Z
Zabıt
Zabt
Zabt-ı Kitab
Zabt-ı Sadr
Zâhibu'l-Hadîs
Zâhibun
Zahirî İnkıta’
Zarurî İlim
Zayıf
Zekera
Zekera Lenâ Fulân
Zekera Lenâ Fulân Bi-Kırâ'atî
Zekera Lenâ Fulân Kırâ'aten Aleyhi Ve Ene Esme'u
Zekera Lî Fulân
Zenadıka
Zevâ’id
Zındık
Ziyâdâtu's-Sikât
Ziyâde
Ziyadetu's-Sika
Z
Zabıt:
Türkçede kullanılan şeklinin karşılığı olarak zabtetmek, ezberlemek, hatırda tutmak manalarına gelen “dabeta” kök fiilinden ism-i faildir. Zabtı tam anlamında kullanılır ve zabt vasfını taşıyan ravilere denir.
Ravinin adaletli olması kadar zabıt olması da önemlidir. Hadîsin sıhhat şartlarından birisi de ravilerinin işittiği Hadîsleri yıllar sonra değiştirmeden ne eksik, ne fazla bir şekilde rivayet edecek derecede hafıza gücüne sahip olmalarıdır. Bu özelliği taşıyan raviler zabıt olarak nitelendirilmişlerdir.
Zabt:
Türkçedeki gibi zabtetmek, iyice belliyip hıfzetmek, yani ezberlemek manasınadır. Hadîs Usulü ilminde işittiği Hadîsleri aradan uzun zaman geçtikten sonra bile işittiği şekilde ezberinde tutup ne eksik ne de fazla olarak başkalarına rivayet edebilme yeteneğine denir. Rivayetinin kabul edilebilmesi için ravide bulunması gereken vasıflardan adaletten sonra gelenidir. el-Hattâbî gibi bazı Hadîs alimlerine göre adaletin de vasıflarından biridir. Bir diğer ifadeyle bazı Hadîs alimlerine göre bir ravinin adaletli olabilmesi için zabt vasfına sahip olması gerekir.1214
İbn Hacer'e göre zabt, göğüs zabtıdır. Bu da ravinin işittiği bir Hadîsi dilediği zaman hemen hatırlamasını mümkün kılacak şekilde sağlam ezberlemesi olarak görülür. 1215
Bir ravinin zabt sahibi olduğu, aynı vasfa sahip olmakla birlikte itkan sahibi olarak da bilinen başka ravilerin rivayetlerine uygunluğu ile belli olur. Eğer Hadîsleri, mana yönünden bile olsa sika ravilerin rivayetlerine uygun veya bir-iki yerde muhalif de olsa çoğunlukla muvafıksa zabt vasfına sahip olduğuna hükmedilir. Şayet rivayetleri çoğunlukla sika ravilerin rivayetlerine aykırı ise zabt vasfını kaybettiğine hükmedilerek Hadîsleri dinî konularda delil kabul edilmez. 1216Buna göre bir ravide zabt kusurunun bulunması. Hadîslerini sahih olmaktan çıkarır. Eğer diğer sıhhat şartlarını taşıyorsa hasen derecesine indirir.
Metâ'in-i Aşera denilen ve ravinin tenkidinde göz önünde bulundurulan kusurlardan gaflet, kesretu'1-galat, sû'u'l-hıfz, vehm ve muhâlefetu's-sikât olmak üzere beşi zabtla ilgilidir. Ravi şayet bu kusurlardan biri veya birkaçıyla tenkit edilmişse, bir başka deyişle onda bu kusurlardan biri ya da birkaçı olduğu açığa çıkarılmışsa o ravi zabt vasfını kaybeder. Ayrıca yalancılıkla itham edilen ravilerin hemen hepsi rivayette hata yapmış, hatası fazla olmakla tanınmış ve böyle olduklarından zabt yönünden cerhedilmiştir.
Bazı alimlere göre bir ravinin zabtı, kuvvet ve zayıflık yönünden değerlendirilemez. Buna göre insan, ya zabt vasfıyla nitelendirilir -ki bu halde zabt sahibi olma özelliğini kazanır- ya da zabtının olmadığına hükmedilir. Bu takdirde gayru zabıt addedilir. Bunun yanısıra zabt vasıfı taşıyan ravilerin hepsi aynı derecede kabul edilirler. Birinin diğerine nisbetle zabtının fazla olduğu söylenemez.
Zabt terimi, bir de Hadîslerin yanlışsız olarak yazılması manasına kullanılır. Dabtu'1-kitâb veya zabt-ı kitâb da denilen bir kitabın zabtı. Hadîs metinlerinden meydana gelen herhangi bir kitabın, içindeki Hadîslerin şeyhten işittikten sonra yanlışsız olarak yazılması, aslı ile mukabele edilmesi ve tashihinin yapılması manasınadır. Bununla birlikte ravinin yazılı metinlerde bulunan Hadîsleri şeşhinden işittiği ve tashihini yaptığı andan rivayet edeceği zamana kadar muhafaza etmesi, herhangi bir zarardan koruması anlamına da kullanılmıştır. 1217
Zabt-ı Kitab:
Bk. Kitâbetu'l-Hadîs.
Zabt-ı Sadr:
Ezberleme ve ezberinde tutma manasına gelen bir tabir olup ravinin şeyhinden işittiği Hadîsi güzelce ezberleyip yeri geldiğinde başkalarına aynen rivayet edebilme yeteneğine denilmiştir.
Zâhibu'l-Hadîs:
Zâhibun şeklinde de kullanılır. Her ikisi, Hadîsleri zayıf manasına gelir. Ravilerin cerhinde kullanılan lafızlardandır. Cerhin ağırına delalet eden beşinci mertebesinde yer alırlar.
Bir ravi hakkında ister kısaca zâhibun, isterse zâhibul'l-hadîs denilmiş olsun, o ravi artık adalet vasfını kaybetmiştir. Hadîsleri kesinlikle yazılmaz. Kendi de terk edilir.
Zâhibun:
Bk. Zâhibu'l-Hadîs.
Zahirî İnkıta’:
Bk. İnkıta'.
Zarurî İlim:
İlm-i zarurî karşılığıdır. İnsanda zaruri olarak hasıl olan bilgiye denir. Hadîs ıstılahında, rivayet edilen Hadîsin insanı kabul etmek zorunda bırakan ve reddine imkân vermeyen bilgi manasınadır. Bunu bir misalle açıklamak gerekirse, dünyanm herhangi bir ülkesinde bulunan bir şehrin ismini duyan bir şahıs, o şehrin varlığını haber verenlerin çokluğu karşısında, onu reddedemez. O şehrin varlığını haber verenleri yalancılıkla itham edemez; çünkü o şehrin varlığını haber verenlerin yalan bir haber üzerinde birleşmelerine imkan yoktur.
Yalan bir haberde böyle bir tifakın olabileceğinin akıl kabul etmez.
Hadîs ilminde zarurî ilim, mütevatir haberler için söz konusu olmuştur. Hz. Peygamber (s.a.s) devrinden itibaren her nesilde sayısı bilinmeyen kalabalık kimseler tarafından rivayet edilen bir haber onu işiten biri için zaruri ilim ifade eder. O kimse bunu reddedemez; zira o haberi rivayet eden sayısı belirsiz kalabalık toplulukların bir araya gelerek böyle bir haber uydurmaları, bir araya gelmeseler bile aynı yalan haberin rivayeti üzerinde birbirlerinden habersiz olarak birleşmeleri aklın kabul edebileceği bir iş değildir. 1218
Zarurî ilmin karşılığı nazarî ilimdir.
Zayıf:
Sözlükte Türkçedeki karşılığını veren bu kelime Hadîs terimi olarak sahih ile hasen dışında kalan Hadîslere denir. Öteki deyişiyle sıhhat şartlarını taşıdığı için sahih denilen Hadîslerle sahihlik şartlarının taşımakla birlikte ravileri zabt yönünden sahih ravileri derecesine çıkamayan ravilerin rivayet ettikleri hasen Hadîsler hariç, diğer Hadîslere denir.
Zayıf Hadîslere yine aynı manada sakîm denildiği de olur. Hadîs alimleri sahih ve hasen Hadisleri makbul, buna karşılık zayıf Hadîsleri merdud saymışlardır.
Bir Hadîsin zayıf sayılmasına sebep olan haller ya senedinde en az bir ravi düşmesiyle inkita'ın olması, ya da ravisinin zayıf bir kimse oluşudur. Ravinin zayıflığı ise meta'in-i aşera denilen ve ona adalet ve zabt vasfını kaybettiren on kusurdan biri veya birkaçının bulunmasiyledir. Sika veya zayıf ravilerin rivayetlerine muhalefet de zayıflık sebepleri arasında yer alır.
Zayıf Hadîsler, zahih veya hasen Hadîslerde bulunması gereken özelliklerden biri veya birkaçının bulunmayışına göre derecelere ayrılırlar ve her-biri değişik isimler alırlar. İçlerinde on-onbeş kadarına hususî isimler verilmiştir. Bunlar daha çok Hadîs Usulü alimlerinin tarifinde birlik gösterdikleridir. Yukarıda da söylediğimiz gibi senedinde inkıta olması veya ravisinin tenkit edilmiş bulunması ve muhalefet sebebiyle ortaya çıkmışlardır. Senedinde kopukluk olması yüzünden zayıf olan Hadîsler, muallak, mürsel, mu'dal, mudelles kısımlarına; ravisinin ta'n edilmiş bulunması sebebiye zayıf olanlar metruk, munker, mu'allel, mudrec, maklûb, muztarib, şâz kısımlarına ayrılmıştır.
Senedinde kopukluk bulunan Hadîslerin en zayıfı mu'dal, biraz daha az zayıfı munkatı, daha zayıfı mudelles, en hafifi mürsel Hadîslerdir diyenler olmuştur.
el-Hattâbî, zayıf Hadîsleri üç dereceye ayırmış, birincisine mevzu, daha az zayıf olan ikincisine maklûb, biraz daha ehven olan üçüncüsüne ise mechûl demiştir. ez-Zerkeşî, senedinde kopukluk olması yüzünden zayıf olan Hadîsleri yedi kısma ayırarak en kötüsüne mevzu demiştir, ondan sonrakileri ise mudrec, maklûb, munker, mu'allel ve muztarib tertibinde sıralamıştır. İbn Hacer'e gelince, ravisinin zabt kusuru nedeniyle zayıf duruma düşen Hadîsleri mevzudan başlamak üzere şu tertibe koymuştur: Mevzu, metruk, munker, mu'allel, mudrec, maklûb, muztarib, cehalet yüzünden munker, kötü ezberleme sebebiyle şâz.
Görülüyor ki, zayıf Hadîslerin zayıflık sebepleri aynı sayıldığı halde derecelendirilmelerinde ve her dereceye giren zayıf Hadîslerin hangileri olduğu konusunda alimler arasında birlik görülmemektedir. Sayıları konusunda alimlerin verdikleri rakamlar da birbirini tutmamaktadır. Söz gelişi İbn Hibbân 49, İbnu's-Salâh 42, Abdurra'ûf Munâvî 81 çeşit zayıf Hadîs olduğunu söylemişlerdir. Zayıf Hadîslerin derecelendirilmesindeki farklılık her alimin konuyu az da olsa değişik açıdan bakmasından kaynaklanır. Sayı farklılığı ve bir kısım zayıf Hadîs çeşitlerinin kabarık rakamlara ulaşması bir zayıf Hadîse değişik isimler verilmesi sonucudur.
Pek çok konuda olduğu gibi zayıf Hadîslerle amel etmek konusunda da İslâm alimleri arasında görüş ayrılığı meydana gelmiştir. Bu konuda üç görüş ileri sürülmüştür.
1. Yahya b. Ma'în, Buharî, Müslim, Ebu-bekr İbni'l-Arâbî, İbn Hazm, Ebu Şâmmeti'l-Makdisî gibi İslam alimlerine göre zayıf Hadîslerle hiçbir şekilde amel edilemez. Bu görüşte olanlar delil olarak daha çok, Buhari ve Müslim'in sahihlerini tertip ederlerken takip ettikleri metot ile bu eserlerde zayıf Hadîs bulunmaması üzerinde durmuşlardır.
2. Ahmed b. Hanbel, Ebu Davud ve onlara tabi olan bazı alimlere göre zayıf Hadîslerle amel edilebilir. Bu görüşte olanlar ise zayıf bir Hadîsle amel edilebilmesi için aynı konuda bir başka rivayetin bulunmamasını şart koşmuşlardır. Onlara göre zayıf Hadîs rey denilen kıyas yoluyla ictihaddan daha iyidir. 1219
3. Bazı alimlere göre zayıf Hadîslerle şer'i hükümlerle ilgisi olmamak, buna karşılık va'z ve fedâil gibi bir konuda olmak kaydiyle ve şartlı olarak amel edilebilir. Hadîs Usulü alimleri zayıf Hadîslerle amel edilebilmesi için gerekli şartlan şu şekilde tesbit etmişlerdir:
a) Zayıf Hadîs fedâ'il gibi akaid ve dinî hükümlerle ilgisi olmayan bir konuda olmalıdır, bu şart üzerinde görüş birliği vardır.
b) Zayıf Hadîs, yalancı, yalancılık ithamına maruz kalmış, çok hata yapmakla tanınan bir ravinin tek başına rivayet ettiği Hadîs gibi ileri derecede zayıf olmamalıdır.
c) Kur'ân-ı Kerim ve sahih sünnetten çıkarılmış delillerle ortaya konan ve amel edilen bir asıl hüküm veya kaidenin içine girmeli, yeni bir hüküm getirmemelidir.
d) Amel edilirken kesinlikle Hz. Peygamber'e ait olduğuna inanılmayıp ihtiyatla kabul edilmelidir. 1220
Akait ve dinî hükümler konularında olmamak kaydiyle zayıf Hadîslerle bu şartlar dahilinde amel etmenin caiz olduğu görüşünde olan İslâm alimleri, fedâ'il, tergîb-terhîb (teşvik etme, sakındırma) ve va'z konularındaki Hadîsler üzerinde fazla titizlik göstermemişlerdir. Nitekim İbn Abdilber, bu konuda “fedâ'il Hadîslerinde şer'i delil olarak kullanılan Hadîslerde gösterilen titizliğe ihtiyaç yoktur” demiştir. el-Hâkim de el-Anberî'den naklederek şunları söylemiştir:
“Bir haber, helali haram göstermeyen, harama helal demeyen, bir kesin hükmü (zanna dayanan) vacip bir hüküm saymayan şekilde sabit olmuşsa ve tergîb-terhîb konusunda ise üzerinde çok durulmaz. Ravilerin tenkidinde gevşek davranılır. el-Beyhakî de aynı konuda tbn Mehdî'nin şu sözlerini nakleder:
“Biz Hz. Peygamber (s.a.v.)'den helal-haram gibi dinî hükümlere ait konularda bir Hadîs rivayet ettiğimiz zaman isnadlarını titizlikle inceler, işi sıkı tutanz. Ne var ki, fedâ'il, sevap, uhrevî ceza gibi mevzularda bir Hadîs rivayet edersek isnadlarda kolaylık gösterir; ravilerini tenkitte ölçüyü gevşetiriz.” 1221
Zayıf Hadîslerin kesinlikle Hz. Peygamber (s.a.s)'e ait olan Hadîsler gibi değil, ihtiyatla rivayet edilmesi gerektiği üzerinde durulmuştur. Buna göre bir zayıf Hadîs hiçbir şekilde cezm siğalarıyla rivayet edilmemelidir. Aksine zayıf Hadîsleri naklederken ruviye, nukile, belaganâ anhu ve benzeri temrîz sigaları kullanılmalıdır.
İçlerinde zayıf Hadîslerin bol miktarda bulunduğu tesbit edilen bazı kitaplar vardır. Bunlardan önemli birkaçı şunlardır:
1. el-Mu'cemu'1-Kebîr: Tanınmış Hadîs alimi Süleyman b. Ahmed et-Taberânî'nin sahabî isimlerini alfabetik sıraya koymak ve herbirinden rivayet edilen Hadîsleri bir arada vermek suretiyle müsned tarzında tertib ettiği bu hacimli eserde bir hayli zayıf, hatta mevzu Hadîs vardır. Aynı alimin el-Mu'cemu'l-Evsât ve el-Mu'cemu's-Sağîr isimli eserlerinde de fazlaca zayıf Hadîs bulunmaktadır.
2. Kitâbu'l-Efrâd: Ali b. Umer ed-Dârekutnî'ye ait olan bu eserde de hayli zayıf Hadîsin bulunduğu tesbit edilmiştir.
3. el-Hatîbu'1-Bağdâdî'nin Tarîhu Bağdâd ve öteki bazı eserlerinde de zayıf Hadîslerin bulunduğu söylenmiştir.
4. Hilyetu'l-Evliyâ: Ebu Nu'aym Ahmed b. Abdillâhi'l-İsbehânî'nin bu eserinde sahih ve hasen gruplarına girenlerin yanında fazlaca zayıf ve mevzu Hadîs bulunmaktadır.
Burada şuna işaret etmek gerekir. Hadîs ve rical ilimleri yönünden büyük önem verilmiş bu gibi eserlerde zayıf ve mevzu Hadîslerin yer alması, ilim adına üzülecek bir durumdur. Ancak böyle olmaları büyük bu kaynak eserlerden faydalanmaya hiçbir şekilde engel teşkil etmez.
Zekera:
“Zikretti, andı” manasına mazi fiilidir. Sema yani şeyhin Hadîslerini bizzat ondan işitmek suretiyle alınan Hadîslerin rivayetinde kullanılan eda lafızlarındandır.
el-Hatîbu'l-Bağdadî, zekera lafzını sema yoluyla alınan Hadîslerin rivayetinde kullanılan eda lafızlarının altıncı sırasında saymıştır. 1222Buradan anlaşıldığına göre bu lafız şeyhten işitmek yoluyla alınan Hadîslerin rivayetinde diğerleri kadar kullanılmış değildir.
Zekera Lenâ Fulân:
Tekil meful zamiriyle zekera lî fulânun şeklinde de kullanılır. “Bize (bana) falanca zikretti” anlamını verir. Sema yoluyla alınan Hadîslerin rivayetinde kullanılan eda lafızlarındandır.
el-Hatîbu'I-Bağdâdî tekil zamiriyle kullanılan şeklini sema'a delâlet eden eda lafızlarının beşinci sırasında zikretmiştir. Kadi İyad ise sema yoluyla alınan Hadîslerin rivayetinde zekera lenâ fulânun eda sığasının kullanılmasını caiz görmüştür, ona göre bu lafız ihbar manasına gelir. 1223
Zekera Lenâ Fulân Bi-Kırâ'atî:
“Falanca bize, benim ona okumamla rivayet etti” manasına gelen bir tabir olup arz veya kırâ'a ale'ş-şeyh denilen Hadîs rivayet metoduyla alınan Hadîslerin rivayetinde eda sigası olarak kullanılmıştır.
Zekera lenâ fulânun kırâ'aten aleyhi ve ene esme'u (falanca bize, ona okunup benim dinlemem sırasında rivayet etti) eda lafzı da aynı şekilde şeyhe arzedilerek rivayet edilen Hadîslerin naklinde kullanılmıştır. Ancak, arzın oluş şekline göre aralarında fark vardır. İlk eda lafzını kullanan ravi Hadîslerini şeyhe kendisi okumuş demektir. Oysa ikinci eda si-gasını kullanan ravi, Hadîs meclisinde başkası tarafından şeyhe okunan Hadîsleri dinleyerek rivayet etmiştir.
Zekera Lenâ Fulân Kırâ'aten Aleyhi Ve Ene Esme'u:
Bk. Zekera lenâ fulânun bikırâ'etı.
Zekera Lî Fulân:
Bk. Zekera lenâ fulânun.
Zenadıka:
Bk. Zındık.
Zevâ’id:
Kelime olarak “fazlalık” manasına gelen “za'id” in çoğuludur. Hadîs Usulü ilminde umumiyetle meşhur Hadîs kitaplarında bulunmayan, bir başka muhaddis tarafından rivayet edilerek müstakil kitaplarda toplanan Hadîslere denir. Böyle Hadîsleri bir arada toplayan kitaplara da zevâ'id kitapları adı verilmiştir.
Değişik maddeler altında söz konusu edildiği gibi, hicri ikinci asnn başlarında itibaren tedvin edilmeyen başlanan Hadîsler, daha sonra tasnif edilerek çeşitli metotlarla tertiplenen kitaplarda toplanmıştır. Hadîsin altın çağı sayılan üçüncü hicri asnn sonlarına gelindiğinde cami, sünen, müsned, musannef, mu'cem adı verilen hayli Hadîs kitabı ortaya konmuştur. Bunlar arasında altı tanesine el-Kutubu's-sitte denilmiştir, bu kitaplan tasnif edenler haliyle rivayet ettikleri bütün Hadîsleri eserlerine alamamışlardır. Onların Hadîsciler arasında rivayet edilegelen bütün sahih ve hasen Hadîsleri toplamaları kadar kitaplanna almaları da mümkün olmamıştır. Bu durumda tabiî olarak geriye pek çok sahih veya hasen sayılan Hadîs kalmıştır. Zeva'id kitaplan bu önemli kaynaklann almadığı Hadîsleri toplayan kitaplardır ve daha çok sekizinci ve dokuzuncu hicri asırlarda kaleme alınmışlardır. Bu tür eserlerin en önemli birkaçı şunlardır:
1. Mecma'u'z-Zevâ'id ve Menba'u'l-Fevâ'id: Nuruddin Ali b. Ebibekr el-Heysemî'nin eseridir. el-Heysemî bu eserini Ahmed b. Hanbel'in; Keşfu'l-Estâr an Zevâ'idi'l-Bezzar adlı eserinde el-Bezzâr'ın; Zevâ'idu Musnedi Ebî Yala'l-Mevsilî isimli eserinde Ebu Ya'lâ'nın; Zevâ'idu'l-Mu'cemi'l-Kebîr, Zevâ'idu'l-Mu'cemi'l-Evsat, Zevâ'idu'l-Mu'cemi's-Sağîr isimli üç ayrı kitabında et-Taberânî'nin el-Kutubu's-Sitte üzerine zeva'idlerini ihtiva etmek üzere ayrı ayrı tasnif ettiği zeva'id kitaplarının hepsini bir araya toplayarak meydana getirmiştir.
2. İthâfu's-Sâdeti'l-Mehera bi-Zevâ'idi'I-Mesânîdi'l Aşera: Ahmed b. Ebibekri'l-Bûsîri. Meşhur Bürde Kasidesi şairi olan el-Busîrî'nin bu eseri önce isnadlarla birlikle te'lif edilmiş, daha sonra isnadlardan ayrı olarak kısaltılmıştır.
3. el-Metâlibu'l Âliye bi-Zevâ'idi'l-Mesânîdi's-Semâniye: Dokuzuncu hicri asrın ilk yarısının meşhur alimi İbn Haceri'1-Askalani'nin bu eseri, adından da anlaşılacağı üzere sekiz müsnedin el-Kutubu's-Sitte üzerine zeva'id Hadîslerini ihtiva etmektedir. Bu müsnedler, Ebu davud et-Tayâlisî, el-Humeydî, İbn Ebi Umer, Musedded, Ahmed b. Meni', Ebubekr b. Ebî Şeybe, Abd b. Humeyd ve el-Hâris b. Ebî Usâme'nin müsnedleridir. Bununla birlikte İbn Hacer, Ebu Ya'la'l-Mevsilî, İshâk b. Râhûye'nin zeva'idine yer vermiştir. Ayrıca el-Hasen b. Sufyân, Muhammed b. Hişâm es-Sedûsî, Muhammed b, Hârûn er-Rûyânî ve el-Heysem b. Kuleyb'in müsnedlerine de müracaat etmiştir. Ancak eserinin mukaddimesinde onlardan Hadîs nakletmediğini kaydetmektedir. 1224
Zındık:
Görünüşe göre müslüman olan ancak içinde küfre düşen kişilere denilmiştir, böyleleri dışardan müslüman görünürler. Azılı İslâm düşmanıdırlar ve bu son ilâhî dinî içinden yıkmak için olmadık yollara başvururlar. Çoğulu zenâdika gelir.
Zındıkların ilk olarak ortaya çıkışları Emevî devrinin sonlarına rastlar. Abbasiler devrinde ise halifelerin yabancılara tanıdıkları geniş hürriyetten faydalanarak sayıları artmıştır.
Hadîs İlminde zındıklar, İslâm düşmanlığı yüzünden Hadîs uyduran gruplar arasında görülür. İbnu'l-Cevzî, yalancı raviler içinde üçüncü grubu zenâdıkanın teşkil ettiğini, bunların sırf İslâm Şeriatını bozmak, halkın gözünde İslamî değerlere gölge düşürmek ve dinle alay etmek maksadiyle Hadîs uyduranlar olduklarını söyler. İlk misal olarak da Hammâd b. Seleme'nin oğulluğu Abdulkerim b. Ebi’l-Avcâ'yı gösterir. 1225Abdulkerim Abbasilerin Basra Valisi Muhammed b. Süleyman el-Abbâsî tarafından öldürülmüştür. Ölüme giderken dört bin hadîs uydurduğunu, bunlarla haramı helal, helali haram haline getirdiğini itiraf etmiştir. 1226
Zındıklardan Hadîs uyduranların sayısı hayli fazla olduğu gibi uydurdukları Hadîsler de hayli yekun tutar. Nitekim, Halife el-Mehdi'nin huzurunda zındığın biri dört yüz Hadîs uydurduğunu, hepsinin halk arasında Hadîs diye yayıldığını söylemiştir. Hammâd b. Zeyd'e göre zındıklar Hz. Peygamber (s.a.s)'in ağzından on bin Hadîs uydurmuşlardır.
Hadîs alimlerinin güvenini kazanamıyacaklarını bilen zındıklar, uydurdukları Hadîslerin büyük bir kısmını telkin yoluyla yaymışlardır. Bir kısmı da gaflet yüzünden kitabında yazılı Hadîslerin farkında olmayan gafiller tarafından kendi Hadîsleriymiş gibi rivayet edilerek yayılma imkanı bulmuştur.1227
Müslüman görünümü altında İslâm'ı içinden yıkacak derecede tehlikeli bir yola girerek Hadîs uyduran zındıklar, özellikle akide konusunda bozguncu fikirler yaymaya, bunları destekleyecek Hadîsler uydurmaya başlayınca işin tehlikesini sezen halifeler tarafından çoğu ölümle cezalandırmışlardır. Cebr akidesini yayan, Allah'ın sıfatlarını nefyeden, Kur'ân-ı Kerim'in mahluk olduğu fikrinin propagandasını yapan Ca'd b. Dirhem bunlardandır. Halife el-Mehdi hicri 168 yılında Bağdat'ta ne kadar zındık varsa hepsini kılıçtan geçirmiştir. Kûfe'yi merkez haline getiren ve hatırı sayılır bir grup oluşturan zındıkların çoğu Mani dinîne mensup oldukları halde kendilerini müslüman gibi göstermeyi başarmışlardır.
Ziyâdâtu's-Sikât:
Bk. Ziyâde.
Ziyâde:
Sözlükte “fazlalık” anlamına gelen bir kelimedir. Hadîs Usulünde ziyâdetu's-sîka veya çoğul halinde ziyâdâtu's-sikât şekillerinde geçer. Kısaca, sika olan bir ravinin bir Hadîsin rivayetinde yaptığı fazlalığa denir. Öteki deyişiyle güvenilir bîr ravinin, rivayet ettiği bir Hadîsin metninde diğer sika ravilerden farklı olarak naklettiği fazlalığa ziyade adı verilmiştir. Şu misaller ziyadenin tarifini daha da açıklığa kavuşturacak nitilektedir:
“...Hz. Peygamber (s.a.s) Ramazan ayında fitre zekatını hür olsun, köle olsun, erkek-kadın bütün müslümanlara bir sa' (miktarı) hurma veya arpa olarak vermelerini emretti.”
Tirmizî'nin belirttiğine göre bu Hadîsi Mâlik, Nâfi'den rivayet etmiş ve metnine “mine'l-muslimîn” lafızlarını ziyade kılmıştır. Ebu Davud da aynı ziyadeye işaret ederek “Hadîsi Sa'id el-Cumahî, Ubeydullah-Nafi tarîkıyla rivayet ederek “mine'l-muslimîn” ziyadesinin olmayışı meşhurdur” demiştir. Şu hale göre İmam Malik bu Hadîsi metninde bu ziyadeyle rivayet etmiştir. Yine Tirmizî'nin kaydettiğine göre bahis konusu ziyade, Hadîsle amelde ihtilaf kaynağı olmuştur. Nitekim başta İmam Malik olmak üzere İmam Şafiî ve Ahmed b. Hanbel Hadîsteki bu ziyadeye dayanarak fitre vermenin kadın-erkek, hür veya köle bütün müslümanların boynuna borç olduğuna, müslüman olmayan kölelerin fitre vermeyeceklerine hükmetmişlerdir. Halbuki Hadîsteki ziyadeyi kabul etmeyen Sufyân es-Sevrî, Abdullah İbnu'l-Mübarek ve İshâk b. Râhûye gibi alimler kölelerin müslüman olmasalar dahi fitre vermeleri gerektiğine hükmetmişlerdir. 1228
Müslim'in Ebu Mâlik el-Eşca'î - Rib'î -Huzeyfe tarikından rivayet ettiğine göre Hz. Peygamber (s.a.s) şöyle buyurmuşlardır:
“Üç şeyle diğer insanlara üstün kılındık: (Namaz kılarken durduğumuz) saflarımızı meleklerin saflarına denk tutuldu. Bütün yeryüzü bizler için mescit, toprağı da su bulamadığımız vakit temizleyici kılındı.”1229
Bu Hadîsin de “ve cu'ilet turbetuhâ lenâ tahûren” kısmı Ebu Mâlik el-Eşca'î'nin rivayetinde teferrüd ettiği ziyadedir; zira diğer rivayetlerde bu kısım “ve cu'ilet lenâ'l-ardu mesciden ve tahürâ” şeklindedir. 1230
Burada şunu kaydetmek gerekir ki ziyâde ile idraci birbirine karıştırmamalıdır; çünkü görünüşte aynı oldukları intibaını uyandırsalar bile aralarında fark vardır. Bu fark ziyadenin Hadîsin metninde diğerlerine göre farklı şekilde rivayet edilen fazlalık, idrac ise ravinin, rivayet ettiği metne kendisi tarafından eklenen veya eklenmese dahi başkaları tarafından katılan sözler oluşundan kaynaklanmaktadır.
Sika ravilerin rivayette tek kalmaları halinde ziyadeleri makbuldür. el-Hatîbu'l-Bağdâdî, Fıkıh ve Hadis alimlerinin bu görüşte olduklarına işaret ederek şunları söylemiştir: “Fakihler ve Hadîscilerin çoğu sikanın rivayetinde tek kaldığı ziyadesinin makbul olduğu görüşündedirler. Bu görüşleriyle herhangi bir şer'i hükmün taalluk ettiği veya etmediği ziyade ile ziyadenin bulunmadığı bir haberle sabit olacak hükümlerde noksanlığa yol açacak ziyade arasında hiçbir ayırım yapmamışlardır. Aynı şekilde şer'î hüküm taalluk etsin veya etmesin sika ravinin teferrüd ettiği ziyade ile sabit bir hüküm değişmesine yol açacak veya açmayacak ziyade arasında da ayırım yapmış değildirler. Dahası ziyade, ravisinin bir defasında noksan olarak rivayet ettiği bir haberde olsa ve sonradan o ziyade ile rivayet etmiş ya da kendisi rivayet etmeyip başkası nakletmiş bulunsa dahi yine ayırım yapmaya lüzum görmemişlerdir.” 1231
el-Hatîbin bu sözlerinden anlaşıldığı gibi Fıkıh ve Hadis alimleri sika ravinin rivayetinde tek kalmış olduğu ziyadesinin ne şekilde olursa olsun makbul sayılması gerektiğine kail olmuşlardır. Bununla birlikte sikanın ziyadesinin ancak bir şer'i hükme taalluk etmesi halinde kabul edilmesi gerektiğini, hüküm ifade etmediği sürece kabulüne gerek olmadığını ileri sürenler de vardır. Bazı şafiiîer ise ziyadenin Hadîsi rivayet eden raviden değil de sika bir kimseden gelmesi halinde kabul edileceğini söylemişlerdir, şu var ki bu takdirde aynı ravinin Hadîsi bir kere ziyade olmadan, ikinci defa ise ziyade ile rivayet etmemesi aranır. Eğer ravi bu şekilde rivayet etmemiş de bir kere ziyadesiz ikincide ise metninde ziyade olduğu halde rivayet etmişse böyle ziyade makbul tutulmaz.
el-Hatîb'in kendisine göre ise ziyade, adalet sahibi, hafız, mutkin ve zabtı tam bir raviden geldiği sürece ne şekilde olursa olsun makbuldür ve amel edilebilecek niteliktedir. 1232
İbnu's-Salâh'a göre sikanın teferrüdü üç haldedir. Bunlardan üçüncüsü başka sika ravilerin rivayet etmedikleri tek lafız ziyadesi gibi bir ziyade ile rivayette teferrüddür. Hadîs ehlinin ve fıkıhcüann makbul saydıkları ziyade budur. 1233
İbn Hacer ise ziyadeyi İbn Salâh’ın söylediklerine uygun görmüş ve ancak şâz olmaması halinde makbul olacağını söyleyerek şöyle demiştir: “Sahih ve hasen ravisinin Hadîste olan ziyadesi, bu ziyadeyi yapmayan ve daha güvenilir olan bir başka ravinin rivayetine aykırı düşmedikçe makbuldür: çünkü Hadîsteki ziyade, ya bu ziyadeyi zikretmeyen kimsenin rivayetine aykırı olmaz. Bu takdirde, ziyadesi bulunan Hadîs mutlaka kabul edilir; zira bu, güvenilir bir ravinin rivayetiyle tek kaldığı müstakil bir Hadîs hükmündedir ve bu Hadîsi başkası şeyhinden rivayet etmemiştir. Yahutta bu ziyade, diğer rivayete aykırı düşer ve kabul edilmesi halinde diğer rivayetin reddedilmesi gerekir. İşte böyle bir durumda, ziyadeyi ihtiva eden rivayetle, onun zıddı olan rivayet arasında tercih yapılır. Râcih (üstün) olan kabul edilir, mercûh (daha aşağı derecede) olan bırakılır.
Ziyadenin tefsile gitmeksizin mutlak olarak kabulü ile ilgili görüş, Hadîscilerle fıkıhcıların ekserisi arasında meşhur olmuştur. Ancak, Hadîsin şâz olmamasını sahihte şart koşan, sonra da şâzzı güvenilir bir ravinin kendisinden daha güvenilir bir raviye muhalefeti olarak tefsir eden Hadîsciler yönünden tafsile gitmeksizin ziyadenin mutlak olarak kabul edilmesi doğru olmamak gerekir. Aksi halde sahihi red, buna karşılık şâz olan Hadîsi kabul etmek icabeder.” 1234
İbn Hacerin bu söylediklerinden onun ziyadeyi şâz'dan ayrı mütalaa ettiği ve şâz olmadığı takdirde ziyadenin kabul edileceği görüşünü benimsediği anlaşılmaktadır. Şâzz'ın zayıf Hadîslerden olması dolayısiyle doğru olan görüş de budur; zira İbn Hacer'in de ifade ettiği gibi şâzz'ı hem zayıf kabul etmek, hem de ihtiva ettiği ziyade dolayısiyle onun mutlaka kabul edileceğini söylemek açık bir tezattır. 1235
Ziyadetu's-Sika:
Bk. Ziyade.
Mecmeu'l Bahreyn Abidesi - Hz.Mevlânâ ile Şems-i Tebrîzî'nin Buluştuğu Yer,
Karatay, Konya
-
*Mecmeu'l Bahreyn Abidesi - Hz.Mevlânâ ile Şems-i Tebrîzî'nin Buluştuğu Yer*
Hz.Mevlânâ ile Şems-i Tebrîzî'nin buluştuğu yer, yani Mecmau'l Bahreyn
Abide...
13 saat önce
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder