28 Temmuz 2010 Çarşamba

Hadis Terimleri Sözlüğü - Ş

Ş
Şâfehenî
Şâfehenî Bi'l-İcâze
Şâhid
Şakk
Şart
Şartu Müslim
Şartu’l-Buhârî
Şartu'ş-Şeyhayn
Şâz
Şâz Bi-Merra
Şâz Merdûd
Şehâdet
Şedîdu'd-Da'f
Şekke Fulân
Şekkun Mine'r-Râvî
Şekku’r-Râvî
Şemâ'il
Şeyh
Eş-Şeyhân
Şeyhun
Şeyhun Vasatun
Şibhu'l-Vad'
Şurûtu'l-Mutevâtir
Şurûtu’r-Rivâye
Şurûtu's-Sıhha
Şuyuh Tedlîsi
Şuzûz



Ş

Şâfehenî:

Sözlükte dudak anlamını veren “şefeh” kelimesiyle ilgili olaıak dudak dudağa gelmek karşılıklı söyleşmek manasına gelen “şâfehe” fiili, mef’ulü olan “nî” mutekkellim zamiriyle birlikte bir tabir oluşturur ve “benimle karşılıklı konuştu” manasına gelir. Tabir olarak bazı müteahhir hadisciler tarafından kullanılan eda lafızlarındandır. Daha çok şeyhin sözlü olarak verdiği icazetle alınan hadislerin rivayetinde kullanılmıştır.
Aynı yerde, aynı manaya gelecek şekilde ahberanâ muşâfeheten eda sığası kullanan hadisciler de vardır. Kimi hadisciler de icazeti açıklamak suretiyle şafehenî bi'1-icâze demeyi tercih etmişlerdir.

Şâfehenî Bi'l-İcâze:

Bk. Şafehenî.


Şâhid:

Dördüncü babdan çekimi yapılan ve bir yerde hazır olmak manasına gelen “şehide” kök fiilinin ism-i faildir. Bir yerde hazır olanın orada geçen bir olayı görmesi akla yakın olduğundan bir olayı görene şâhid denilmiştir.
Hadis Usulünde şâhid, terim olarak bazı âlimler tarafından mutâbî' karşılığı olarak kullanılmıştır. Mutâbî' başlığı altında geniş çapta açıklanmaya çalışıldığı gibi, ferd olduğu sanılan bir hadisin başka tarikdan rivayet edilip edilmediği çeşitli hadîs kaynaklarına başvurularak araştırılır. İ'tibar adı verilen bu araştırma sonunda aynı hadîsin, rivayetinde tek kaldığı zannedilen ravinin şeyhinden benzer lafızlarla rivayet edildiği anlaşılırsa o hadise öncekinin mutâbii adı verilir. Buna göre mutâbi ile şahidi bir kabul eden alimler nazarında, araştırma neticesi ferd olduğu sanılan bir hadise benzeyen ve tek başına rivayette bulunduğu sanılan ravinin şeyhinden rivayet edilmiş olduğu anlaşılan ikinci bir hadise şahid demek icap eder. Öyle görünüyor ki İbnu's-Salâh da aynı kanaattedir. Nitekim, mutâbaat-ı kasırayı tarif ettikten sonra bu yolla rivayet edildiği anlaşılan hadise şahid denilebileceğini söylemiştir.
Bununla birlikte İbnu's-Salâh ayrıca şahidin diğerinden çok az farklı bir başka tarifini daha vermiştir. Ona göre, ferd olduğu zannedilen hadis, aslında bilinen vecihlerden rivayet edilmeyip onun yerine aynı manada bir başka hadis nakledilirse buna da şahid denir. Ancak bu takdirde mutâbaat söz konusu olmaz. 1104İbnu's-Salâh’ın bu tarifine göre şahid mutâbiden daha umumîdir; zira şahid, bazen manayı, bazen hem lafzı hem de manayı kuvvetlendirmektedir. Halbuki mutâbaat lafızla ilgilidr ve mana ile bir alakası yoktur. Nitekim İbn Hacer de şahidin bir hadisin bir başka sahabi tarafından rivayet edilen ve mana yönünden onun benzeri olan hadis olduğunu söylemiştir. 1105Ona göre şahidin misali, mutâbaata misal olan “rü'yet-i hilâl” hadisinin Buhârî rivayetidir. Bu rivayet Muhammed b. Ziyâd tarikıyla Ebu Hureyre'den rivayet edilmiştir ve şöyledir:
“Şayet görüş ufkunuz kapalı ise Şa'ban ayını otuza tamamla (yıp oruca öyle başla) yınız.” O hadis İbn Ömer'den rivayet edildiği halde bunun aynı manada bir başka sahabîden rivayet edilmiş olması şahid vasfını kazanmasına sebep olmuştur. Aradaki bu nüansı tekrarlamak üzere her ikisi de yeniden tarif edilecek olursa mutâbi, ravisine hadisi tahric edilmeye elverişli bir başka ravinin muvafakat ettiği ve bu ikinci ravinin o hadisi şeyhinden veya daha yukarıdaki bir raviden benzer sözlerle rivayet etiği hadistir. Şahid ise bir hadise lafız veya mana yönünden veya sadece mana itibariyle benzeyen lafızlarla bir diğer sahabîden rivayet edilen ve bu rivayetle ötekine muvafakat eden hadistir. 1106

Şakk:

Sözlükte yarmak, bölmek, parçalamak, bir bütünü parçalara ayırmak manalarına gelir.
Hadis Usulü ilminde hadisleri yazarken hatalı olarak fazladan yazılan kelime veya ibareleri üstünü çizerek iptal etmeye denir. Bu manada darb şekillerindendir.
er-Râmehurmuzî, en iyi darb şeklinin darbedilen kısma dokunmadan üzerine bir çizgi çizilmesi olduğunu söylemiştir. 1107Kadî İyad ise hadis yazanların çeşitli darb şekilleri kullandıklarını, çoğunluğun yanlış yazılan kısmı üzerine harflerle karışacak şekilde çizgi çizerek darb ettiklerini kaydetmiştir. Ona göre böyle yapmak darbedilen kısımla karışmaktadır. Bu itibarla hadis yazanlar çizgiyi darbedilen kısmın üstüne gelecek şekilde çekmişlerdir, darb ve şakk denilen işte budur. 1108Buradan anlaşıldığına göre Kadı Îyad, şakk ile darbı aynı kabul etmektedir. Ancak unutmamak gerekir ki o Mağriblidir. Mağriblilerin pek çok konularda kendilerine has uygulama şekilleri vardır. Buna göre onun, gerek harf veya ibarelerin üzerine çizgi çekilsin, gerekse yanlış yazılan yerlere dokunmaksızın satırın üstüne çizgi çekilsin her ikisini de bir gördüğü bellidir. Ancak, ifadelerinden, başka metinler yazanlarla hadis yazanların darb şekilleri arasında fark olduğu da anlaşılmaktadır. Buna göre şakkı bir darb usulü olarak almak gerekir.

Şart:

Sözlükte, alışveriş ve benzeri muamelelerde öngörülen hükme denir. Çoğulu şurüt gelir. 1109
Hadis Usûlünde şart, hadis aliminin bir hadisi değerlendirir veya hadislerden oluşan bir kitap tasnif ederken göz önünde bulundurduğu esaslara denilmiştir.

Şartu Müslim:

Müslim'in el-Câmi'u's-Sahîh isimli kaynak eserinde gözettiği özellikler manasında bazı muhaddisler tarafından kullanılmış bir tabirdir.
Başta el-Hakîm olmak üzere bazı hadis alimleri Buhari ve Müslim'in Sahihlerinde naklettikleri hadislerin bazı özellikler taşıdıklarını ileri sürmüşlerdir. Meselâ el-Hakim, bu iki alimin Sahihleri üzerine tasnif ettiği el-Mustedrek adlı kitabında yer yer bazı hadisleri verdikten sonra “Müslim'in şartına göre sahihtir” demiştir. Onun bu tabiri bazı muhaddisler tarafından da kullanılmış olmalı ki manası üzerinde bazı tahminler yürütülmüştür. Bunlar içinde en uygun görüneni Müslim'in, birbirlerinden rivayette bulunan ravilerin, Buhârî'nin öngördüğü gibi birbirleriyle görüşmüş olmaları değil, mu'asır olmalarının yeterli olduğu görüşüdür, ne var ki bu tabir hadisciler arasında yerleşmiş ve yaygın hale gelmiş bir tabir değildir. Bu bakımdan manası hakkında tahminlerden öte açık bir izah yoktur. 1110

Şartu’l-Buhârî:

“Buhari’nin şartı” anlamını veren bir deyimdir. Başta el-Hakim olmak üzere bazı muhaddislerin Buhâri'nin sahihine almış olduğu hadislerde gözettiği bir özelliğe denilmiştir.
el-Hâkim, Buhâri ve Müslim'in Sahihleri üzerine te'lif ettiği el-Mustedrek isimli eserinde yer yer bazı hadisleri zikrettikten sonra “Buhâri'nin şartına göre sahihtir” demiştir. Onun bu tabiri bazı muhaddisler tarafından da kullanılmış olmalıdır.
Buhâri, Sahihine seçerek aldığı hadislerin taşıdığı şartlar hakkında herhangi bir açıklama yapmamıştır. Buna rağmen el-Hakim'in tabirinden kasdedilen mananın ne olduğu konusunda bazı açıklamalarda bulunanlar olmuştur. Bu açıklamalar içinde en makul görüneni, Sahihe alınan hadisleri rivayet edenlerin birbirleriyle görüşmüş raviler olmaları özelliğidir. Ancak bu tabir hadisciler arasında yerleşmiş bir tabir olmadığından delalet ettiği mana açıklığa kavuşmuş değildir. 1111

Şartu'ş-Şeyhayn:

“İki şeyhin şartı” demektir. Hadis ilminde önemli yerleri olan Buhârî ile Müslim'in Sahihlerine seçerek aldıkları hadisleri inceleyen bazı alimlerin onlarda mevcut olduğundan söz ettikleri bazı özelliklere denilmiştir.
Ne Buhâri ne de Müslim, kitaplarında yer alan hadislerin hangi şarta uygun olduklarından bahsetmiş değillerdir. Ancak es-Sahîhân da gözetilen sıhhat şartlarını araştıran hadis alimleri başlıca üç görüş ileri sürmüşlerdir. Bu görüşlerden ilki el-Hâkim'e aittir. Ona göre, Buhâri ile Müslim'in seçerek sahihlerine aldıkları hadisler genellikle şu özelliğe sahip olan hadislerdir: Hz. peygamber (s.a.s)'den, ondan hadis rivayet etmekle meşhur ve (en az) iki sika tabii ravisi olan sahabî tarafından rivayet edilmiştir. O sahabîden, sahabeden rivayetleri olduğu bilinen ve -en az- iki sika ravisi olan tabiî; o tabiîden, sika, mutkin ve tabiîlerden rivayette bulunduğu bilinen dördüncü tabakadan bir tâbi'u't-tâbiî rivayet etmiştir. Ondan da Buhâri veya Müslim'in hafız, mutkin ve rivayetlerinde adaletiyle tanınan şeyhi (ya da şeyhinin şeyhi) rivayet etmiştir.1112 el-Hakim'in bu görüşüne dayanarak denilebilir ki gerek Buhâri, gerekse Müslim kitaplarına aldıkları hadislerin Hz. Peygamber (s.a.s)'den kendilerine kadar her halkasında en az ikişer ravisi bulunan isnadlarla gelen hadisler olmasına önem vermişlerdir. Öteki deyişiyle bir hadisi kitaplarına almak için onun kendilerine en aşağı iki şenelde ulaşmasına dikkat etmişlerdir, el-Hâkim'in bu görüşü bazılarınca kabul edilmemiştir.
İkinci görüş el-Makdisî'ye aittir. Ona göre Buharî ve Müslim'in kitaplarına aldıkları hadislerde gözettikleri şart, sahabîye kadarki ravilerin ittifakla sika olmaları; sika ve sebt raviler arasında rivayet farkı bulunmaması; bir de isnadlarının muttasıl ve inkıtasız gelmesidir. Her iki alimin hadisini sahihlerine aldıkları sahabînin iki veya daha çok ravisi varsa ne ala. Şayet tek ravisi varsa ve öteki raviye kadarki rivayet tarîki sahihse öyle hadisleri de kitaplarına almışlardır. 1113
Üçüncü görüşün sahibi el-Hâzimî de şunları söylemiştir: Sahihin şartı, isnadı muttasıl, ravisi müslüman, rivayetinde sadık, tedlis yapmayan, ihtilata maruz kalmamış, adalet vasfıyla birlikte zabt sahibi, rivayetlerinde hatadan kaınan, hafızası kuvvetli, vehmi az ve sağlam itikadlı olmaktır.” 1114el-Hazımî, gerek Buhâri'nin gerekse Müslim'in sahihlerine aldıkları hadislerde bu sıhhat şartlarına riayet ettiklerini sözlerine eklemiştir.
İbn Haceri'l-Askalânî'ye göre eş-Şeyhân, kitaplarına aldıkları hadislerde genellikle bu esasları göz önünde tutmuşlardır. Ancak yerine göre bu esasların yerine geçecek ve tercihe esas olacak herhangi bir sebebi göz önünde tutarak onlardan fedakarlık ettikleri de olmuştur. 1115
es-Sahîhân’da mevcut hadisler başka özelliklere de sahiptir. Bunlara bütün muhaddislerce şart tabir edilmemiştir. Bu itibarla şartu'ş-şeyhâyn tabiri Hadis Usulü kaynaklarında terim olmaktan çok Kur'ân-ı Kerimden sonra en sahih kabul edilen iki hadis kitabındaki hadislerin bazı özelliklerini aksettiren atbir olarak yer almıştır.

Şâz:

Kelime olarak birinci ve ikinci bablardan çekimi yapılan ve bir grubun içinden ayrılıp kendi başına bir yol tutmak anlamını veren “şezze” kök fiilinden ismi fail ölçüsünde gelir. Aynı fiilin masdarı olan suzûz ile birlikte aynı yerde kullanılır.
Istılahta şâz, genellikle umumî hükümlerden veya küllî kaidelerden hariç ve tek başına kalana denir. 1116 Hadis ıstılahı olarak ise ravinin muhalefetinden doğan bir zayıf hadis çeşididir. Hadis Usulü alimleri tarafından az da olsa değişik şekillerde tarif edilmiştir.
İmam Şâfi'î'ye göre söz güvenilir bir ravinin rivayet edip de başkalarının etmediği hadis değil; güvenilir bir ravinin başkalarının rivayetine aykırı olarak rivayet ettiği hadistir. 1117 İmam Şafii'nin bu şaz tarifinde esas unsur, muhalefettir. Bununla birlikte başkalarının rivayetine aykırı rivayette bulunan ravinin sika veya zayıf olduğu belirtilmemiştir.
el-Hâkim ise şâz hadisi güvenilir ravilerden birinin tek başına rivayet ettiği hadis olarak tarif etmiştir. 1118 Ebu Ya'la el-Halîli de ona yakın bir tarif naklederek şöyle demiştir: “Hadis alimleri şaz hadisin ister sika olsun, ister olmasın, ravisinin bu isnadla diğer ravilerden ayrıldığı hadis olduğunda birleşmişlerdir.” 1119 el-Hakim'in verdiği şâz tarifi ile Ebu Ya'lâ el-Halîli'nin ondan pek de farklı olmayan tarifi birlikte göz önüne alınırsa denilebilir ki, şâz, bir ravinin münferid olarak rivayet ettiği hadistir. Bu tarif pek tutulmamıştır: zira tek isnadla gelen pek çok hadis vardır ki, sahihtir. Misal vermek gerekirse, hadisi verilebilir. Bu hadis ilk dört ravisinin teferrütleri yüzünden garibdir. Gerçekten Hz. Ömer Hz. Peygamber (s.a.s)'den rivayette tek kalmıştır. Hz. Ömer'den Alkame b. Vakkâs el-Leysî tek kalmıştır. Aynı şekilde Muhammed b. İbrahim Alkame'den; Yahya b. Sa'id de Muhammed b. İbrahim'den rivayette tek kalmışlardır. Ancak garib olmasına rağmen sahihtir. Halbuki şâzzı bütün alimler zayıf hadisler arasında saymışlardır. Şu hale göre şazz'ın sika olsun veya olmasın rivayette tek başına kalan ravinin rivayetinden ayrı olması gerekir. Nitekim İbnus-Salâh, şâzzın bu tariflerden farklı olduğuna işaret ettikten sonra şunları söylemiştir. “Ravi rivayetinde teferrüd ettiği takdirde bakılır. Eğer tek başına rivayet ettiği hadis, o hadisi rivayetinde kendisinden hıfz ve zabt yönünden daha üstün bir başka ravinin rivayetine muhalif ise rivayetinde tek kalanın hadisi merdud şazdır. Eğer başkasının rivayetine aykırı bir tarafı yoksa o zaman aykırı rivayeti, kendisinden başka rivayet eden olmamıştır demektir. O takdirde de rivayetinde tek kalan raviye bakılır, bu ravi, o hadisi rivayetinin dışında adaletli, hıfz ve itkan bakımından güvenilir biri ise rivayetinde yalnız kalmış olması kadih illet olarak alınamaz (hadisi kabul edilir). Ne var ki, bu ravi hıfz ve itkan bakımından güvenilen bir kimse değilse o zaman hadisi sahih olmaktan çıkar.”1120
İbnu's-Salâh'ın bu sözlerinden anlaşıldığı gibi, bir hadise şâz denilebilmesi için sadece ravisinin rivayetinde tek kalması yeterli değildir. Aynı zamanda daha güvenilir bir ravinin rivayetine aykırı olması gerekir. Şayet muhalefet yoksa hadis ayrı bir rivayet olarak kalır. Ona şâz denilmez.
İbn Hacer'e gelince ona göre, bir ravinin hadisine ya zabt fazlalığı yahut adet çokluğu, yahutta diğer tercih sebeplerinden biri dolayısivle kendisinden daha üstün bir ravi yönünden muhalefet vaki olursa, daha üstün olduğundan tercih edilene mahfuz, diğerine yani terk edilene şâz denir. 1121Şu hale göre netice olarak şâz, güvenilir bir ravinin gerek zabt fazlalığı, gerekse diğer ravilerde aranan husulara itibariyle kendisinden daha üstün bir raviye aykırı olarak ve tek başına naklettiği hadistir. Şu hadis misalini teşkil eder. Ebu Davud, Tirmizî ve İbn Mâce Sufyân b. Uyeyne tarikından şöyle bir hadis rivayet etmişlerdir:
“Hz. Peygamber (s.a.s) zamanında bir adam vefat etti. Arkasında mirasçı olacak kimse bırakmadı. Yalnızca azad ettiği bir kölesi vardı. Hz. Peygamber (s.a.s) adamın mirasını o köleye verdi.” 1122
Hammâd b. Zeyd, bu hadisi sahabî ravisi İbn Abbâs'ı zikretmeksizin mürsel olarak rivayet etmiştir. Hammâd, sika bir ravidir. Bu rivayetiyle kendisi gibi sika olanlara muhalefet etmiştir. Böylece Hammâd’ın rivayeti şâz, Sufyân tarikından geleni ise mahfuz olmuştur.
Metinde aykırılığa ise şu hadis misal verilebilir. Müslim'in Nubeyşe el Huzelî'den rivayetine göre Hz. Peygamber (s.a.s) buyurmuşlardır ki, “Teşrik günleri yeme-içme günleridir.” 1123Hadis bu şekilde sahih olarak rivayet edildiği halde Musa b. Uley b. Rabâh - Babası - Ukbe b. Amr isnadıyla şöyle rivayet etmiştir:
“Arefe ve teşrik günleri yeme-içme günleridir.” Musa b. Uleyy'in bu şekildeki rivayeti şazdır. Abdulvâhid b. Ziyâd, el-A’meş - Ebû Salih - Ebu Hureyre isnadıyla şöyle bir hadis rivayet etmiştir:
“Biriniz sabah namazının iki rekat (sünnet)ini kılınca sağ yanı üzerine uzanıversin.” Abdulvâhid bu hadisi merfu olarak rivayet etmiştir. Halbuki birçok sika ravi tarafından Hz. Peygamber (s.a.s)'in bir davranışı, başka deyişle fiilî sünnet olarak nakledilmiştir. Bu durumda asıl rivayet “Hz. Peygamber sabahın iki rekat (sünnet)ini kıldıktan sonra sağ yanları üzerine uzanırlardı” şeklinde iken Abdulvâhid tarafından değiştirilmiş ve sika ravilerin rivayetlerine aykin düştüğünden şâz olmuştur.1124
Şâz hadisler zayıf hadisler olduklarından merdûd sayılmışlardır. Bu bakımdan dinî meselelerde hüccet olamazlar. Bir başka deyişle, Şâz hadisle amel edilmez. Karşılığı olan mahfuzla edilir.

Şâz Bi-Merra:

Hakkında şâz hükmü verilen, şahidi veya mutâbi'i olmadığından öylece kalan şâz hadise denir.

Şâz Merdûd:

Bk. Şâz.

Şehâdet:

Bir yerde hazır olmak, orada geçen olayı gözle görmek manasına “şehide” kök fiilinin mastarıdır ve bir nesnenin hakikatına erip kesin bilgi sahibi olmak manasına kullanılır. Bir işi gördüğü yahut bildiği şekilde haber vermek manasına da gelir ki tanıklık vermek tabir edilir. Allah yolunda savaşırken ölmeye de şehadet edilmiştir. 1125Bu kadar geniş manalar veren şehadetin anlamı bir olayı gözle görüp gördüğü şekilde haber vermek manasında birleşir.
Hadis ilminde şehadet rivayete benzetilmiştir, nasıl ki, şehadette bir olaya şahit olup onun hakkında edinilen bilgiyi haber vermek söz konusudur; rivayet de bir bakıma şehadet sayılmak gerekir; zira ravi, şeyhinden işitip bilgi sahibi olduğu bir haberi nakletmekle şahidin yaptığı işin aynısını yapmaktadır. Bu ve diğer bazı noktaları göz önünde bulunduran kimi hadis alimleri, rivayetle şehadetin ikisini bir anlamda kabul etmişlerdir. Ne var ki, kimileri de aralarında fark olduğunu ileri sürmüşlerdir. es-Suyûtî, rivayetle şehadet arasındaki hüküm farklarını yirmi bire çıkarmıştır. Özetleyecek olursak,
1. Şehadette adet şart ise de rivayette değildir; zira bir kere müslümanın kalbinde yalan şahitliğe karşı bir korku vardır. Hz. Peygamber'e yalan isnad etmenin vereceği korku elbette daha büyüktür.
Şu da var ki, bir hadisi bazen bir tek ravi rivayet etmiş olur. Eğer o hadis ravi adedinin az oluşu yüzünden kabul edilmeyecek olursa bilip öğrenmek ve gereğince amel etmek faydası kaybolur. Bu zarar herhalde bir tek şahsın bir tek hakkının kaybolmasından çok daha ağırdır. Dahası, müslümanlar arasında kendilerini yalan şahitliğe sevkedecek şahsî düşmanlıklar olabilirse de hadis rivayetinde yalan söylemeye itecek herhangi bir ebep yoktur.
2. Şehadette bazı yerlerde şahidin erkek olması aranır. Oysa rivayette ravinin mutlaka erkek olması diye bir şart yoktur.
3. Şehadette hürriyet şarttır. Rivayette değildir.
4. Bir görüşe göre rivayette buluğ şartı yoktur. Duyduğunu nakledebilecek derecede aklı başında bir çocuk görüp işittiğini haber verirse dinlenir.
5. Hattâbiye hariç, herhangi bir mezhebin aşırı taraftarı olan ravinin şehadeti bazı şartlarla kabul olunabilir. Halbuki mubtedi1 denilen bid'at ehli bir ravinin kendi mezhebi güçlendirecek rivayetleri merduddur.
6. Yalandan tevbe eden bir kimsenin şehadeti kabul edilebilirse de rivayeti hiçbir şekilde makbul tutulmaz.
7. Bir tek hadisi rivayette yalanı açığa çıkanın evvelce rivayet ettiği bütün hadisleri merduddur. Bir meselede yalancı şahitlik yaptığı açığa çıkan kimsenin ise daha önceki şahitliklerine göre verilen hükümler kaldırılmaz.
8. Yaptığı şahitlik kendisine bir çıkar sağlayan veya ondan bir zararı uzaklaştıran kimsenin şahitliği kabul edilmez. Halbuki böyle bir şey rivayet edenin rivayeti makbuldür.
9. Bir kimsenin baba, dede gibi atası yahut çocuk, torun gibi evlatları, bir de kölesi lehine olan şahitliği kabul edilmez. Rivayet ise böyle değildir.
10. Alim olan kimse cerh ve ta'dilde kendi bilgisine dayanarak kesin bir hüküm verebilir. Şahitlikte ise bu noktada değişik görüşler vardır.
11. Şehadetin sahih olması için önceden dava açılmış olması;
12. Şahitliğin yapılmasının istenmesi;
13. Hakim huzurunda yapılması gerekir. Oysa bu şartlar rivayette yoktur.
14. Sahih olan görüşe göre bir âlimin sözü ile cerh ve ta'dil kabul olunur. Şahitlikte böyle değildir.
15. Bir görüşe göre rivayette bir âlimin müfesser olmayan cerh veya ta'dili kabul olunabilir. Şehadette kabul olunmaz.
16. Birçok âlimlere göre rivayet için ücret almak caizdir. Şahidin ise binecek hayvana muhtaç olmadıkça şahitliğinden ücret alması caiz değildir.
17. Şahitlik üzerine hükmetmek şahidin adaletine hükmetmek demektir. Hatta Gazâlî'nin dediği gibi “sen adilsin” demekten daha kuvvetlidir. Alimin rivayet edilen haberle amel etmesi veya ona dayanarak fetva vermesi rivayetin sıhhatine delil olamaz.
18. Şahitlerin kendilerinin yerine başkalarını şahit göstermeleri, ölüm veya muhakeme olunan yerde bulunamamak gibi aslın şahitliğini imkânsız kılan geçerli bir sebep olmadıkça kabul edilmez. Oysa rivayet böyle değildir.
19. Bir kimse bir şey haber verdikten sonra rücu ederse rivayeti düşer. Onunla amel edilemez. Oysa hüküm verildikten sonra şehadetten rücu etmek verilen hükmü değiştirmez.
20. Şahitler, şahitlik ettikleri kimsenin kısas yoluyla öldürülmesini gerektirecek ş'ekilde şehadette bulunduktan sonra rücu ederek kasıtlı yalan söylediklerini itiraf etseler onların da kısas yoluyla öldürülmeleri gerekir. Halbuki bir hadisede hakim meselenin hükmünü bilmese hüküm vermekte tereddüt ederken biri o hadiseyle ilgili olarak bir hadis rivayet etse ve hakim o hadise dayanarak bir kimsenin katline hükmetse, sonra o ravi, kasıtlı olarak yalan söylediğini ifade etse konu ihtilaflı hale gelir. el-Beğavi'ye göre ölüme sebebiyet verdikten sonra rücu eden kimseye kısas tatbik edilir. er-Rafiî'nin Kaffâl'den nakline göre kısas lazım gelmez; zira şehadet yalnız bir hadiseye taalluk eder. Haberin ise o hadiseye mahsus olduğu söylenmez.
21. Dört kişiden az sıyıda kimse zinaya şahitlik etseler, kaziften dolayı kendilerine had cezası uygulanır. Tevbe etmedikçe şahitlikleri ebediyen kabul edilmez. Oysa böylelerinin rivayetlerinin kabulünde ihtilaf vardır. 1126

Şedîdu'd-Da'f:

Adı üstünde, şiddetli zayıflık manasına gelen ve sıfatın nitelediği isme muzaf olmasının misalini oluşturan sıfat tamlamasıdır. Bütün senedleri yalancı veya yalancılıkla itham edilmiş ravilerden meydana gelen zayıf hadisin zayıflık derecesini gösteren bir tabir olarak kullanılmıştır.

Şekke Fulân:

Bk. Şekku'r- Râvi.

Şekkun Mine'r-Râvî:

Bk. Şekku'r-Râvî.

Şekku’r-Râvî:

Hadis edebiyatı içinde daha çok şekke fulânun veya şekkun mine'r-râvî şekillerinde görülür. Hepsi de ravinin rivayette tereddüdünü ifade eden tabirlerdir.
Bir hadisi rivayet eden ravi bazen lafızlarında tereddüt geçirir. Nasıl rivayet ettiğini kesinlikle belirtmez. O zaman hadis metninde tereddüd hasıl olur. İsnadında veya metninde bu tereddüdü belirtecek bir tabir kullanılır. Mesela;
“...Cennetlikler Cennete, cehennemlikler de Cehennem'e girerler. Sonra Cenabı Allah “Kalbinde hardal tanesi ağırlığında iman bulunanları (Cehennem'den) çıkarınız” buyurur. Bu emir üzerine simsiyah kesilmiş oldukları halde çıkarılırlar. Haya (veya hayat) nehrine atılırlar. -Bu kelimede ravi Malik tereddüt etmiştir- Ordan da sel yatağında biten (boynu eğri çiçekler gibi) sürerek çıkarlar. Görmez misin bunlar (ne güzel) sapsarı olarak (ve iki tarafına) salınarak sürer?” Vuheyb, Amr b. Yahya'dan hadisin metnindeki kelimenin “hayat” olduğunu söylemiş ve “hardalin min îmânın” yerine “hardalın min hayrin” diyerek rivayet etmiştir.”1127
Hadiste görüldüğü gibi İmam Malik rivayetinde şüpheye düşmüş; metindeki bir kelimeyi “hayat” veya “haya” olarak rivayette tereddüt etmiştir. Onun bu tereddüdü raviler tarafından “ev” terdîd edatı ve “şekke Mâlik” itirazı cümlesiyle ifâde edilmiştir.
Rivayette şüphe ve tereddüde düşen ilk nesil sahabedir. Hatırlatmak yerinde olur ki, bir sahâbî bir hadisi yerine göre işitmesi üzerinden uzun zaman geçtikten sonra rivayet etmiştir. Haliyle aradan yıllar geçince işittiğini unutmuş veya sadece manasıyla hatırlayıp lafızlar aklından çıkmıştır. Bu durumda hadisi rivayet ederken tereddüdünü gösteren ifadeler kullanmayı ihmal etmemiştir. Sahabinin hadisi rivayet sırasında şüpheye düştüğü yerleri sonraları rivayet edenler de aynı şekilde ifade etmişlerdir. Aynı durum daha sonraki nesillerde de olmuştur.
Rivayette tereddüt bazen rivayet şeklinde olmuştur. Söz gelişi ravi, hadisi şeyhinden hangi rivayet metoduyla aldığını unutmuştur. Veya hadis rivayet ettiği şeyhinden herhangi bir hadisi rivayet edip etmediğini kesinlikle hatırlamamaktadır. Böyle tereddütlere de şekku'r-râvi tabir edilmiştir. Hadislerin isnadında yer yer görülen ahberanî fulânun fîmâ ezunnuhu (ahtesibuhû); ahberanî inş'allah gibi ifadeler bunları belirtir. Şu hale göre, gerek isnadda, gerekse metinde bulunan şekke fulânun, şekkun mine'r-râvî gibi tabirler genelde rivayetteki şüpheyi ifade ederler.

Şemâ'il:

Sözlük itibariyle yaratılış, tabiat, huy ve ahlak manasına gelen “şimal” kelimesinin çoğulu olup daha çok ahlak manasına kullanılmıştır. “Falancanın şemaili güzeldir” denildiği zaman onun iyi huylu ve güzel ahlaklı olduğu kasdedilmiş olur.
Istılahta şemâ'il (veya şemâyil), cami türü hadis kitaplarının ana konularından biridir. Bununla birlikte Hz.Peygamber (s.a.s)'in mübarek yaratılışı, fizyolojik özellikleri, çeşitli üstün insanî vasıflan ve ahlâkî hasletlerini konu olarak alan ilim dalma da şemâ'il denilmiştir. Onun sîresi içinde ayn bir kısımda mütalaa edilir. Şemâ'ille birlikte delâ'ilu'n-nubuvve (peygamberliğin delilleri); fedâ'il (üstün ahlakî faziletleri) ve hasâ'is (ona mahsus özellikler) de aynı sîre içinde yer alırlar.
Sirenin diğer kollarında olduğu gibi şemâ'il konusunda da çeşitli kitaplar telif ve tasnif edilmiştir. Bunlardan en meşhuru sünen sahibi Tirmizî'nin Hz. Peygamber'in hilye de denilen fizikî özelliklerine ve şemâ'il konusuna giren diğer üstün özelliklerine dair rivayet ettiği hadisleri ihtiva eden eş-Şemâ'ilu'n-Nebeviyye ve'1-Hasâ'isu'l-Mustafaviyye isimli eseridir. Bu eser İslam aleminde çok tutulmuş, kimi alimler tarafından şerhedilmiştir. 1128Hz. Peygamber'in davranışlarından bahseden eserler içinde İbnu'l-Cevzî'nin el-Vefâ bi-Ahvâli'l-Mustafâsı, es-Suyûtî'nin el-Hasâ'isu'l-Kubrâsı anılmaya değer olanlardır. Ebu'1-Fida İsmail b. Umer b Kesîrin.
Allah Resulünün gerek yaratılışına, gerekse üstün özelliklerine ayrılmış mühim eserlerden biri de Mağrib alimlerinden Kadı İyad'ın eş-Şifâ bi-Ta'rîfi Hukûki'l-Mustafâ adlı eseridir. Kısaca Şifâ-yı Şerif adıyla meşhur olan bu eser de çok tutulmuş, pek çok alimler tarafından şerhedilmiştir.

Şeyh:

Üzerinde yaşlılık alameti görülen, olgunluk yaşını geçmiş tecrübeli insana verilen isimdir. Çoğulu şuyûh, eşyâh, şeyhân, meşîha, bir görüşe göre meşâyih gibi çeşitli ölçülerde gelir.
Hadis Usulünde şeyh, umumiyetle hadis talebesinin, meclisine devam ederek hadislerini rivayet ettiği hadisciye denir. Bu manada şeyh, talibe hadislerini riv-yet eden hadisci, günümüzün tabiriyle “hadis hocası” olmaktadır.
Bununla birlikte şeyh tabiri şeyhun şeklinde ravinin adaletine hükmetmekte kullanılır. İbn Ebî Hâtim'in tasnifinde dördüncü mertebede yer alır. Alimimiz, hakkında şeyhun denilen bir ravinin hadislerinin yazılacağı ve gözden geçirileceği ancak mertebe bakımından diğerlerinden aşağı derecede olduğunu söylemiştir. 1129

Eş-Şeyhân:

“İki şeyh” demek olan bu kelime islamî ilimlerin çoğunda tabir olarak kullanılmıştır. Hadis ilimlerinde eş-Şeyhan denildiğinde Buharî ile Müslim kasdedilmiştir. Söz gelişi, bir hadis nakledildikten sonra ravâhu'ş-Şeyhân denilmişse bu tabir o hadisin Buharî ile Müslim tarafından ittifakla rivayet edilerek kitaplarına alındığı manasına gelir.

Şeyhun:

Bk. Şeyh.

Şeyhun Vasatun:

Orta halli bir şeyh demek olup ta'dil lafızlarındandır. Ta'dilin beşinci derecesindeki lafızlar arasında yer alır.
Hakkında şeyhun vasatun denilerek adaletli olduğuna hükmedilen ravinin hadisleri yazılır ve gözden geçirilir. Ancak mertebe bakımından diğer lafızlarla adaletine hükmedilen ravilerin hadislerinden aşağıdır.

Şibhu'l-Vad':

Uydurma benzeri anlamına gelir. Hz. Peygamber (s.a.s)'e ait olmayan bir sözü, herhangi bir kasıt olmadan ve çok kere yanlışlıkla ona ait göstermeye denilmiştir.

Şurûtu'l-Mutevâtir:

Mütevatir haberin şartları anlamını veren bu terkip, haberin mütevatir hükmünü kazanabilmesi için gerekli şartlara denilmiştir.
Mütevatir, yalan üzere birleşmelerini aklın kabul etmeyeceği kalabalık bir cemaatin, aynı şekilde kalabalık bir cemaatten rivayet ettikleri haberdir. (Bk. Mütevatir). Bu tarifte mütevatirin şartlan kısmen de olsa mevcuttur. Şöyle ki, haberin mütevatir sayılabilmesi için önce yalan söylemek için birleşmelerini aklın kabul edemeeyeceği kalabalık denilebilecek sayıda ravi tarafından rivayet edilmelidir. Kalabalıktan maksat, mütevatirin vereceği zarurî ilmi hasıl edecek sayıda olmasıdır. Bu konuda değişik sayılar ileri sürülerek her birine daha ziyade Kur'ân-ı Kerim'den deliller getirilmiştir. Söz gelimi bir hadisin mütevatir sayılabilmesi için onun en az dört tariktan rivayet edilmesi gerektiğini söyleyenler olmuştur. Bu sayılı beş, yedi, on, on iki, kırk, yetmiş olarak zikredenler, daha yukarı çıkaranlar da vardır. Ancak mütevatirde asıl herhangi bir kasıt olmadan sayısı belli olmayan kişilerin rivayette ittifak etmeleri ve bu sayının yalan üzere birleşmeleri ihtimaline meydana vermeyecek şekilde olmasıdır. Bu bakımdan sayı üzerinde durmak lüzumsuzdur. Yerine göre üç kişinin ayrı ayrı rivayet ettiğ ibir hadis mütevatir sayılabilir. Yerine göre daha fazla tariktan rivayet edilse bile mütevatir sayılmaz.
Bir haberin mütevatir sayılabilmesi için ikinci şart, haberi nakleden kalabalığın kasıtlı veeya kasıtsız, yalan üzerinde birleşmelerinin mümkün olmamasıdır. Bir diğer ifadeyle haberi rivayet eden kalabalık denilecek sayıdaki kimselerin bir araya gelerek bir haber uydurarak yaymak konusunda işi ve söz birliği yapmaları aklın kabul edeceği şekilde olmamalıdır. Mesela bir kimsenin rivayet ettiği ihaberi ondan çok uzaklarda olup bir araya gelmeleri mümkün olmayan ve herbiri ayrı yerlerde bulunan kimseler de rivayet etseler, mütevatirin bu şartı gerçekleşmiş olur; çünkü bu kişilerin bu kadar uzak yerlerden gelerek bir araya toplanıp o haberleri uydurdukları akla uygun düşmez.
Mütevatirin bir diğer şartı da haberi nakleden kalabalığın sayısında herhagi bir nesilde eksilme olmamasıdır. Artış olursa elbette daha makbuldür ve haberin doğruluğuna ayn bir delil teşkil eder.
Son olarak bir şart daha vardır ki o da haberin onu nakledenlerin görme ve işitme fiillerine dayanarak nakledilmesidir. Bu da hayli önemlidir: zira haber görme ve işitme fiillerine dayanarak nakledildiği takdirde değişmeden rivayet edilir. Nitekim Hz. Peygamber (s.a.s)'in mesela abdest alış veya namaz kılış şeklini gören sahabîler onu gördükleri şekilde rivayet etmişlerdir. Bir sözünü işitenler de işittikleri şekilde nakletnıişlerdir. Böyle olunca rivayette tevatir sağlanmıştır. Oysa rivayet görme veya işitmeye değil de mesela akla dayansaydı tevatür hasıl olmazdı.
Bu şartlarla rivayet edilen mütevatir haberin artık yalan olma ihtimali kalmaz. Dolayısiyle inkar edilmesi mümkün olmaz.

Şurûtu’r-Rivâye:

Bk. Rivayet Şartları.

Şurûtu's-Sıhha:

Sıhhat şartları demek olup bir hadisin sahih olması için gerekli şartlardan ibarettir.
Sahih bahsinde kısaca söz konusu edildiği gibi, hadisin sahih olmasına sebep teşkil eden şartlar beş tanedir. Bunlardan ilki ravilerinin adalet vasfına sahip, ezberleme yeteneği tam olan kimseler olmalarıdır. Adalet rivayetin güven vermesi için ravide aranan ilk şarttır. Bundan sonra zabt gelir. Bu da yukarıda da kısaca söz konusu edildiği gibi, işittiği hadisi ezberleyip yeri geldiğinde başkalarına ne fazla ne eksik rivayet edilen yeteneğidir. Adalet vasfı olduğu halde zabt özelliği olmayan ravi zayıf addedilir; hadisi, en azından, zayıf duruma düşer.
Hadiste aranan ikinci sıhhat şartı, isnadının muttasıl olması yani son ravisinden sahabîye kadar uzanan rivayet zincirinin kopuksuz oluşudur. İsnadın muttasıl olması ancak birbirlerinden rivayetleri bilinen ravilerden meydana gelmesiyle hasıl olur. Birbirlerinden rivayette bulundukları bilinmeyen ravilerin oluşturduğu isnad muttasıl sayılmaz.
Sıhhat şartlarının bir diğeri de rivayetin şâz olmamasıdır. Şâz bahsinde de değinildiği gibi şâz, güvenilir bir ravinin kendisi gibi güvenilir bir diğer ravinin rivayetine aykın olarak naklettiği hadistir. Buna göre bir başka güvenilir ravinin rivayetine herhangi bir yönden aykın olan hadis sıhhat vasfına sahip değildir.
Hadisin illet denilen gizli bir kusur taşımaması da sıhhat şartlarındandır. Buna göre dışardan fark edilmeyen gizli bir kusur taşıyan hadis de sahih değildir.

Şuyuh Tedlîsi:

Bk. Tedlîs.

Şuzûz:

Bk. Şaz.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder