B
Bâb
Bâtıl
Bâtılun
Bedel
Bedel-i Âlî
Bedel-i Nazil
Belâğ
Belağ Kaydı
Belağahû
Belağanâ
Belağanâ Ani'n-Nebî
Belağanî
Belâğât
Beyân
Bid'at
Bid'atu'r-Râvî
Bilâd Tedlîsi
Buhârî
Buldâniyye
Buldânu'r-Ruvât
Bâb:
“Kapı” anlamına gelir. Hadis kitaplannda aynı konudaki hadislerin bir arada bulunduğu kitâb başlıklı ana bölümler içinde yer alan tâli bölümlere denir. Bu bölümler, bütünün parçaları durumundadır.' Kur'ân-i Kerim surelerine nisbetle ayetler ne ise hadis kitaplannda kitaba göre bâb odur.
Misal vermek gerekirse Buhârî'nin şu babı verilebilir. (Ezandan sonra dua etmek babı). Bu bab, konusu itibariyle ezanla ilgili bir hadisi ihtiva ettiğinden kitâbu'1-ezân bölümü içinde yer alır. Burada, ezan sona erdiği zaman, duasını okuyan Mü’minlerin Hz. Peygamber'in şefaatine kavuşacaklarına dair bir hadis bulunur.
Hadisleri bablara göre kitâb başlıklı bölümlerde toplamak suretiyle tasnife ale'l-ebvâb metoduyla tasnif adı verilmiştir.
Bâtıl:
Sözlükte “hakk”ın zıddıdır. Aynı şekilde “zâtında sebat ve hakikat olmayan nesneden ibarettir.
Çoğulu ebâtîl gelir.” 108
Hadis Usûlünde bâtıl, mevzu manasına kullanılmıştır. Söz gelimi bir hadis nakledildikten sonra “bâtılun” veya “hazâ naberun (hadîsun) bâtılun” denilmişse109 bu ifade o rivayetin uydurma ve batıl bir söz olduğuna delâlet eder.
Bâtılun:
Bk. Bâbl.
Bedel:
Bk. İbdâl.
Bedel-i Âlî:
Uluvv özelliğine sahip bedel veya öteki adıyla ibdâle denir. (Bk. İbdâl).
Bedel-i Nazil:
Bedel-i alînin zıddı olarak nuzûl özelliğine sahip bedele, öteki adıyla ibdâle denir. (Bk. İbdâl).
Belâğ:
Ulaşmak manasına “belağa” kök fiilinin maştan olan belağ, genelde belağanâ eda sîgasiyla ve isnadsız olarak rivayet edilen habere denir. Çoğul belâğât gelir. (Bk. Belağanî, belağanâ ve belâğât).
Bununla birlikte harhangi bir hadis kitabında şeyhten nereye kadar işitilmiş olduğunu gösteren bazı kayıtlar bulunur. Bunlara da belağ kaydı tabir edilmiştir.
Belağ Kaydı:
Bk. Belağ.
Belağahû:
“Ona ulaştı demektir. Ravinin, hadis imamlanndan biri olan şeyhine sahih olarak ulaşmış hadisleri isnad zikretmeden rivayet ederken kullandığı lafızlardandır. Bu şekilde isnad zikretmeksizin rivayet edilen hadislere belâğât denir.
İmam Mâlik'in el-Muvatta isimli hadis kitabında belağahû, belağanî, ani's-sika lafızlarıyla isnadsız olarak naklettiği 61 hadis vardır. Bir tanesini misal verelim.
“Mâlik'den rivayet edilmiştir. Kendisine ulaştığına göre Hz. Peygamber (s.a.s)'in Hanımı Hz. Aişe “Sabah oluncaya kadar uyumaktan korkan vitir namazını yatmadan kılsın. Gecenin sonunda uyanacağını ümit eden ise vitrini o zamana kadar geciktirsin” demiştir.” 110
Belağanâ:
“Bize ulaştı” demek olan bu tamir, beleğanî gibi hadis imamlarının kendilerine sahih olarak ulaşan hadisleri isnadını zikretmeden rivayet ederlerken kullandıkları lafızlardandır. Böyle isnad zikretmeden nakledilen haberlere belâğât denilmiştir.
İsnad zikretmeksizin “belağanâ” eda lafzıyle yapılan rivayete şu hadis güzel bir misal teşkil eder. “Katâde'den rivayet edilmiştir. Demiştir ki, “bize ulaştığına göre (Maide Sûresinin... el-yevme... ayeti Kurban Bayramının) arefe günü nazil oldu. (O gün) Cumaya denk geldi.” 111
İbnu's-Salâh'a göre belağanâ, zayıf hadislerin isnadsız olarak rivayetinde kullanılır. Şayet zayıf bir hadisi isnadsız olarak rivayet etmek gerekirse Kale Resûlullâh ve benzeri cezm lafızları kullanılamaz. Onun yerine Ruviye an resûlillâh (s..a.s), belağanâ anhu, verede anhu, câ'e anhu, reva ba'duhum gibi lafızlar kullanmak gerekir. Sahih mi, zayıf mı olduğunda şüphe edilen hadisler için de hüküm aynıdır. Şu hale göre “kale Resûlullâh” gibi cezm ifadeleri ancak sıhhati açığa çıkmış olan hadisler için kullanılabilir. 112
Belağanâ Ani'n-Nebî:
“Hz. Peygamber'den bize ulaştığına göre” anlamında bir tabir olup temrîz sığalarındandır.
İbnu's-Salâh'ın kaydettiğine göre bir muhaddisin herhangi bir zayıf hadisi isnadsız olarak rivayet etmesi halinde kale Resûlullâh ve benzeri cezm sigası kullanması doğru olmaz. Onun yerine ruviye ani'n-Nebî, belağanâ ani'n-Nebî, câ'e ani'n-Nebî, ravâ ba'duhum ve benzeri temrîz sîgalan kullanmalıdır. Sahih mi, yoksa zayıf mı kesinlikle bilinmeyen hadisler için de hüküm aynıdır. 113
Belağanî:
“Bana ulaştı” demektir. Hadis imamlarının kendilerine ulaşmış bulunan hadisleri veya daha umumi olarak haberleri, isnadını zikretmeksizin rivayetlerinde kullandıkları eda lafızlarmdandır. Böyle belağanî gibi lafızlarla isnad söylenmeden rivayet edilen hadislere belâğât denir.
Belağanî lafzıyla rivayete misal vermek gerekirse şu rivayet üzerinde durulabilir:
“Mâlik'ten rivayet edilmiştir, demiştir ki, “Bize ulaştığına göre Abdullah b. Ömer, oğlu Ubeyduîlah'ın seferde nafile namaz kıldığını görürdü de bir şey demezdi.”114
Birinci ve ikinci hicri asırlarda yaşamış bazı hadis imamlarının belağanî, belağanâ gibi lafızlarla isnadsız olarak rivayet ettikleri hadisler, aynı zamanda başka tanklardan mevsul olarak da rivayet edilmişlerdir. İmam Mâlik'in ilk sahih hadis kitabı sayılan el-Muvatta'ında bu şekilde rivayet edilen 61 hadis vardır. Dördü hariç diğerleri mevsuldür. 115
İbnu's-Salâh'ın kaydettiğine göre Ebu Nasr es-Siczî, bir ravinin belağanî kullanarak isnadsız rivayet ettiği hadisin mu1 dal olduğunu ileri sürmüştür. 116Anlaşıldığına göre bu gibi lafızlarla isnad söylemeden hadis rivayet edilmesi bazı muhaddislerce hoş karşılanmamıştır.
Belâğât:
Sözlükte “belâğ” kelimesinin çoğuludur. Büyük muhaddisle-rin, isnad s öylem eksizin belağanâ, belağanî gibi lafızlarla rivayet ettikleri hadislere denir.
Beyân:
Sözlükte açıklama, bir şeyin açıklığa kavuşması, anlatmak, bir şeyi delil getirerek ispatlamak gibi değişik manalara gelir.
Hadis ilminde beyân, sünnetin, dolayısiyle hadislerin Kur'ân-ı Kerim'i; yine dolayısiyle İslâm Dini'ni açıklama bahsinde söz konusu olur. Allah, Peygamberine Kur'ân-ı Kerim hükümlerini açıklığa kavuşturacak, emir ve yasaklarını tatbik mevkiine koyacak beyânı bahsetmiştir. Şu ayet-i kerime buna delalet eder.
“İnsanlara kendilerine indirileni açıkça anlatasın diye sana da “Zikr”i indirdik. Belki bu sayede onlar da düşünürler.”117 Bu ayetten anlaşılmaktadır ki, Yüce Allah, insanlara indirilen Kur'ân-ı Kerim'in açıklanması için Peygamberine zikri indirmiştir. Ayetteki zikri yalnızca Kur'ân-ı Kerime hamletmek Allah bilir, güçtür; zira o kelimeyle Kur'ân-ı Kerim'in kasdedilmiş olması halinde “açıklanacak olan ve insanlara indirilen şey”in ne olduğunu kestirmek zorlaşır. Ayette geçen insanlara indirilen şey”in Kur'an olduğunda şüphe yoktur. Bu itibarla zikr”in Kur'andan ayrı ve onu açıklayıcı mahiyette bir şey olduğu, buna göre de Allah vergisi bir yeteneğe işaretten hâli olmadığı söylenebilir. Nitekim bazı İslâm kimlerinden Kur'ân-ı Kerim'i açıklayacak “zikr” ile Sünnet'e işaret edildiği yolunda rivayetler nakledilmiştir. Söz gelimi, Tâbi'îlerden Hassan b. Atiyye'den rivayet edildiğine göre, “Hz. Peygamber'e vahy inerdi. Cebrail (a.s) aynı zamanda ona inen vahyi tefsir eden Sünneti de getirirdi.”118 Diğer taraftan Hz. Peygamber “Şüphesiz bana kitap ve kitapla birlikte bir benzeri verildi” buyurmuştur.119 Şu hale göre Allah, Resulüne insanların dünya ve ahiret saadetini temin edecek Kur'ân-ı Kerim'i indirmiş, ayrıca ona indirdiği Kur'ân'ı açıklayacak onun bir benzeri olan Sünneti bahsetmiştir. Gerçekten Sünnet, Kur'ân-ı Kerim'i beyan eder. Ayetlerinden maksadın ne olduğunu açıklar. Mücmel ayetlerini tafsil eder. Müşkillerini açıklığa kavuşturur. Ayrıca Kur'ân'da olmayan hükümler koyar.
Bütün bu açıklamalardan anlaşılmaktadır ki beyan. Hadis ilminde özellikle İslâm Şeriatının birinci kaynağı olan Kur'ân-ı Kerim'in açıklanması manasınadır. Kur'ân-ı Kerim'i de en başta Sünnet açıkladığına göre beyan Sünnetin bu fonksiyonunu ifade eden bir tabir mâhiyeti almaktadır.
Bid'at:
Değil Hadis ilminde, diğer islamî ilimlerin hemen hepsinde sıkça rastlanan bir terimdir. Sözlükte bir şeye başlamak, ibda ve ihdas etmek, yani bir şeyi ilk defa ortaya atmak; inşa etmek manalarına gelir. Genellikle İslâmiyet'in kemale ermesinden sonra ortaya atılıp dine nisbet ve izafe edilen şeylere denir. Bu şeyler Hz. Peygamber (s.a.s) 'in sağlığında yoktur. Sahabiler tarafından bilinmemektedir. Sonradan ortaya çıkmış ve dine sokulmuşlardır. Şu halde “dinin kemale ermesinden sonra ortaya- çıkan nesneye bid'at denir. Bir görüşe göre de bid'at, Hz. Peygamber'den sonra dinde ortaya çıkan işlere, heva ve heveslere de ıtlak edilir. Çoğulu bida' gelir.”120
Genel manada bid'ate, emirlerin halk arasına karışmaktan çekinmeleri misal verilebilir. Hz. Peygamber hayatta iken böyle bir şey yoktur. Bizzat o, aile hayatı dışında devamlı olarak sahabilerin arasına karışmış, onlarla birlikte olmuştur. Sahabe zamanında da durum değişmemiştir. Toplum içinde söz sahibi herkes, özellikle emirler halk arasına girmemeleri lazım geldiği ileri sürülmüş; bu iddiayı desteklemek üzere bir takım deliller getirilmiştir. Hatta bu konuda hadis uyduranlar da olmuştur. Böylece bu iş, dinî bir kalıba sokulmaya çalışılmıştır.
Bid'atte en mühim noktayı Hz. Peygamber'in ebedî aleme göç edişinden sonra ortaya çıkan şeyler oluşu ile bunlara islâmî bir görünüm verilmesi teşkil eder. Birinci noktayı bazı İslâm âlimleri mutlak manada anlamışlar ve muhdes yani dinde sonradan ortaya konan her şeyi bid'at saymışlardır. Buna karşılık kimi âlimler de bid'at tarifîndeki ihdas edilen şey esasının mutlak manada alınmaması gerektiği görüşüne varmışlardır. Bunun sonucu olarak bid'at telakkisinde oldukça farklı görüşler ortaya çıkmıştır. Bu görüşler münakaşalara yol açmıştır. Sonunda bid'at, bid'at-ı hasene ve bid'at-ı seyyi'e olarak iki grubda mütalaa edilmiştir. Bid'at-ı Hasene, iyi ve yararlı bid'at manasıyle “cinsine İslâm Şeriatinde bir asim şahidi olduğu” bir diğer ifadeyle “dini bir asılla izah edilebilen” Bid'at-i seyyi'e ise dinle ilgisi olmayan, çok kere dinî asıllara zıt düşen zararlı bid'atlerdir. Bunlara bid'ati dalâl (saptıran, sapık bid'at) da denir. 121
Hadis ilminde bid'at, ravinin akidesiyle ilgili ta'n sebeplerindendir. Özel terimiyle bid'atu'r-râvî, ravinin bid'ad ehlinden olması manasınadır ve metâ'in-i aşere denilen ravinin cerhinde göz önünde bulundurulan on tenkid noktasından biridir. Ravinin adaletiyle ilgilidir.
Ravinin bid'ati genel olarak iki grupta mütalaa edilir. Bunlardan birincisi, bid'at-i mükeffire denilen ve sahibini -Allah korusun- küfre götüren; sonunda tekfir edilmesine sebep olan bidattir. İkincisi küfre götürmese de sahibinin fâsık sayılmasına sebep olan bid'attir. Böyle bidatlere bid'at-i gayr-i mükeffire denilmiştir.
ez-Zehebî'ye göre ravinin bid'ati iki türlüdür. Birisi bid'at-i suğrâ, yani küçük bid'attir. Tâbi'în ve Tebe'u't-Tâbi'în dönemlerindeki şekliyle aşırı olmayan Şia taraftarlığı, yahut Hz. Ali'ye karşı harbedenler hakkında ileri geri söz söylemek gibi aşın Şi'a taraftarlığı küçük bid'at kabilindendir. İkincisi bid'at-i kubrâ (büyük bid'at) denilenidir. Rafızîlik, aşın Rafızî taraftarlığı, Hz. Ebu Bekr ile Hz. Ömer'e sövmek ve bu mezhebe davet etmek bu tür bidattir. 122
Hadis İlminde kimlerin bid'at ehlinden sayıldıklan ve mübtedi' denilen bidate kapılmış ravilerden hadis rivayeti ya da rivayetlerinin değerlendirilmesi için ehlu'l-bid'a maddesine bakılabilir.
Bid'atu'r-Râvî:
Bk. Bid'at.
Bilâd Tedlîsi:
Bk. Tedlîs.
Buhârî:
Bk. Sahîh-i Buhâri.
Buldâniyye:
Kelime olarak bir beldeye mensup olanlar anlamına ismi mensuptur. Hadis edebiyatı içinde bazı muhaddislerin, belli bir beldeye mensup hadiscilerin rivayet ettikleri hadisleri bir araya getirerek tasnif ettikleri çoğu cüz şeklindeki müstakil kitaplara bazı muhaddislerce verilen isim olarak görülmektedir. İçlerinde kırk hadisi bir arada topladığı için el-erba'ûnu'l-buldâniyye ismini alan derlemeler de vardır.
Buldânu'r-Ruvât:
Bk. Evtânu'r-Ruvât ve Buldânihim.
Mecmeu'l Bahreyn Abidesi - Hz.Mevlânâ ile Şems-i Tebrîzî'nin Buluştuğu Yer,
Karatay, Konya
-
*Mecmeu'l Bahreyn Abidesi - Hz.Mevlânâ ile Şems-i Tebrîzî'nin Buluştuğu Yer*
Hz.Mevlânâ ile Şems-i Tebrîzî'nin buluştuğu yer, yani Mecmau'l Bahreyn
Abide...
12 saat önce
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder