden söz ederken yalancılığından kinaye olarak “O fazla yazar” dermiş. Buhârî de bu hususa riayet edenlerdendir. Onun en çok kullandığı cerh lafızları Munkerul-hadîs, seketû anhu, fthi nazar, terekûhu gibileridir. Fulânun kezzabını veya vaddâ'un diyerek cerhettiği raviler son derece azdır. Yalancı ravilerin cerhinde ise kezzebehû fulânun, ramâhu fulânun bi'1-kezib gibi cerh lafızları kullanmıştır.126
Hadis ilminde yüksek mertebelere ulaşmış alimlerin, ravilerin hallerini bilmek ve ona göre cerhetmek mecburiyeti, onları, hadislerle meşgul olan herkesin halini, günlük hayattakilerden dinî konulardakilere kadar bütün davranışlarını araştırmaya sevketmiştir. Araştırmaları sonucu öğrendiklerine göre verdikleri hükümleri başkalarının ve gelecek nesillerin de öğrenmesi için rical bilgisi veren kitaplar te'lif etmişlerdir. Raviler hakkında verilmiş hükümleri açıkladıkları bu kitaplardan birkaçının isimleri cerh ve ta'dil ilmi maddesinde kaydedilmiştir.
Cehâlet:
Sözlükte “cehl” kelimesiyle eş manalı olarak bilgisizlik manasınadır ki ilim karşılığıdır. Alâ harfi cerriyle bilmez görünmek manasına olur. 127Cahillik, farkına varmamak, bilmemek, cahil olmak da aynı kelimenin manaları arasındadır.
er-Rağıbu'l-İsbehânî'ye göre cehalet üç çeşittir. Birincisi nefsin bilgiden hâlî olmasıdır. Cehlin asıl manası budur. İkincisi, bir şeye olduğundan farklı bir şekilde inanmak; üçüncüsü ise bir şeyi yapılması gereken şeklin aksine yapmaktır. 128
Hadis terimi olarak cehalet, metâ'in-i aşere denilen ve ravilerin tenkidinde göz önünde bulundurulan on esastan biridir. Ravinin adaletiyle ilgilidir.
Hadis usulü kaynaklarında cehâletu'r-râvî şeklinde de geçen cehalet, tek cümleyle ravinin bilinmemesidir.
Bir ravinin bilinmemesi iki türlü olur. Birincisi, kimliğinin; öteki deyişiyle kim olduğunun bilinmeyişidir. Bu tür cehalete cehâlet-i ayniyye veya cehâletu'1-ayn da denir. İkincisi ise ravi hakkında verilen cerh ve ta'dil hükmünün bilinmemesidir. Cehaletu'l-vasf da denilmiştir.
Gerek kimliği, gerekse hakkında verilen cerh ya da ta'dil hükmü bilinmeyen raviye meçhul denir. Meçhul ravi, eğer kimliği bilinmiyorsa mechûlu'1-ayn; adaleti bilinmiyorsa mechûlu'l-adâledir.
Ravinin kimliğinin veya cerhedildiğinin yahutta adaletinin meçhul kalması iki sebepten ileri gelir. Bunlardan birincisine göre kimi ravilerin isim, künye, lakab, nisbet veya sıfat ve meslek gibi kendisini meçhul kalmaktan kurtaran nitelikleri çoktur. Ravi bunlardan sadece biri veya ikisiyle tanınmıştır. Böyle iken ondan rivayette bulunanların her biri, herhangi bir maksatla onun bilinen meşhur niteliğini bırakıp meşhur olmayan niteliklerinden birini söyler. İşitenler onu tanımadık başka biri zannederler. Meselâ, Muhammed b. Sâ'ib el-Kelbî'yi bazıları dedesine nisbet ederek Muhammed b. Bişr, Bazıları Hammâd İbnu's-Sâ'ib isimleriyle anmışlardır. Bazıları da onu Ebu'n-Nadr, yahud Ebu Sâ'id, yahutta Ebu Hişâm gibi değişik künyelerle zikretmişlerdir. Böylece rivayel ettiği hadis bir iken durumu bilinmeyenler onu değişik raviler sanmışlar ve türlü türlü hatalara düşmüşlerdir.
Bu şekilde değişik isim veya künyelerle zikredilen şahısları tanımak, farklı lakab veya künyelerini birleştirerek yapılan hataları düzeltmek için hadisciler mûdih adı verilen kitaplar yazmışlardır. 129
Ravinin bilinmemesinin ikinci sebebi mukül olması, yani az hadis rivayet etmesi, veya tek ravisinin bulunmasıdır. İster tâbi'ûndan, isterse daha sonraki tabakalardan olsun, tek ravisi olan mukül, ravisi ismini açıklasa bile mechûlu'l-ayn olmaktan kurtulamaz. Şu da var ki mukül olan ravinin ismi bazen de kısaltma yapmak maksadıyle zikredilmez. Böyle ravi ismi anmamaya ise ibhâm adı verilir.
Ravisi bilinmeyen hadisler, hadiscilerce makbul sayılmamıştır; zira bir hadisin sıhhati herşeyden önce onu rivayet eden ravinin adalet sahibi olmasına ve zabt özelliği taşımasına bağlıdır. Ravinin kimliği bilinmeyince haliyle adaletli olup olmadığı da bilinemez. Adaleti bilinmeyen ravinin hadisi ise sahih sayılmaz.
Cehâlet-i Ayniyye:
Bk.Cehalet.
Cehâletu'l-Ayn:
Bk. Cehalet.
Cehâletu'l-Vasf:
Bk. Cehalet.
Cehâletu'r-Râvî:
Bk. Cehalet.
Cehaletu't-Ta'yîn:
Kimliği kestirilemeyen ravinin cehaleti manasına tamlamadır. Hadis Usûlü İlminde bazı isnatlarda görülen “ev” edatının ifade ettiği tereddütle ilgilidir.
Bazı raviler isnatlarında bazen ahberanâ fulânun ev fulânun gibi bir eda sîgası kullanırlar. Bu durumda ravi hadîsi isimlerini verdiği şeyhlerinden hangisinden aldığını kestirememiş demektir. Bunun sonucu her iki şeyhi hakkında kesinlikle hangisinden olduğunu tayin edememekten doğan bir cehalet söz konusu olmuştur ki buna cehâletu't-ta'yin adı verilmiştir.
Şu var ki, böyle bir durumda kestirilemeyen şeyhlerden her ikisi de sika ise ortaya çıkan ta'yin cehaletinin gerek isnada, gerekse metne herhangi bir zararı dokunmaz.
Cem:
Dağınık nesneleri toplamak, bir araya getirmek anlamında mastardır. Hadis Usulünde ihtilâfu'l-hadîs bahsiyle ilgili olarak, ilk bakışta aralarında çelişki varmış gibi görünen hadislerin te'vil yoluyla birleştirilmesine denir.
Öte yandan aynı tabirin kimi Hadis usulü eserlerinde çeşitli konulardaki hadisleri bir araya toplayarak kitap haline getirmek anlamında da kullanıldığı görülür. Belli kitaplardaki hadisleri bir araya toplayıp değişik tertipde yeni bir eser meydana getirmeye de aynı isim verilmiştir.
Cemâ'a:
Bk. Cemâ'at.
Cemâ'at:
Sözlükte topluluk ve cemaat anlamına gelen isimdir. Bazı alimlerce el-Kutubu's-Sitte sahiplerine veya bunlarla birlikte Ahmed b. Hanbel'e işaret etmek üzere kullanılmış bir tabirdir.
Cerh:
Sözlükte “yaralamak, dürtmek, tesir etmek, bir yarayı deşmek” manalarına gelir. Asıl olan yaralamak manası yanında bir kimseye söğmek, hakimin, yalan veya fısk gibi sebeplerle şahidi adaletten düşürerek şahitliğini reddetmesi, nihayet lazım fiil manasıyla yararlanmak gibi manaları da vardır.130
Hadis terimi olarak cerh, tecrîh ile aynı manada kullanılır. Mutkin ve hafız olan bir alimin bir ravinin rivayetini, kendisinde veya rivayetinde bulunan kâdih illet sebebiyle reddetmesine denir. Bu, bir bakıma ravinin veya rivayetinin taşıdığı kâdih illet yüzünden rivayet ettiği hadisin doğruluğuna şehadetini reddetmekten ibarettir. Ravi, sırf kusuru yüzünden reddedilmekle cerhedilmiş demektir. Dolayısiyle hadisi de reddedilmiştir. Bununla birlikte ravinin rivayetinde mesela yalan ithamına maruz kalması, çokça yanılması gibi sebeplerle reddedilmesi de aynıdır ve rivayetinin reddiyle sonuçlanır. Şu hale göre cerh, hadis ravilerinde bulunan ve rivayetlerinin reddedilmesine sebep olan kusurların tesbit edilerek rivayet kusurlarının ortaya konması ve bunun sonucu olarak naklettiği hadislerin reddedilmesini sağlamaktır.
Cerh konusu Hadis ilminin en önemli konularından biri, hatta birincisidir. İslamî nakilleri, özellikle hadisleri korumak ve uydurmalarıyla karışmasına mani olmak gayesiyle konulmuştur.
Çeşitli vesilelerle tekrar edileceği gibi, İslâm Dini, Kur'ân-ı Kerîm'den sonra Sünnete, dolayısiyle de hadislere dayanır. Hadisler nesilden nesile rivayet yoluyla aktarılmıştır. Bu aktarma işinin sistemli bir şekilde yürütülebilmesi başta isnad olmak üzere konulan rivayet kaideleriyle mümkün olmuştur. Bunun yanısıra ravinin her halinin tetkik edilmesi sonucu hakkında verilen cerh veya ta'dil hükmü ise hadisleri değerlendirme esaslarının başında yer almıştır. Bu itibarla rivayetleri kabulde tadıl, reddetmede tecrîh önemli bir metot haline gelmiştir.
en-Nevevî'ye göre ravilerin cerh edilmesi, İslâm şeriatını korumaktır. Hadis rivayeti dinî bir iş olduğundan ravileri cerhetmek lüzumsuz ve haram olan gıybet değildir. Dedikodu da sayılamaz. Aksine vacip bir iştir.131 Zira rivayetler çok kere bir şeyi ya helal, ya haram kılar. Emreder veya yasaklar. Teşvik eder veya sakındırır. Halbuki zayıf ravilerin naklettikleri yalan yanlış haberler müslümanları hatalı yollara sürükler. 132Nitekim tanınmış cerh ve ta'dil âlimi Yahya b. Sa'id el-Kattân, “Sufyânu's-Sevrî, Şu'be, Mâlik gibi alimlere “yalan töhmetine maruz kalan yahut zayıf bulunan bir ravinin halini açıklayayım mı, yoksa susayım mı?” diye sordum; hepsi de “halini açıkla” dediler” diyor. Yine Yahya, “cerhettiğin kimselerin kıyamet günü hasım olarak karşısına dikilmelerinden korkmuyor musun?” diye soranlara şu cevabı vermiştir: Onların kıyamette karşıma hasım olarak çıkmaları, hadislerini müdâfa etmediğim için Hz. Peygamber (s.a.s)'in hasım olarak çıkmasından daha evlâdır.” 133
Tirmizî de şunları söylemiştir: Muhaddisleri hadis ravilerini cerhe seviden âmil, bize kalırsa, Allah bilir, müslümanların iyiliğine çalışmaktır. Yoksa bunların müslümanlara ta'n etmek veya dedikodu yapmak istedikleri düşünülemez. Bize göre muhaddisler cerh ile ancak zayıf ravilerin zayıf olduklarını açıklamak istemişlerdir. Bunu da onların tanınmaları için yapmışlardır; zira zayıf kabul edilen ravilerin kimi bidat sahibidir. Kimi hadislerinde töhmet altında kalmıştır. Kimi de gaflet sahibi veya çok hata yapan biridir. Cerh ve ta'dil imamları, dine olan şefkatlerinden dolayı bunların hallerini beyan etmek istemişlerdir. Kaldı ki dinî konulardaki tesebbüt (işi sağlam tutma) hukukî şehadetten de mal konusundaki şehadetten de daha mühimdir.” 134
Tarîhen sabittir ki sahabîler arasında görülen ihtilaf ve anlaşmazlık Tâbi'ûn ve Tebe'ut-Tâbi'în devirlerinde müslümanlar arasında birer tarafı tutmak meylini doğurmuştur. Çok geçmeden bazı fırkaların ortaya çıkışıyla birlikte bazı kişiler, dinin gerçek yüzünü değiştirecek hadisler uydurmaya başlamışlardır. Bu faaliyetlerin giderek artması İslâm Dini'nin Hz. Peygamber zamanındaki safiyetini koruma endişesine yol açmıştır. Bunun üzerine hadis âlimlerinin, işittikleri rivayetleri inceden inceye tetkik ederek şüpheli gördüklerini haber vermeleri; bunun için de birçok hadis ravisini ta'n etmeleri zarurî hale gelmiştir. Böylece Hz. Peygamber'in (s.a.v.) hadislerinin toplanma, tedvin edilme, daha sonra da tasnif edilerek kitaplara yazılma zamanı olan yaklaşık üç asır devam eden süre içinde binlerce ravi teker teker cerh ve ta'dil süzgecinden geçirilmiştir. Bu tenkit faaliyeti sonunda naklettiği hadisler makbul sayılan sika ravilerle zayıf ve metruk olanlar, meçhuller ve bilhassa yalancılar ve hadis uyduranlar tesbit edilmiştir. İşte cerh, böyle bir gayretin sonucudur.
Cerh ve ta'dil kaideleri arasında cerhle ilgili olanlar önemli bir yer tutarlar. Bunun yanısıra cerhle ilgili bazı önemli hususlar vardır. Bunların başında cerhedilen ravide gerçekten cerhe sebep teşkil edecek bir halin bulunması gelir. Bir de herkesin, cerh ediyorum diye dilediği kimseyi dilediği şekilde kötülememesi gerekir; çünkü öyle haller vardır ki bunlar, çoğunluğun nazannda sahibinin cerhini gerektirecek kötülükler değillerdir. Öyle iken bazıları bunları kötü görür ve yapanları cerhederler. Bu ise onların bazı insanları haksız yere kötülemesiyle birdir. Cerhin, cerhe sebep teşkil eden hal açıklanmadıkça kabul edilmemesinin en mühim sebebi budur.
Öte yandan cerhin, cerhi gerektirecek görünür bir halden dolayı yapılması gerekir. İndî yorumlarla raviler cerhedilemez. Onun için cerh ve ta'dil alimlerinin ravilerin cerh edilmesini gerektiren halleri iyi bilmeleri gerekir.
Cerh Lafızları:
Hadis ravilerinin gerek kendilerinde, gerekse rivayetlerinde bulunan kadih bir illet sebebiyle cerhedilmelerinde bazı lafızlar kullanılır. Bu lafızlara cerh lafızları denir.
İbn Ebî Hatim ve ona tabi olan İbnu's-Salâha göre dört mertebe olan cerh lafızları135, ez-Zehebî ve el-Irakî tarafından beş, İbn Haceri'l-Askalâni tarafından ise altı mertebeye çıkarılmıştır. 136Böylece tesbit edilmiş olan cerh lafızları, en hafiflerinden başlamak üzere şunlardır:
1. Mertebe: Leyyin (gevşek) ve leyyinu'1-hadîs (hadiste gevşek). Aynı manadaki bu iki cerh lafzı en hafif cerhe delâlet eder. Bir ravi hakkında leyyin veya leyyinu'l-hadis denilmişse böyle ravinin hadisleri yazılır, itibar için dikkate alınır. 137ed-Dârekutni’ye göre leyyinu'l-hâdis olarak cerhedilen ravinin hadisleri terkedilmez. Böyle bir ravi, kendisini adaletten düşürmeyecek bir halle cerhedilmiştir. 138
Şu da var ki leyyin lafzıyla kastedilen rivayette ciddiyetsizlik ve gevşek davranmak olabileceği gibi ravinin dinî emirlerde ihmalkâr davranması da olabilir.
el-Irâkî tarafından zikredilen aşağıdaki cerh lafızları da aynı mertebede bulunan raviler için kullanılmıştır:
Fîhi lîn (onda gevşeklik vardır); fîhi mekâl (hakkında söz yani ta'n vardır); Da'îf (zayıf); ta'rifu ve tunkiru (onu gâh beğenirsin, gâh beğenmezsin. Veya bakarsın ma'ruf hadisler rivayet eder; bakarsın münker hadisler); leyse bi-zâke'l-kavîy (Aradığın gibi kuvvetli değil); leyse bi-zâke (aradığın gibisi değil); Leyse bi'1-metîn (sağlam değil); Leyse bi-huccetin (hüccet olamaz); leyse bi-umdetin (mutemed değil); leyse bi-merdiyyin (razı olunacak biri değil); li'd-da'fi mâ huve (zayıflıktan uzak değil); fîhi halfun (hakkında ihtilaf vardır); tekellemû fîhi (hakkında söz ettiler); ta'anû fîhi (onu ta'n edenler oldu); seyyi'u'l-hıfzi (ezberlemesi kötü); mat'ûnun fîhi (mat'ûn).
İbn Haceri'l Askalânî de bu cerh lafızlarından daha ehven olmak üzere fîhi ednâ mekâlin (hakkında pek hafif bir ta'n vardır) tabirinin kullanıldığını söyler. Aliyyu'l-Karî ise bu mertebeye mahsus cerh lafızları arasında fîhi da'fun (kendisinde azıcık zayıflık vardır); fî hadîsihî da'fun (hadisinde zayıflık vardır) tabirlerini de saymıştır.139
Aynı manada ve aynı mertebeye delâlet etmek üzere kad du'ife (zayıf görüldü) ; muda'afun (zayıf olan); yuda'afu (zayıf görülüyor) lafızları da kullanılmıştır.
2. Mertebe: Leyse bi-kaviyyin (sağlam değil). Hakkında bu lafız kullanılarak cerhedilen ravi, İbn Ebî Hâtim'e göre öncekilerden daha aşağı olmakla birlikte yine de hadisleri itibar için yazılır.
3. Mertebe: Da'îfu'l-hadîs. el-Irâkî buna da'îf (zayıf); munkeru'l-hadîs, hadîsuhû munkerun (hadisi münker); vahin (vahi); da'afûhu (zayıf buldular); da'îfun vahin (zayıf ve vahi); meçhulün (meçhul); lâ yuhteccu bihî (onunla ihticac olunmaz); muztaribu'l-hadîs (hadisi muztarib); fâhişu'l-galat gibi cerh lafızlarını da ilave etmiştir.
Buhârî, üçüncü mertebe cerh lafızlarından munkeru'l-hâdîsi kendisinden rivayet helal olmayan raviler hakkında kullanır. Böylece diğer cerh ve ta'dil imamlarından ayrılır. Bununla birlikte diğer cerh ve ta'dil alimlerinin çoğunluğu bu grupta bulunan lafızlarla cerhedilen ravilerin, rivayetlerine ne kadar az itimat edilirse edilsin, yine de bir dereceye kadar itibar ve istişhada yarar sayılacağı görüşündedirler.
4. Mertebe: Bu mertebede bulunan cerh lafızları daha öncekilerden ağırdır: Rudde hadîsuhû (hadisi reddedildi); reddû hadîsehû (hadisini reddettiler); merdûdu'l-hadîs (hadisleri merdûd); da'îfun cidden (çok zayıf); vahin bimerra (büsbütün vahi); tarahû hadîsehû (hadisini hiçe saydılar); mutarrahun veya mutarrahu'l-hadîs (hadisi atılan); irmi bihî (kaldır at); leyse bi-şey'in (bir şey değil); lâ yusâvî şey'en (bir şey etmez).
Bu grupta bulunan cerh lafızlarından biriyle cerhedilen ravinin hadisleri yazılmaz. Ne itibar için dikkate alınır; ne de istişhada uygun sayılır.
5. Mertebe: Bu mertebedeki cerh lafızları daha da ağırdır. Metrukün (terkedilmiş); metrûkul-hadîs (hadisleri metruk); terekkûhu (terkettiler); zâhibun (zahib); zâhibu'l-hadîs (hadisi zâhib); sâkitun (Sakıt); hâlikun (helak olmuş); fîhi nazarun (hakkında görüş var); seketû anhu (söz konusu etmediler); lâ yu'teberu bihî (itibar edilmez); lâ yu'teberu bi-hadîsihî (hadislerine itibar edilmez): leyse bi's-sikati veya leyse bi-sikatin (sika değil); ğayru sikatin ve lâ me’ınûnun (ne sika ne de güvenilir); muttefekun alâ terkihî (terkinde ittifak ettiler); muttehemun bi'1-kezibî (yalanla itham edilmiş); muttehemun bi'l-vaz' (hadis uydurmakla itham edilmiş).
Buharî bunlardan fîhi nazarun ile seketû anhu lafızlarını metrûku'l-hadîs manasına ve hadisleri itibar için bile olsa yazılmayan, istişhada da uygun olmayan raviler hakkında kullanmış ve diğer cerh ve ta'dil imamlarından ayrılmıştır.
6. Mertebe: Bu mertebede bulunan cerh lafızları en ağırlarıdır. Deccâlun (deccal); kezzâbun (aşırı yalancı); yekzibu (yalan söyler); vada'a hadisen (hadis uydurdu), veddâ' (hadis uyduran).
İbn Haceri'l-Askalânî bunlardan da aşağı olmak üzere ekzebu'n-nâs (insanların en yalancısı); ileyhi'l-muntehâ fî'l-vaz' (hadis uydurmada zirvede); huve ruknu'1-kezib (yalanın direğidir) gibi lafızlarla cerhedilen ravilerden söz etmiştir. Bazı alimlere göre bunlar, en şiddetli cerhe delalet eden yedinci mertebe lafızlarıdır. Gerek altıncı, gerekse yedinci sayılan mertebede bulunan cerh lafızlarıyla cerhedilen ravilerin hadisi yalan sayılır ve hiçbir şekilde itibar edilmez.
Cerh Mertebeleri:
Cerhin değişik mertebelerini ifade eden bir tabirdir.
Cerh ve ta'dil âlimleri hadis ravilerini hafifinden ağırına ve en ağırına kadar değişik kademelerde bulunan lafızlardan birisiyle cerhetmişlerdir. Söz konusu kademelerin herbirine mertebe, her mertebe cerh için kullanılan lafızlara ise cerh lafızları (elfâzu'1-cerh) denilmiştir. 140
Cerh Sebepleri:
Ravilerin cerhine sebep olan hallerdir. Daha çok rivayetle ilgilidir. Bellibaşlıları şunlardır.
1. Kizb. (Yalancılık)
2. Sefeh veya sefahet
3. Bidat ve hevâ
4. İhtilat ve teğayyür
5. Rivayetleri arasında şâz, münker ve garîb hadislere fazla yer vermek
6. Kesretu'l-galat (Rivayetlerinde fazla hata yapmak)
7. Gaflet (Rivayet ettiği hadislerden gafil olup ne rivayet ettiğini bilmemek)
8. Telkin (telkin altında kalmak)
9. Rivayet ettiği hadislerin yalan olduğunu bilmemek
10. Mülâki olmadığı şeyhten arada vastta olmadan rivayette bulunmak
11. Kitabı kaybolduktan sonra başkalarına ait kitaptan rivayette bulunmak.
12. Hadis rivayetinde hatasını düzeltmemek.
13. Tedlis yapmak.
Bu haller ravinin cerhedilmesine sebep teşkil eder. Daha çok rivayet usulüyle ilgili olan bu cerh sebeplerinin dışında başka haller de bulunabilir. Bunlar ravinin dinî ve ahlakî durumlarıyla ilgili olabilir. Mesela Mü’min görünen, fakat gayeleri müslümanlar arasına fitne ve fesat sokmak, İslâm'ı yıkıp parçalamak olan zındıklar, elbette hadisleri reddedilen kimselerdir. Bunun gibi ahlak seviyeleri düşük olan kimseler de, bu yönden cerh edilerek rivayetleri terkolunur. Bütün bunlar, Hz. Peygamberin hadislerini her türlü tahrif ve tashifden korumak için alınan tedbirlerdendir. 141
Cerh Ve Ta'dil:
Maddelerinde ayrı ayrı ve geniş olarak görüldüğü gibi cerh, terim olarak, hafız ve mutkin bir hadis aliminin, ravide veya rivayetinde bulunan kadih bir illet sebebiyle rivayetini reddetmesi; ta'dil ise aynı mertebede bulunan alimin bir ravinin adalet vasfına sahip olduğuna hükmetmesidir.
Cerh ve ta'dil, İslâm şeriatını korumak, onu hatadan, yalan yanlış rivayetlerden uzak tutmak endişesinden doğmuştur; zira dini hükümlere mesnet teşkil eden hadislerin sıhhati, her şeyden önce onları rivayet eden ravilerin adalet ve zabt sebebi, dürüst ve güvenilir olmalarına bağlıdır. Hadis sahih olmalıdır ki o hadise dayanılarak verilen hüküm sahih olsun. Ravi de kusursuz olacaktır ki rivayet ettiği hadis sahih olabilsin.
Aslında bir haberin kaynağını araştırmak, Kur'an-ı Kerim'de Mü’minlere verilen ilahi emirler arasındadır:
“Ey iman edenler! Size yoldan çıkmış (fasık) birisi bir haber getirirse onun doğruluğunu araştırın. Yoksa bilmeyerek bir topluluğa karşı kötülük edersiniz. Sonra da yaptığınıza pişman olursunuz.”142 Tabi'î alim Muhammed b. Şirin de dinî nakillerin kimlerden alındığına dikkat edilmesi gereğine işaret ederek şunları söylemiştir: “Hadisler dinin ta kendisidir. Bu itibarla kişi dinini kimlerden aldığına dikkat etmelidir.” 143
Önce ayetten, daha sonra tâbi'î âlimlerinden birinin sözlerinden anlaşılmaktadır ki, hadislerin sıhhatine hükmedebilmek için ilk evvel onları nakleden ravilerin güvenilir kimseler olup olmadıklarının tesbit edilmesi gerekir. Bunun için hadis âlimleri hadislerin sahih ve makbul olanlarını zayıflarından ve Hz. Peygambere ait olmayan uydurmalarından ayırd edebilmek için ravilerin kimliklerini, kişiliklerini, hadis rivayet kaidelerine ne derece riayet ettiklerini, rivayet ettikleri hadisleri hıfzetmekte olduğu kadar başkalarına nakletmekteki dikkat ve itinalarını, nihayet İslâm Dini'nin emir ve yasaklarına riayet derecelerini titiz ve tarafsız bir anlayışla tenkide tâbi tutmuşlardır. Bu tenkit sonucu rivayetleri makbul görülenlerle naklettiği hadislere itibar edilemiyecek olan raviler tesbit edilmiştir. Cerh ve ta'dil, bir bakıma bu tesbittir.
Hz. Osman'ın şehit edilmesiyle başlayan siyasî ihtilaflar da hadis rivayet edenlerin tenkidini zaruri hale getirmiştir; zira siyasî fikir ve görüş ayrılıkları sonucu ortaya çıkan fırkaların herbiri kendisini destekleyecek ve hasımlarına karşı savunmasını yapacak hadisler uydurmaya başlamıştır. Bu durumda hadisleri kimlerin rivayet etmiş olduğu, üzerinde durulması gereken mühim bir konu haline gelmiştir. Yine İbn Sîrîn'e göre “fitne kopuncaya kadar kimse kimseye hadisi kimden rivayet ettiğini sormamıştır. Ne var ki, fitne başlayınca hadis ravilerini inceleme de başlamıştır. Bu inceleme sonunda Ehl-i Sünnetten olanların hadisleri kabul edilmiş; bidat ehli olanların hadisleri reddedilmiştir.” 144
İbn Abbas'ın şu sözleri de her önüne gelenin hadis rivayet etmeye başlaması üzerine isteyen herkese rivayet etmemek suretiyle bir çeşit cerh ve ta'dil uygulaması yapıldığını gösterir. “Hz. Peygamber adına önceleri yalan söylenmediği için bizler ondan hadis rivayet eder dururduk. Lakin her önüne gelen her duyduğunu rivayet etmeye başlayınca biz de rivayeti bıraktık.” 145
Rivayetine itibar edilip edilmeyeceğini belirlemek üzere ravinin tenkide tâbi tutulması neticesi cerh edilmesi veya adaletli olduğuna hükmedilmesi şeklinde özetlenebilecek cerh ve ta'dil, dinî rivayetleri değerlendirme ölçüsü ortaya koyduğu için son derece önemlidir. İslâm âlimleri cerh ve ta'dile büyük önem vermişler ve onu Hadis İlminin en mühim dalı kabul etmişlerdir. Söz gelişi el-Hatîbu'l-Bağdâdî, cerh ve tadili Hadis İlminin semeresi ve en büyük kolu saymıştır.146
Öte yandan hadis rivayeti dinle ilgilidir. Öyle olunca ravilerin cerh ve ta'dili büyük önem taşır. Lüzumsuz bir iş olmadığı gibi haram olan dedikodu veya gıybet de sayılamaz. Aksine vacip bir iştir.147
Hadis İlminde böylesine önemli bir yer tutan cerh ve ta'dilin Hz. Peygamber (s.a.s) zamanında başladığı söylenir, gerçekten ondan ve daha sonra sa-habîlerden cerh ya da ta'dil sayılabilecek sözler nakledilmiştir. Bununla birlikte gerçek mânâda cerh veya ta'dil denebilecek tenkidlere daha çok tabiiler devrinde rastlanır.
Cerh ve ta'dilin geçerli olabilmesi için bazı kaidelere uygun olması şarttır. Ravinin cerhinin yahut adaletine hükmedilmesinin belli esaslar dahilinde yapılmasını sağlamak üzere konulmuş bu kaidelere cerh ve ta'dil kaideleri adı verilir. Bellibaşlıları şunlardır:
1. Hem cerh hem de ta'dil, cerh veya ta'dile sebep olan halleri iyi bilen adaletli, dikkatli ve uyanık bir âlim tarafından yapılmış olmalıdır. Bununla birlikte bir ravinin cerhine veya adaletine hükmeden alimin keskin zekâ sahibi, görüşü kuvvetli ve araştırıcı olması gerekir. Aslında cerh ya da ta'dil bu niteliklere sahip olan bir âlimden geldiğinde kabul edilir. Rastgele bir hadisçinin cerhi de ta'dili de kabul edilmez.
Bununla birlikte cerh ve ta'dil âliminin ravi hakkında araştırmadan, kolayca ve delilsiz olarak hüküm veren kimselerden olmaması gerekir; zira bir ravi hakkında kolayca ve delilsiz bir şekilde ta'dil hükmü verdiği zaman kendince sabit olmayan bir hüküm vermiş olur. Ravinin adaleti hususunda galib zanla hükmetmediği için de yalan ihtimalini tasdik etme durumuna düşer. Aynı şekilde dikkatsizce veya ihtiyata riayet etmeksizin kolayca cerhe kalkışınca da aslında ta'ndan beri olan bir müslümana ta'n etmiş ve onu lekelemiş olur. Bu durumlara bazen garazla düşülür. Bilhassa mezheb ve akide ayrılığı yüzünden yapılan insafsız cerh veya ta'nlar pek çoktur. Nitekim Ehli Sünnetten pek çok ravi şiilik, haricilik veya diğer bir fırkaya mensup olma ithamıyla cerhedilmiştir. Halbuki böyleleri arasında zahiren adalet sahibi olanlar hayli fazladır. Buna karşılık Rafızî ve Nâsibî âlimler Ehli Sünnetten olan ravilere itibar etmezler. Bu fırkaların mutaassıp cahil mensupları Ehl-i Sünnet ravilere kâfir bile demişlerdir. Bundan dolayıdır ki, bid'at ehlinin rivayetlerinin hangilerinin kabul edileceği: hangilerinin reddolunacağına dair kaideler koymaya lüzum görülmüştür.
2. Ta'dil, yani ravinin adalet sahibi olduğuna hükmedilmesi açıklama yapmadan kabul edildiği halde cerh, cerhe sebep olan hal veya haller açıklanmadıkça kabul edilmez; çünkü ravinin, ilk bakışta aksini gösteren bir hali bulunmadıkça adaletli olduğu söylenebilirse de açıklama yapılmadan cerhe layık olduğu söylenemez. Bu, İslâm alimlerinin büyük çoğunluğu tarafından kabul edilmiş bir kaidedir. Bununla birlikte aynı konuda üç değişik görüş daha vardır. Bunlardan birincisi, ötekinin aksinedir. Buna göre cerh, sebebi açıklanmadan kabul edilebilir. Ta'dil ise ancak sebebi açıklandığı sürece kabul edilir. İkincisi, cerh olsun, ta'dîl olsun sebep açıklanmadan kabul edilmez. Bu görüşü el-Hâtîbu'1-Bağdâdî ve bazı usul âlimleri naklederler. Üçüncü görüşe göre ise bir raviyi cerheden veya adaletli olduğuna hükmeden, cerh ve ta'dil ilmini iyi bilen, görüşü sağlam ve yetenekli bir âlim ise ne cerh, ne de ta'dil için sebep göstermesine gerek yoktur. Ravi hakkında verdiği hükmün kabul edilmesi gerekir. El-Bakıllânî, el-Cuveynî, İmam Gazâlî gibi alimler bu görüştedirler, el-İrâkî ile el-Bulkînî bu görüşün sahih olduğunu söylemişlerdir.
3. Hem cerh hem ta'dil her ikisi de, cerh ve ta'dil ilmini iyi bilen tek bir âlimin sözüyle sabit olur. Başkalarının onun görüşüne katılmalarına lüzum yoktur.
4. Bir ravide cerh ve ta'dil birleştiği takdirde ta'dil hükmü verenler çoğunlukta bile olsa cerh, ta'dile tercih edilir, el-Hatibu'l-Bağdadi bu kaideyi “alimler, bir veya birkaç alim tarafından cerhedildiği halde bir o kadar âlimin ta'dil ettiği ravinin cerhinin münasip olduğunda görüş birliğine varmışlardır” diyerek vermiş ve bu konuda icmâ olduğuna işaret etmiştir. 148
Bir ravi hakkında verilen cerh ve ta'dil hükümlerinin birleşmesi; bir başka deyişle bazı âlimlerin cerhettiği ravinin bazıları adalet sahibi olduğuna hükmetmeleri halinde cerhin tercih edilmesinin sebebi şudur: Cerheden âlim, adaletine hükmeden âlime nisbetle o ravi hakkında daha fazla bilgiye sahiptir; zira, ta'dil için sebep göstermek gerekmediği halde cerh için sebep göstermek gerekir. Öyle olmadıkça cerh kabul edilmez. Bu itibarla cerh hükmünü verirken mutlaka bilgiye dayanmak zorundadır. Bir de böyle durumda bir raviyi cerheden âlim, onun adaletini kabul etmekle birlikte, adaletli olduğunu söyleyen âlimin gözünden kaçan bir halini haber veriyor demektir. Bu ise dikkate alınmaya değer bir husustur.
Bununla birlikte Fıkıh âlimlerine göre aynı ravi hakkında verilen cerh ve ta'dil hükümlerinin birleşmesi halinde adaletine hükmeden âlim, cerheden âlimin cerhine gösterdiği sebepleri makul delillerle çürüttüğü takdirde ta'dil cerhe tercih edilir. Söz gelişi ravinin adaletine hükmeden âlim, cerh eden âlimin cerhe gösterdiği sebepleri bilindiği; ancak sonradan tevbe edip halini düzelttiğini söylerse, tevbe makul bir delil olur ve adalet hükmü cerhe tercih edilir. Ancak, bu takdirde ravinin yalan ithamına maruz kalan bir kimse olmaması gerekir; zira onun bir kere bile yalan söylediği sabit olursa tevbe etse bile rivayeti kabul edilmez.
Şu da var ki, cerh ve ta'dil hükümlerinin bir ravide birleşmesi halinde meselenin tafsil edilmesi görüşünde olan alimler de vardır. Onlara göre ta'dile karşı olarak yapılan cerh, cerh sebeplerini bilen âlim tarafından açıklamalı bir şekilde yapılmışsa ta'dile takdim edilir. Mücmel olarak sadır olmuşsa adil ravinin adaletine kadh edilemez; çünkü muhaddisler cerh sebepleri üzerinde ihtilaf edebilirler. Ayrıca carihin aslında cerh için yeterli olmayan bir sebebi yeterli görme ihtimali de her zaman için vardır. Buna binaen adaleti sabit olan ravi hakkında açıklama yapılmayan cerhin, âlim biri tarafından yapılmış bile olsa, kıymeti yoktur. Âlim olmayan kimse tarafından yapılan cerhin merdud olduğunda icmâ vardır.
Bu görüşlerin yanında cerh ve ta'dilin bir ravide birleşmesi konusunda üç görüş daha vardır. Bunlardan birincisine göre cerh ile ta'dil birbirlerine zıt düştükleri takdirde, ta'dil edenler tercih edenlerden çoksa ta'dil takdim edilir; zira ravinin adaletine hükmedenlerin sayıca çok oluşu onun halini kuvvetlendirir ve verilen adalet haberiyle amel etmeyi vacip kılar. Raviyi cerhedenlerin sayıca ta'dil edenlerden az oluşları ise verdikleri cerh haberinin zayıf olmasını gerektirir. Ancak böyle bir zan vehimden ibarettir: Zira raviyi ta'dil edenler ne kadar çok olurlarsa olsunlar, cerhedenlerin haber verdikleri halin ravide olmadığını haber vermiş olmazlar.
İkincisine göre cerh ve ta'dilin ravide birleşmesi halinde cerh edenlerle ta'dil edenlerin hangileri Hadis İlminde daha ileri derecede iseler onların görüşleri tercih edilir. Bu görüş kabul edilmemiştir.
Üçüncüsüne göre ise cerh ve ta'dilin hiçbiri kabul edilmez. Bu durumda cerh ve ta'dil çatışması olduğu gibi kalır. Bu görüşü Mâliki hadisciler nakletmişlerdir. Ancak kaydetmek gerekir ki, yukarıda da işaret edildiği gibi icmâ bunun aksinedir.
5. Sika ravinin şeyhini, ismini söylemeksizin, haddesenî's-sika, haddesenî men lâ ettehimu gibi lafızlarla ibhâm etmesi, sahih olan görüşe nazaran kim olduğunu sonradan açıklamadıkça, onu ta'dile kafi gelmez; zira ismi mübhem bırakılan şeyhin, ibhâm edene göre sika olmakla birlikte başkalarınca cerhi gerektiren bir sebeple mecruh olması ihtimali vardır. Sika ravinin, şeyhinin ismini söylememesi bile onun hakkında kalbe şüphe verebilir. Hatta el-Hatîbu'l-Bağdâdî'nin dediği gibi, sika ravi, “Benim bütün şeyhlerim sikadır” diye açıklama yapmış olsa bile o şeyhinin ismini açıklamadığına göre onu tezkiye ettiği malum olmamıştır. Bu, ismini söylese
adaletsizlikle itham edileceğinden şüphe ediyor manasına gelir.
Diğer bir görüşe göre sika bir ravinin “benim bütün şeyhlerim sikadırlar” demesi, ismini mübhem bıraktığı şeyhini ta'dil için kâfidir; zira kendisi sika olduğundan şeyhinin adını söylese de söylemese de herhalde kendisine güvenilir. Böyle diyen kimse müctehid bir âlim ise sözü, bazı âlimlere göre yalnızca kendi mezhebinden olanları ta'dile kâfi gelir; çünkü o müctehid kendisine karşı olmayanlara karşı o haberle ihticac etmez. Yalnız kendi mezhebinde olanlara bahsettiği bir hüküm halikında kendisine göre delil olduğunu haber verir. Lakin bu görüşte olanların bir kısmı “ismini zikretmeksizin kendisinden rivayette bulunduğum her şahıs adaletlidir.” demedikçe kâfi gelmez demişlerdir. Bunun sebebi, ismi mübhem bırakılan raviler içinde İmam Mâlik'in ismini ibham ederek rivayette bulunduğu Abdulkerim b. Ebi'l-Muhârik gibi zayıf ravilerin de bulunabileceği ihtimalidir.
6. Adalet sahibi bir ravinin ismini söylediği şeyhten rivayette bulunması, hiçbir zaman onu ta'dil manasına gelmez. Sahih olan görüş budur. Nitekim Sufyânu's-Sevri, el-Kelbî'den rivayetten men etmesi üzerine, “Sen de ondan rivayette bulunuyorsun” itirazına uğrayınca, “Ben onun rivayetlerinin doğru olanlarını yalanlarından ayırırım” demiştir. Rivayete göre Şa'bî, el-Hâris isimli bir raviden rivayette bulunurken, onun yalancılığına şehadeti isnadına ekler ve “haddesenâ'l-Hâris ve eşhedu bi'llâhi innehû kâne kezzâben” (el-Hâris bize tahdis etti. Allah'ı şahit tutarım ki o aşırı bir yalancı idi) dermiş. Bir başka rivayete göre Ahmed b. Hanbel, Yahya b. Ma'înin “Ma’ıner, an Ebân, an Enes” senediyle gelen defteri yazmakla meşgul olduğunu, yanına biri gelince hemen sakladığını görür. “Ne yapıyorsun, mevzu olduğunu bile bile Ma’ıner, an Ebân, an Enes isnadıyla gelen sahifeyi mi yazıyorsun. Biri çıksa “Ebân hakkında söz söylüyorsun, yine de hadislerini yazıyorsun” dese ne yaparsın?” der. O da “Mevzu olduğunu bile bile bu sahifeyi yazıp ezberliyeceğim. Biri çıkıp Ebân yerine Sâbit'i koyup “an Ma’ıner, an Sabit, an Enes” isnadiyle bu hadisleri rivayet edecek olursa ona, “Yalan söylüyorsun. Bu hadisler Sabit'ten değil, Ebân'dandır” diyebilmek için de ezberleyeceğim” cevabını verir.
Bazı muhaddisler adalet sahibi ravinin ismini söylediği şeyhten rivayette bulunmasının onu ta'dil etmesi manasına alınması lazım geldiğini söylemişler, bu görüşlerine delil olarak ravinin, şeyhinde cerhi gerektiren bir hale muttali olduğu takdirde onu söylemesi gerektiğini ileri sürmüşlerdir. Ancak bu görüşe itiraz edilmiştir.
Bu konuda bir üçüncü görüş daha vardır ki o da şöyledir: Sika ravi, adalet sahibi olan kimselerden başkasından rivayet etmemeyi prensip haline getirmişse şeyhinin ismini söylemesi onu ta'dil manasınadır. Adaletli kimselerden olduğu kadar adalet vasfına sahip olmayanlardan da rivayette bulunuyorsa ta'dil değildir.
7. Bir âlimin rivayet ettiği hadisle amel etmesi ve gerektiğinde onunla fetva vermesi, ne hadisi sahih olarak kabul ettiği manasına gelir, ne de ravilerini ta'dil etmesi demektir. Bunun gibi hadisle amel etmemesi onun sahih olmadığı manasına gelmez, ravilerinin cerhi anlamı da taşımaz.
8. Meçhul ravilerin rivayetleri kabul edilmez. Bu kaideye göre gerek kimliği bilinmesin, başka deyişle mechûlu'1-ayn olsun, gerekse cerh ve ta'dil yönünden hakkında verilmiş olan hüküm belli olmasın farketmez; ravinin rivayeti reddedilir. Mestur denilen ve isnadda ismi kapalı geçen ravinin hadisi de öyledir.
9. Hadis ilminin inceliklerini bilen köle ile kadının, bir ravinin adaletine hükmetmeleri makbul sayılır. Bununla birlikte Medineli fakihlerin çoğu kadınların rivayet ve şehadette ta'dillerinin kabul edilmeyeceği görüşündedirler. Ancak, kadınların verdikleri haberler kabul edildikten sonra cerh ve ta'dil sebeplerini iyi bilmeleri şartıyla tadilleri de kabul edilmek gerekir.
10. Kendisi ve adaleti bilinen, ancak ismi ve nesebi bilinmeyen ravinin rivayeti dinî konularda delil olabilir. Böyle bir ravinin isminin bilinmemesi adaletini gidermez. Bu görüşte olanlar, Hz. Aişe'nin bir hadisini delil getirirler. Nakledildiğine göre Muhadramundan Sumâme b. Hazn, Hz. Aişe'ye gelerek şıra içmenin hükmünü sorar. Mü’minlerin Annesi, orada bulunan Habeşli Cariyeyi çağırarak “bu der; Hz. Peygamber (s.a.s)'e hizmet etti, ona sor.” Adı bugün bile bilinmeyen cariye soryu cevaplandırarak şunları söyler: “Hz. Peygamber (s.a.s)'in şırasını geceden sıkar, bir tuluma koyar, ağzını bağlayıp asardım. Allah Resulü sabah olunca ondan içerdi.” 149
11. Adalet sahibi bir ravinin adaleti sabit iki ravi ismi söyleyerek şüpheli bir ifadeyle “bana falanca veya falanca haber verdi” diyerek rivayet ettiği hadis, dinî konularda hüccet sayılır; çünkü böyle demekle her ne kadar rivayetin kimden olduğunu açıklamış olmazsa da bu iki kişiden başkasından olmadığını açıklığa kavuşturmuş demektir. Dolayısıyle rivayeti hangisinden olursa olsun, adaletli ravidendir. Ancak, böyle durumda şüpheli ifadeyle isimlerini zikrettiği iki raviden birinin adaleti meçhul olur veya ravi “bana fülan veya başka biri haber verdi” gibi bir tabirle ikinci şeyhi mübhem bırakırsa rivayeti hüccet olmaz.
12. Mübtedi' denilen bid'at ehlinden olan ravinin rivayetlerinin kabul edilip edilmeyeceği konusunda değişik görüşler vardır. Bunlar, Ehlu'l-Bid'a başlığı altında geniş çapta ele alınmıştır.
13. Fışkından tevbe ettiği açığa çıkan ravinin rivayeti makbul sayılır. Ancak Hz. Peygamber'in ağzından yalan söylediği, bir diğer deyişle hadis uydurduğu belirlenen ravi, bu günahından tevbe etmiş bile olsa, cerhedilir. Rivayeti kabul olunmaz.
14. Bir sika ravi diğer bir sika raviden hadis rivayet ettikten sonra şeyh olan ravi cezm sigasıyla “ben bunu ona rivayet etmedim” veya “yalan söylüyor” gibi bir sözle rivayetini inkâr edecek olsa bazı son devir alimlerine göre o rivayet reddedilir.
15. Bir ravi bir hadisi rivayet ettikten sonra unutursa hadis, fıkıh ve kelam alimlerinin büyük çoğunluğuna göre o hadisle amel etmek caiz olur.
16. Hadis rivayeti için para alan kimsenin rivayeti- alimlerin çoğunluğuna göre kabul edilmez.
17. Hadis dinlerken gevşek davranan, dikkatsizlik eden ve bu adet haline getiren ravinin rivayeti reddedilir.
18. Buluğ çağma ermiş müslüman ravinin, müslüman olmadan ve erginlik çağına ermeden önceki devrelere ait rivayetleri kabul olunabilir. 150
Cerh Ve Ta'dil İlmi:
Hadis ravilerinin cerh veya ta'dilinden ve gerek cerhte gerekse ta'dilde kullanılan lafızlardan bahseden ilimdir. Hadis ricali ilminin bir bölümü olup, konusunu ravilerin özel hayatlarında ve hadis rivayetinde kusur sayılan ve rivayetlerinin reddedilmesine sebep sayılan hallerinin bulunduğuna yahut da adalet sahibi olduklarına hükmetmek teşkil eder.
Cerh ve ta'dil maddesinde de sözkonusu edildiği gibi Cerh ve Ta'dil ilmi, İslâm Şeriatının Kur'ân-i Kerîm'den sonraki ikinci kaynağı olan Sünneti aksettiren hadislerin hata ve yalandan uzak tutulması endişesinden doğmuştur. Yine o maddede değinildiği üzere Hz. Peygamber zamanında doğduğu söylenmiştir. Ne var ki Hadis ilminde yerleşmiş manasıyla cerh ve ta'dilin Hz. Peygamber zamanında egil tâbi'îler devrinde doğduğunu söylemek daha uygun olur. Nitekim sahâbilerden İbn Abbas ve Enes b. Mâlik'in cerh veya ta'dil yollu tenkitler yaptıkları bilinmektedir. Tabiilerden eş-Şa'bî ve Muhammed b. Şirin, daha sonraları el-A’meş, Şu'be ve İmam Mâlik gibi hadis âlimleri eliyle hayli merhaleler kateden bu ilim Abdullah İbnu'l-Mubârek, Sufyân b.Uyeyne, Abdurrahmân b. Mehdi, Yahya b. Sa'îd el-Kattân ile zirvesine çıkmıştır. Bilhassa Yahya ile Abdurrahmân cerh ve ta'dilde otorite sayılırlar. İkisinin adaletli olduğuna hükmettikleri ravi makbul, cerhinde birleştikleri ise merdud sayılır. Bundan sonra cerh ve ta'dil mercii olarak Yezîd b. Harun, Ebu Davud et-Tayâlisî, Abdurrezzâk b. Hemmâm, Ebu Asım en-Nebîl gelir.
Bu âlimleri takip eden nesillerden gelen en tanınmış cerh ve ta'dil âlimleri ise Yahya b. Ma'în, Ahmed b. Hanbel, Ali İbnu'l-Medinî, Ebubekr b. Ebî Şeybe, İshâk b.Râhûye, ed-Dârimî, Buhârî, Ebu Zur'ati'r-Râzî, Müslim, Ebu Davud, Tirmizi, Ebu Zur'a ed-Dimeşkî gibi isimlerdir. Daha sonraki tabakalardan da hayli cerh ve ta'dil alimi yetişmiştir. Bunlar arasında en meşhur isimlerden birkaçı şunlardır; İbrahim b. İshak el-Harbi, el-Bezzâr, Muhammed b. Nasr el-Mervezî, Ebubekr Ahmed b. Ebî Heyseme, Nese'î, Ebu Ya'la'l-Mevsılî.
Ravilerin cerh veya ta'dili konusunda telif edilmiş kitapların en önemlileri el-İclî ve İbn Ebî Hatim er-Râzî'nin aynı isimde Kitâb
Mecmeu'l Bahreyn Abidesi - Hz.Mevlânâ ile Şems-i Tebrîzî'nin Buluştuğu Yer,
Karatay, Konya
-
*Mecmeu'l Bahreyn Abidesi - Hz.Mevlânâ ile Şems-i Tebrîzî'nin Buluştuğu Yer*
Hz.Mevlânâ ile Şems-i Tebrîzî'nin buluştuğu yer, yani Mecmau'l Bahreyn
Abide...
13 saat önce
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder