D
Da'afûhu:
Dabbe
Dâbıt
Dabt
Dabtu'l-Kitâb
Dâ'î
Da'îf
Da'îfu’l-Hadis
Da'îfu’l-Metn
Da'îfun
Da'îfun Bi-Hâze'l-İsnad
Da'îfun Cidden
Da'îfun Vahin
Dâ'ire
Darb
Dârimî
Darîr
Dâru'l-Hadîs
Dayyiku'l-Mahrec
Derecâtu's-Sahîh
De-Se-Nâ
De-Se-Nî
Deccâlun
Delâ'ilu'n-Nubuvve
Dirâyetu'l-Hadîs İlmi
Du'afâ
Du'ife
D
Da'afûhu:
“Onu zayıf buldular” demek olan bu tabir cerh lafızlarındandır ve el-Irâkî'nin üçüncü mertebe lafızları arasına eklediklerinden biridir. Hükmü üçüncü mertebe lafızlarının hükmüne bağlıdır.
Dabbe:
Bk. Tadbîb.
Dâbıt:
Bk. Zabıt.
Dabt:
Bk. Zabt.
Dabtu'l-Kitâb:
Bk. Kitâbetu'l-Hadîs.
Dâ'î:
“Da'â” kök fiilinin ism-i faili olup çağıran, davet eden anlamına gelir.
Hadis ilminde Ehlu'l-Bid'a bahsinde geçer. Orada da görüleceği gibi, bid'at sayılan mezheplerden birine mensup olan ve mezhebinin inatla müdafaa ve propagandasını yapan ravilere denilmiştir. Özel bir tabirdir. (Bk. Ehlu'l-Bid'a).
Da'îf:
Bk. Zayıf.
Da'îfu’l-Hadis:
“Hadisi zayıf manasına gelen bu tabir de cerh lafızlarındandır. Cerhin üçüncü mertebesinde yer alır. Genellikle hadisleri zayıf olan raviye delâlet ederse de bu lafızla cerhedilen ravinin rivayetleri İbn Ebi Hatim er-Râzî'ye göre matrûh addedilmez, aksine i'tibarda dikkate alınabilir. 170en-Nevevî'ye göre da'îfu'l-hadîs lafzı leyse bi-kaviyyinden bir mertebe aşağıdadır. 171
Da'îfu’l-Metn:
Bk. Metn.
Da'îfun:
Sözlük bakımından zayıf manasına sıfat olan bu kelime cerh lafızlarındandır. Cerhe delâlet eden lafızların üçüncü mertebesine el-Irâkî'nin ekledikleri arasında yer alır.
Bu gibi lafızlarla cerhedilmiş bulunan bir ravinin hadisleri ne kadar az itimat edilirse edilsin bir dereceye kadar amel etmeye elverişli kabul edilir.
Da'îfun Bi-Hâze'l-İsnad:
“Bu isnadla zayıftır” manasına bir tabirdir. es-Suyûtî'nin kaydettiğine göre zayıf bir isnadla gelen hadise da'ifu'1-metn denmeyip da'îfun bi-haze'l-İsnâd demek gerekir; çünkü başka bir sahih isnadı bulunabilir. Kaldı ki, isnadının zayıf olması metninin de zayıf olmasını gerektirmez.
Da'îfun Cidden:
“Çok zayıf manasına ravilerin cerhinde kullanılan lafızlardan biridir. Cerh lafızlarının dördüncü mertebesinde yer alır. Bu lafızla cerhedilen ravi, hakkında da'îfu'l-hadîs denilen ravlye nisbetle bir derece daha ağır bir şekilde cerhedilmiş demektir.
Bu ve benzeri lafızlarla cerhedilen ravinin hadisleri kaide olarak, dinî konularda hüccet sayılmaz. İ'tibar için bile olsa yazılmaz.
Da'îfun Vahin:
Zayıf ve vâhî demektir. Hadisleri zayıf olan ravilerin cerhinde kullanılan lafızlardandır. Cerh lafızlarının üçüncü mertebesindedir. Hükmü üçüncü mertebe lafızlarının hükmüne tabidir.
Dâ'ire:
Türkçedeki anlamıyla daire, yuvarlak nesne demektir.
Hadis kitaplarında, hadisleri birbirine ayırdetmek için birinin bittiği, diğerinin başladığı yere konulan yuvarlağa denir. Kitap yazılırken dairenin içi boş bırakılır. Kitabın veya içindeki hadislerin aslı ile karşılaştırma (mukabele) işi bitince bu daireler içine bir nokta konur veya çizgi çekilir. Hadislerin asıldan kontrol edildiği böylece işaretlenmiş olur. Söz konusu nokta veya çizgi Ayrıca mukabelenin nereye kadar geldiğini işaretlemeye de yarar.
Darb:
İkinci babdan tasrif edilen “darabe” kök fiilinin mastarıdır. Asıl itibariyle vurmak, bir nesneyi diğerine çarpmak, döğmek manasına gelir. Bu asıl manasının yanında ikinci derecede veya mecaz yollu manaları da vardır.172
Hadis tabiri olarak darb, hakk veya şakk ve mahv denilen ve hadislerin yazılışı sırasında yanlış veya fazladan yazılan kelime yahut ibareleri ibtal etme usullerindendir.
Hadis metinlerinin yazıyla zabtedilip kitaba geçirilmesi sırasında yanlış veya fazladan yazılan bir kelime ya bir bıçak ucuyla kazınır -ki buna hakk yahut sakk denir- ya da parmak ucuyla; yahutta bir bezle silinir. Buna da mahv adı verilir. Darba gelince bu fazladan yazılan harf, kelime veya kelimelerin üstüne bir çizgi çekmek yahut kimi hadiscilere göre bazı işaretler koymaktan ibarettir.
er-Râmehurmuzî, kendi zamanında hadiscilerin hakki töhmet addettiklerini söyler. Ona göre darb, işleme tâbi tutulan yerin silinmeyip ibtal ettiğini belli eden belirli ve düzgün bir çizginin çekilmesidir. En iyi darb şekli budur. 173İbnu's-Salâh'a göre ise darb, hadislerin yazılışı sırasında tatbik edilen usullerden olup fazladan yazılan ve metnin aslında olmayan harf, kelime ya da kelimelerin metinden çıkarılmasıdır. 174
Görülüyor ki darb, hadis yazılırken yazılmaması gereken bir harf veya kelimenin, yahutta bir kaç kelimenin yanlışlıkla yazılması halinde, yanlışlıkla yazıldığını belli edecek şekilde işaretlenerek ibtal edilmesidir. Yapılış şekli az da olsa değişiklikler gösterir. Yukarıda işaret edilen er-Ramehurmuzî'nin kaydettiği darb şekli olan ibtal edilen kelimenin silinmeden belirli olacak şekilde üzerine düz bir çizgi çizmekten ibaret darb şekli en yaygın olanıdır. Bu usulle darbta yanlış yazılan kelime ya da kelimeler silinmez. Çizgi altında kalır. İbtal edildiği böylece belli olur. Bu darb şeklinin en güzel şekil oluşu önce kazımak veya silmekten iyi oluşundandır; zira bilindiği gibi, kazımakla kağıt yıpranır. Silmek ise yanlışı göstermez. Kaldı ki bazı hallerde fazladan silinme de söz konusu olur. Böylece düzeltmek istenen metinde istemeden hata yapılır. Yazma eserlerde çokça görülen hatalarda bunun da payı olduğu şüphesizdir.
er-Râmehurmuzî zamanında muhaddislerin hakki töhmet olarak nitelendirdiklerini yukarıda söylemiştik. Her halde hakkin töhmet sayılısı, acaba hakkedilen kelime doğru olarak hakkedilmiş midir?
Bunun bilinmeyişinden olsa gerektir. Darbda yanlış yazılan yerlerin üzerine çizgi çekmekle böyle bir ihtimal ortadan kalkar. O yüzden ibtal edilecek kısmın üzerini çizmek en güzel darb şekli sayılmıştır.
Bazılarına göre darb suretiyle ibtal edilecek ibareler üzerine ortadan bir çizgi çekilir. Mağrib alimlerinin şakk tabir ettikleri aslında budur. Bu çeşit darbta ibtal edilen kelime ya da kelimeler üzerine çizilen çizginin yazıyı karalayacak ve okunmasına imkan vermeyecek şekilde olmaması gerekir. 175Diğer bazılarına göre darb, ibtal edilecek ibare üzerine kelimelere değmeyecek şekilde iki saür arasına iki ucu aşağıya eğik bir çizgi çizilerek yapılır. Mesela Ömer yerine Amr yazıldığında bu usule göre şöyle darbedilir:
Bazıları da darbın tahvîk şeklinde ve fazladan yazılan kelime ya da kelimelerin başına ve sonuna birer yarım daire şeklinde çizgi çekmek suretiyle yapılacağı görüşündedirler. (Bk. Tahvîk) ibaresinde yanlış yazılan sonucu Muhammed kelimesinin paranteze benzer iki yarım daire içine alınarak darbedilişi gibi. Darbedilecek fazladan yazılmış kısmın başına “lâ” sonuna ise “ilâ” yazılması gerektiği görüşünde olanlar da vardır. Bazılarına göre ise darb yanlışlıkla fazladan yazılan kısmın derece işareti gibi küçük bir sıfırla işaret edilmesi gerektiği görüşündedir. 176
Demek oluyor ki hadis âlimleri darb usulünü iyi bir düzeltme yöntemi olarak kabul etmişlerdir. Ancak yapılış şekli âlimlere göre değişiktir. Ne kadar değişik olursa olsun darb tatbikatının hadislerin sağlam bir şekilde yazılmasını, şayet hata sonucu yanlış yazılmışsa işaret edilmekle tanınmasını sağladığı şüphesizdir. Önemine binaen tekrar yazılan harflerin darbı üzerinde bile durulmuştur. Gerçekten bazı hadiscilere göre mükerrer yazılmış iki harften ilki bırakılır, ikincisi darbedilerek ibtal edilir. Böyle bir darb doğru olur; çünkü birincisi doğru, ikincisi yanlış yazılmıştır. Uygun olan, yanlış yazıların ibtal edilmesidir.
Bazılarına göre ise yazı, okunan şeyin alâmetidir. Öyleyse biri doğru biri yanlış yazılan iki harften manaya daha fazla delâlet eden, daha okunaklı yazılmış olan kalır. Diğeri ibtal edilir. 177
Diğer taraftan tekrar yazılan harfin satır başında veya sonunda oluşunda yapılacak darb işlemi de adeta kaide haline getirilmiştir. Buna göre tekrar edilen ibare satır başında yazılmışsa, satır başını bozmamak ve kirletmemek için ikincisinin ibtal edilmesi uygun görülmüştür. Şayet aynı durum satır sonlarında olmuşsa satır sonunu kirletmemek için öncekinin ibtali uygun olur. Bununla beraber mükerrer yazılan ibarelerden birisi üst satırın sonunda, diğeri ise ondan sonraki satırın başında olursa, satır başını açık tutma bakımından sonundakinin darbedilmesi uygun düşer. Eğer yanlışlıkla tekrar yazılma muzâf-muzâfun ileyh, sıfat-mevsûf gibi terkiplerde olursa satırın başında veya sonunda oluşuna bakılmaz. Terkipdeki bütünlüğe riayet edilir ve darb, bu bütünlüğü bozmayacak şekilde yapılır.178
Bazen yanlış yazma önce yazılacak kısmın sonra, yazılacak olanın ise önce yazılmasıyla olur. Hadis yazılırken ibareler arasında böyle takdim-tehir olmuşsa önce yazılan ibarenin başına “yu'ahharu”; daha sonra yazılanın başına da “yukaddemu” kelimeleri yazılır. Böylece ilk ibarenin sona, son ibarenin de başa alınacağına işaret edilmiş olur. Eğer bu kelimeleri yazacak yer yoksa bunların haşiyede yazılması yahut remiz olarak birer “mim” harfinin konulması uygun görülmüştür.
Dârimî:
Bk. Sünen-i Dârimî.
Darîr:
Bk. Rivâyetu'd-Darîr.
Dâru'l-Hadîs:
“Hadis yurdu” demek olan bu tabir özellikle hadis ve hadis ilimleri öğrenimi için açılan medreselerin adıdır.
Hadis tarihinin ilk devirlerinden itibaren hadis dersleri mecâiis denilen hadis meclislerinde verilmiştir. Zamanla hadis öğretiminin daha ciddi ve sistemli hale getirilmesi zarureti baş gösterince Kur'ân-ı Kerim öğretimine ayrılmış özel eğitim kuruluşlarının yanında hadis ve hadis ilimleri öğretimi için özel medreseler açılması ihtiyaç haline gelmiştir.
İslâm aleminde bilinen ilk dâru'l-hadîs, altıncı hicri asırda Dimeşk'ta Sultan Nureddin Mahmud tarafından kurulanıdır. Kurucusunun adına izafetle “en-Nûriyye” medresesi denilen bu dâru'l-hadisin ilk idarecisi meşhur âlim İbn Asâkirdir.
Aynı şekilde bir medrese Eyyûbî hükümdarlarından Nâsıruddin Muhammed tarafından 622 hicri tarihinde (m. 1225) Kâhire'de kurulmuştur. Bu medreseye de kurucusunun ismine izafetle “el-Medresetu'l-Kâmiliyye” adı verilmiştir. Kısa bir süre sonra Dimeşk'ta 626 tarihli ikinci bir dâru'l-hadisin kurulduğu görülür. el-Meliku'l-Eşref Ebu'l-Feth Musa b. Âdil tarafından kurulan bu dâru'l-hadise de kurucusunun ismini hatırlatacak şekilde “el-Medresetu'l Eşrefiyye” denilmiştir. Hadis Usûlü ilminde daha sonraki eserlerin hemen hepsine kaynaklık etmiş bulunan Ulûmu'l-Hadîs kitabının yazan İbnu's-Salâh ile değerli hadis âlimi Muhyiddin en-Nevevi bu medresede görev yapanlardandır. Vakfiyesinde hadis talebesine tahsis edilen imkânlar teşvik edici mahiyettedir. 179
Aynı asırda bir başka dâru'l-hadis yine Dimeşkta Emevî Camii içinde Seyfettin Muhammed b. Urveye nisbetle “Dâru'l-Hadîsi'l-Urviyye” adıyla kurulmuştur. Bu dâru'l-hadisin ayrıca bir de kütüphanesi vardı. Bu kuruluşun diğerlerinden farkı müstakil bir bina halinde açılmamış olmasıdır.
Daha sonraları İslâm aleminin her tarafında dâru'l-hadisler kurulması sonucu bu müesseseler yaygın hale gelmeye başlamıştır. Bu arada kurulan Musul dâru'l-hadisinin yöredeki hadis eğitiminde önemli yeri olmuştur.
Selçuklular devrinde Anadolu'da ilk dâru'l-hadis Konya'da tesis edilmiştir. Selçuklu veziri Sahip Atâ adiyle meşhur Fahreddin Ali b. Hüseyin tarafından yaptırılan İnce Minareli Dâru'l-Hadisinin kuruluşu yaklaşık yedinci hicrî asrın ikinci yansına rastlar. Aynı devirde Konya'dan başka yerlerde de hadis öğretimine ayrılan medreselerin bu arada özel olarak inşa edilmiş dâru'l-hadislerin bulunduğuna şüphe yoktur.
Osmanlı devrine gelince bu devirde de birçok dâru'l-hadisler yaptmlmıştır. Söz gelişi Sultan 2. Murad tarafından 828 tarihinde Edirne'de bir dâru'l-hadis inşa ettirilmiştir. Bu bina sonraları camiye çevrilmiştir. Yine Edirne'de Selimiye Camii önüne Sultan 2. Selim tarafından yaptırılan Dâru'l-hadis mühimdir. Kanunî Sultan Süleyman’ın yaptırdığı Süleymaniye Medreselerinden biri darû'l-hadis olarak yaptırılmış ve hadis ilimleri öğrenimine ayrılmıştır. Bunun dışında gerek İstanbul'da, gerekse Anadolu, Rumeli, Suriye ve Filistin'de Osmanlılar tarafından yaptınlmiş bir hayli dâru'l-hadisler vardır.
Burada işaret etmek gerekir ki İslâm tarihinin hiçbir devrinde hadis öğretimi sadece dâru'l-hadislere münhasır kalmış değildir. Mescitlerde, hangâh, ribât denilen kültür müesseselerinde de her zaman için hadis ve hadis ilimleri okunagelmiştir.
Dayyiku'l-Mahrec:
Çıkış yeri dar anlamını veren bu tamlama rivayet sınırları dar olan hadisi ifade eder. Öteki deyişiyle, dar bir çevrede rivayet edilen hadise bazı hadis alimlerince verilen isimdir. Bu manada garîb hadis çeşidi için kullanılmıştır.
Derecâtu's-Sahîh:
Bk. Merâtîbu's-Sahîh.
De-Se-Nâ:
Bk. Se-nâ.
De-Se-Nî:
Bk. Se-ni.
Deccâlun:
Sözlükte, mübalağa ile ism-i fail olarak, alındığı kök fiilinin değişik çekimlerine göre birkaç manaya gelir. “Ahır zamanda çıkacak yalancı; yalancı, yalan düzüp söyleyen, batılı hak suretinde gösteren” anlamları anmaya değer olanlardır. 180Hadis ilminde kullanıldığı yere en uygun olanlan ise yalancı ve ona yakın olarak batılı hak suretinde gösteren manalarıdır.
Böylesine ağır bir manası olan deccâlun, cerh lafızlarındandır. Cerhin en ağırına delâlet eden altıncı mertebesinde yer alır. En ağır cerhi ifade eder.
Cerhin altıncı mertebesinde yer alan lafızlar kaide olarak yalan söylediği sabit olmuş ravileri cerhetmekte kullanılır. Buna göre deccâlun ve benzeri lafızlardan birisiyle cerhedilmiş ravinin hadisi yalan sayılır. Hiçbir şekilde itibar edilmez.
Delâ'ilu'n-Nubuvve:
Peygamberliğin delilleri” demektir. Camî' türü hadis kitaplarını oluşturan ana konulardan biri olan şemail içinde mütâlâa edilen ilim dallarındandır.
Konusunu özlü bir deyişle Hz. Peygamber (s.a.s)'ın hak peygamber olduğunu gösteren ve hadisler arasında yer alan rivayetlerle bunlann yorumları oluşturur.
Siyer ilmiyle de yakından ilgili olan konuya dair değişik eserler kaleme alınmıştır. Bellibaşlıları şunlardır:
1. A'lâmu'n-Nubuvve: Ebu Dâvud.
2. Delâ'ilu'n-Nubuvve: Cafer b. Muhammed el-Firyâbî
3. Delâ'ilu'n-Nubuvve: Ömer b. Ahmed, İbn Şahin
4. Delâ'ilu'n-Nubuvve: Ebu Nu'aym el-İsbehânî
5. Delâ'ilu'n-Nubuvve: el-Beyhakî.
Dirâyetu'l-Hadîs İlmi:
Dirayet sözlükte bilmek, ince şeyleri kavramak, azimli ve güçlü olmak gibi manalara gelir. Dirâyetu'l-hadîs, dirayet kelimesinin bilmek manâsıyla alakalı olarak hadis ilminin kısımlarından biridir. Rivayetin şartlarından, çeşitlerinden ve muhtelif rivayet şekilleri hakkında verilmiş olan hükümlerden bahseder.
Başlığı altında da Ayrıca söz konusu edileceği gibi, Hadis İlmi iki kısma ayrılır. Bunlardan birincisi İlm-i rivayeti'l-hadîs (rivâyeti'l-hadîs) ikincisi ise İlmu dirâyeti'l-hadîs (dirâyetu'l-hadîs ilmi) dir. Şu da var ki, kimi muhaddislere göre dirâyetu'l-hadis ilmi Hadîs Usulü ve Mustalahu'l-hadîsle aynı manaya gelir. Kısaca rivayetin şartlarından, çeşitlerinden ve rivayet çeşitleri üzerinde verilen hükümlerden bahseden ilimdir. Ravilerin adaletli veya cerhedilmiş olmaları ile şartları, merviyyât çeşitleri, hadislerin metin ve senetlerine nazaran sahih, hasen, zayıf, merfû', mevkuf, maktu' ve benzeri kısımlara ayrılması, hadis rivayet metotları, senetlerde adları geçen ravilerin vasıfları, nihayet bütün bunlarla ilgili kaideler hep dirayetu'l-hadîs ilminin konusuna girer. Kısacası dirâyetu'l-hadîs ilmi, senet ile metnin hallerinden veya daha uygun bir ifadeyle, kabul ve red yönünden ravi ile mervinini hallerinden bahseden ilme denir. 181
Du'afâ:
Zayıf manasına gelen da'îfin çoğuludur. Hadis Usulünde özellikle çeşitli yönlerden cerh ve ta'dil alimlerinin tenkidine maruz kalmış ve bunun sonucu olarak zayıf sayılmış hadis ravilerine denir.
Bir hadîsin sahih kabul edilip edilmemesi önce onu rivayet eden ravilerin adalet ve zabt durumlarına bağlıdır. Bu ikisi sıhhat şartlarının başında yer alır. Ravinin adalet sahibi olduğu ve sabt vasfı taşıdığı ancak bu vasıfları kaybetmesine sebep teşkil eden hallerinin olmadığının bilinmesiyle anlaşılır. Bunun içindir ki, cerh ve ta'dil ilminde söz sahibi hadis imamları ravilerin cerh ve ta'dil açısından hallerini tesbite çalışmışlar ve bu alanda oldukça başarılı olmuşlardır. Çalışmalarının sonucunda elde ettikleri bilgileri yazdıkları değerli kaynak eserlere geçirmişlerdir. Bu eserlerin bir kısmı sadece sika ravilere aittir. Diğer bir kısmı ise yalnızca du'afâ denilen zayıf ravilere ayrılmıştır. Sika ve zayıf ravileri bir arada alanları da vardır.
Zayıf ravilere tahsis edilmiş kitaplardan en meşhurları şunlardır:
1. Kitâbu'd-Du'afâ: Muhammed b. Abdillah b. Abdirrahîm.
2. Kitâbu'd-Du'afâ: Muhammed b. İsmail el-Buhâri.
3. Kitâbu'd-Du'afa ve’l-Metrûkîn: Ahmed b. Şu'ayb en-Nese'î.
4. Kitâbu'd-Du'afâ'l-Kebîr: Muhammed b. Amr b. Mûsa'l-Ukaylî.
5. Kitâbu'l-Mecrûhîn mine'l-Muhaddisîn ve'd-Du'afâ ve'l-Metrûkîn: Muhammed b, Hibban (İbn Hibbân) el-Bustî.
Du'ife:
Bk. Kad Du'ife.
Mecmeu'l Bahreyn Abidesi - Hz.Mevlânâ ile Şems-i Tebrîzî'nin Buluştuğu Yer,
Karatay, Konya
-
*Mecmeu'l Bahreyn Abidesi - Hz.Mevlânâ ile Şems-i Tebrîzî'nin Buluştuğu Yer*
Hz.Mevlânâ ile Şems-i Tebrîzî'nin buluştuğu yer, yani Mecmau'l Bahreyn
Abide...
13 saat önce
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder