Zekât geliri yoksulların ihtiyaçlarını karşılayamadığı takdirde; vakıflar, maden ocakları ve madenler gibi, çalıştırmak, kiraya vermek ve ortaklık etmekle, devletin idare ve kontrol ettiği ammeye ait mallarda, ganimetlerin beşte birinde, savaşsız elde edilen mallarda, haraçta ve her çeşit vergilerde muhtaçların hakkı vardır (el-Enfâl, 8/41; es-Serahsı, el-Mebsût, III, 18). Hz. Ömer'in hilâfeti sırasında şöyle dediği nakledilmiştir: "Devlet malına kimse kimseden daha lâyık değildir. Ben de başkalarından daha lâyık değilim. Her müslümanın bu malda hissesi vardır.
Eğer ömrüm yeterli olursa San'a dağındaki çobana bu maldan hissesini veririm" (eş Şevkânî, age, VIII, 79).
Zekât dışındaki çeşitli kaynaklarda gayr-i müslim fakirlerin de hakkı vardır. Hz. Ebû Bekir devrinde Hâlid b. Velid'in (ö. 21/641). Hıre Hristiyanları ile yaptığı sulh antlaşması, onların fakirlik, hastalık ve yaşlılığa karşı bir çeşit sigorta edildiklerini gösterir. Bir sosyal sigorta niteliğindeki bu antlaşma metnini Ebû Yûsuf (ö. 182/798) Hâlid b. Velîd'ten şöyle nakleder: "Onlar için şunu kabul ettim: Onlardan herhangi birisi çalışamazsa yahut başına bir felâket gelirse veya zengin iken fakir düşer, din kardeşleri ona sadaka vermeye başlarlarsa cizye borcu kaldırılır. Kendisi ve ailesi müslümanların beytülmâlinden geçindirilir. İslâm ülkesinde kaldıkları sürece bu uygulama devam eder. İslâm ülkesini terk ederlerse, müslümanların onlara bakma yükümlülüğü kalkar" (Ebû Yûsuf, el-Harâc, 2. baskı, Selefiyye Matbaası, s.144).
Hamdi DÖNDÜREN
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder