Ellialtıncı Menâkıb:
Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” buyurdu: Allahü tebâreke ve teâlâ o günde, İsrâfîl aleyhisselâm hazretlerine, sûra üflemesi için emr eder. İsrâfîl aleyhisselâm, ayakları yerde, başı Arş-ı a’lâda bir melekdir. Allahü teâlânın onu yaratdığı günden beri, sûru ağzına almış, bir ayağı ileri, bir ayağı geri, gözlerini Arş tarafına dikip, emre hâzır beklemekdedir. Ne zemân sûra üfürmek için emr olunur ise, o zemân sûra üfürür. İsrâfîl aleyhisselâm sûra üflemeye başlayıp, nefesi sûru dolduruncaya kadar kırk yıl geçer. O sûr bir borudur. Hak sübhânehü ve teâlâ hazretlerinin yaratdığı canlıların adedince, o sûrda delik vardır. Her canlının rûhu, kendine mahsûs deliklerden dışarı gelip, kendi kalıbına [bedenine] girer. Hiç yanlış yola gitmez. Eğer bir bedenin başı doğuda ve ayağı batıda olsa, Allahü tebâreke ve teâlânın emri ile, hâzır olup, toplanırlar. Rûhların temâmı yanılmadan sûrdan çıkıp, kendi bedenine girer. Fekat, Ebû Bekr-i Sıddîk “radıyallahü teâlâ anh” hazretlerinin mukaddes rûhu sûrdan dışarı gelmez. İsrâfîl aleyhisselâm içeride rûh var diye bir kerre dahâ üfürür. Yine Ebû Bekr-i Sıddîkın rûhu sûrdan çıkmaz. Allahü teâlâdan hitâb gelir: Yâ İsrâfîl, sen sâkin ol. Ben onun ile konuşayım. Hüdâ-i azze ve celle nidâ buyurur ki, (Ey, mutma’inne olan nefs! Sen Rabbinden râzı olduğun hâlde, Rabbin de senden râzı olduğu hâlde, Rabbine dön. Benim sâlih kullarımın yanına ve Cennete gir.) [Fecr sûresi 27, 28, 29, 30. âyet-i kerîmelerinin meâli.] Hemen Ebû Bekr hazretlerinin nefs-i mutma’innesi [rûhu] dışarı gelir. Görür ki, Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” merkad-ı mübârekelerinden [asl yerlerinden] gelip, hâzır durur.
Nükte: Eğer, kıyâmet günü mevtâların kabrlerinden nasıl çıkdıklarını bilmek istersen, behâr mevsiminde kırlara git. Bitkiler Allahü tebâreke ve teâlâ hazretlerinin emr-i şerîfi ile, nice yerleri yarıp, toprakdan dışarı çıkdıklarını gör. Bir mikdâr toprak da başı üzerinde kalmışdır. Böylece, kıyâmet günü mevtâlar da kabrden dışarı gelirler. Herkes, başı üzerindeki toprağını silkerek kalkar. Ebû Bekr-i Sıddîk “radıyallahü teâlâ anh” kabrden dışarı geldiği gibi, Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretlerini kabr üzerinde durmuş görür. Der ki, yâ Resûlallah, bugün ne gündür. Resûlullah hazretleri buyurur: Yâ Ebâ Bekr! Bugün Arz günüdür. Ebû Bekrin elini tutup, Arş önüne kadar, berâber giderler. O vakt, Allahü tebâreke ve teâlâ hazretinden nidâ eder. Nûrdan üç kürsî getirirler. Birisini arşın sağına koyarlar. Birisini arşın önüne koyarlar. Birisini arşın soluna koyarlar. Nidâ eder ki, İbrâhîm Halîli, Muhammed Habîbi, Ebû Bekr-i Sıddîkı getirin. Melekler, İbrâhîm aleyhisselâm hazretlerini, elbise giymiş, başına tâc konmuş olarak getirirler. Arş karşısında durdururlar. Muhammed Mustafâ “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretlerini de elbise giymiş ve tâc başında olarak getirirler. Ebû Bekr-i Sıddîk “radıyallahü teâlâ anh” hazretlerini getirirler. Başında örülü tâc vardır. Hitâb-ı izzet gelir: İbrâhîm Halîli arşın sağında oturtun. Cenneti de arşın sağında tutun. Yine hitâb-ı izzet gelir: Mustafâ Habîbi arşın solunda oturtun. Cehennemi de arşın solunda tutun. Ebû Bekri arşın önünde oturtun. Melekler hayret ederler. Yâ ilâhel âlemin. Biz böyle bilirdik ki, hazret-i Muhammed Mustafâ senin katında İbrâhîm Halîlden azîzdir, üstündür. Muhammed Mustafâ “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” seyyid-i Enbiyâdır. İbrâhîm aleyhisselâmı, arşın sağına Cennet tarafında buyurdun, Muhammed Mustafâ hazretlerini arşın soluna Cehennem tarafına buyurdun, Nidâ gelir ki, İbrâhîm benim Halîlimdir. Muhammed Mustafâ benim Habîbimdir, seyyidil evvelin vel âhırîndir. Bugün onun her dileğini ben de dilerim. Bugün o gündür ki, İbrâhîmin şefâ’ati olmaz. İbrâhîmi arşın sağında tutun. Ümmet-i Muhammedden afv etdiklerimi, Cennete gönderirim. Cennete giderken onu görsün. Muhammed arabîyi arşın sol tarafında tutun ki, onun ümmetinden, Cehenneme gönderdiklerime, o şefâ’at eder. Onun ümmetinin ba’zısını rahmetimle afv ederim. Ba’zısını Onun şefâ’ati ile afv ederim. Sonra: (Merhabâ Halîl, Habîb, Sıddîk) diye nidâ-i izzet gelir. İbrâhîm aleyhisselâm, (Gökleri ve yeri; aydınlık ve karanlığı yaratan Allahü teâlâya hamd olsun!) buyurur. Muhammed Mustafâ “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretleri buyurur: (Bizden üzüntüyü gideren Allahü teâlâya hamd olsun. Rabbimiz elbette şükr edilen ve afv edicidir.) Hazret-i Ebû Bekr-i Sıddîk “radıyallahü teâlâ anh” buyurur: (Bize, va’dinde sâdık olan Allahü teâlâya hamd olsun!)
Halîl ve Habîb “aleyhimessalâtü vesselâm” ve Sıddîk “radıyallahü teâlâ anh” hamd etmeleri ile halk birbirine girerler. Nitekim dünyâda koyun kuzudan ayrılıp, geri karışır. Feryâd ve figân halkdan kalkar. Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” halkın ürkmesini ve feryâdını görüp, minber üzerine çıkar. Mahşer tarafına bakar. Bir melek görür. Yediyüzbin başı vardır. Her başında yediyüzbin dili vardır. Her dil bir lügat ile Allahü tebâreke ve teâlâ hazretlerini tesbîh eder. Hiç bir lügât birbirine benzemez. Allahü teâlâ hazretlerinin kudreti ile onun burnundan bir duman çıkar. Mahşer halkının etrâfını çevirir. Mahşer halkı ondan korkarlar. Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretleri bu hâli görüp, mûbarek başını secdeye koyup, der ki (Yâ Rabbî, selâmet ver!). O melek, o heybetiyle, Resûlullahın huzûruna gelir. Selâm verir ve der ki, yâ Muhammed, beni tanır mısın. Sultân-ı Enbiyâ buyurur ki, bilmiyorum. Der ki, Cehennem meleğiyim. (Mâlikim.) Allahü tebâreke ve teâlâ bana emr etdi ki, Cehennemi azâblar ile Arasat meydânına koy. Ben de koydum. Buyurdu ki, Cehennemin yedi kapısını bağla. Ben de bağladım. Buyurdu ki, Cehennemin anahtârlarını Muhammed Mustafânın “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” önüne götür. O da Ebû Bekr-i Sıddîka versin. Sen Cehennem kapısında otur. Ebû Bekr-i Sıddîk kimi gönderir ise, onu Cehenneme al. Ondan sonra Resûlullah buyurur: Yâ Ebâ Bekr-i Sıddîk! Cehennemin anahtârlarını al. O da alır. Mâlik, Cehenneme geri döner. Bir melek de sağ tarafından gelir. O melekden [Mâlikden] bin kat büyük, aydan ve güneşden nûrlu, misk ve kâfûrdan ziyâde kokulu, tesbîh ederek; Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretlerinin huzûr-ı şerîflerine gelir. Der ki, Esselâmü aleyke yâ Muhammed! Beni tanır mısın. Habîbullah hazretleri buyurur; Hâyır tanımıyorum! O der ki, ben Cennet Rıdvânıyım. Allahü teâlâ bana emr etdi ki, Cenneti Arasata getir. Bütün ni’metleri ile berâber, ben de arasata getiririm. Emr eder ki, Cennetin anahtârlarını Muhammed Mustafânın huzûruna getir. Tâ ki, Ebû Bekr-i Sıddîka versin. Sen Cennetde yerine otur, buyurur. Ebû Bekr-i Sıddîk kimi diler ise, Cennete göndersin. Sonra, Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hazretleri bana buyurur. Al, Cennetin anahtârlarını Ebû Bekre ver. Ebû Bekr “radıyallahü teâlâ anh” hazretleri de, anahtârları alır. Cennet Rıdvânı geri döner.
Bir melek dahâ zuhûra gelir. Resûlullah hazretlerine selâm verir. Otuz basamaklı kürsî üzerine çıkar. Yüzünü mahşer halkına döndürür. Der ki; yâ mahşer ehli. Ben sizin Rabbinizin elçisiyim. Hak sübhânehü ve teâlâ buyurur: Biliniz yâ dostlar ve düşmânlar ki, bu günde ev ikidir. Biri Cennet, ve biri Cehennem. Benim de hükmüm ikidir. Biri adl, biri fadl. Adl düşmânlara ve fadl dostlaradır. Fadl evi, ebedî Cennetdir. Adl evi, ebedî Cehennemdir. Biliniz yâ dostlar ve düşmânlar ki, Cennetin ve Cehennemin anahtârlarını Ebû Bekr-i Sıddîka verdim. Sizden bir kimse, yerden göğe kadar günâh işlemiş olsa [îmânı ehl-i sünnet i’tikâdına uygun ise] ve o kimse Ebû Bekri severse, Allahü teâlâ onun cümle günâhlarını Ebû Bekr-i Sıddîka bağışlar. Onun huzûruna varın ve onun ile Cennete dâhil olun. Hudâ-i azze şânehü Cehennemi Ebû Bekr-i Sıddîkın dostlarına harâm etmişdir. Her kim ki sizden çok ibâdet etmiş olsa, o kimse Ebû Bekr-i Sıddîka buğz ederse [îmânı ehl-i sünnet i’tikâdına uygun değilse], Allahü teâlâ o kimseden bîzârdır. Onun makâmı Cehennemdir ve nârdır. Allahü teâlâ hazretleri Cenneti ona harâm etmişdir. Bir nidâ gelir ki, hazret-i Ebû Bekr-i Sıddîkı götürün. Yediyüzbin saf melek Arş önünde durmuş olurlar. Her safın uzunluğu meşrıkdan magribe kadar, genişliği de o kadardır. Cümlesi Ebû Bekr-i Sıddîkın huzûruna gelirler. Minberden alıp, burak üzerine bindirirler, götürürler ve derler ki (Ebû Bekri karşılayın!) Arş altına kadar varır. Allahü teâlâ hazretlerinden nidâ gelir ki, (Yâ Ebâ Bekr! Bana yaklaş.) Ya’nî bana yakın ol. Bir kerre dahâ nidâ gelir ve üçüncü kerre de (İleri gel, ileri gel) diye, nidâ gelir.
Abdüllah ibni Abbâs “radıyallahü teâlâ anhümâ” buyurdu ki, o kadar yaklaşdırırlar ki, Arşa yakın olur. Allahü tebâreke ve teâlâ hazretlerinden nidâ gelir ki, yâ Ebâ Bekr-i Sıddîk! Elini arşın üzerine uzat. Kendi defterini al. İstersen oku. İstersen okuma. Bugün evvelîn ve âhırîn halkı [bütün insanlar] onu taleb ederler ki, bugün senin sevdiklerin için ne istersen yaparım. Sonra emr eder ki, Ebû Bekr-i Sıddîkı Cennet tarafına götürürler. Ebû Bekr-i Sıddîk “radıyallahü teâlâ anh” nidâyı işitir. Burakdan aşağı iner. Başını secdeye koyar. Der ki: Yâ Rabbî! İzzetin ve celâlin hakkı için, bugün, tâ ki, mahşer yerinde bulunan bütün beni sevenleri, bu kuluna bağışlayıncaya kadar ayağımı Cennete koymam. Nidâ gelir ki, Ebû Bekri, dostları ile ve muhibleri ile Cennete iletiniz. Emîr-ül mü’minîn Ebû Bekr-i Sıddîk ve emîr-ül mü’minîn Ömer-ül Fârûk ve emîr-ül-mü’minîn Osmân-i zinnûreyn ve emîr-ül-mü’minîn Alî-yül Mürtedâ “rıdvânullahi teâlâ aleyhim ecma’în” Cennete girerler. Dostları ve muhibleri, onların ardınca Cennete girerler. Beyâz incîden bir köşk getirirler. Ebû Bekr-i Sıddîk, bu beyâz incîden köşkde oturur. O köşkün yetmiş kapısı vardır. İstediği her kapıdan Allahü teâlâyı bilinmeyen bir şeklde müşâhede eder.
Abdullah Bin Abbas Camii'nin Fotoğrafları - 2, Tâif, Suûdî Arabistan
-
*Abdullah Bin Abbâs Camii, Taif, Suudî Arabistan*
*(مسجد عبدالله بن العباس بالطائف)*
*Mescidin Minberi*
*Mescidin İçi*
*Mescidin İçinden Bir Görünüm*
*...
1 gün önce
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder