4 Temmuz 2010 Pazar

Dînin temam olduğunu bildiren Mâide sûresi, üçüncü âyeti gelince Sıddîk'ın ağlaması

Otuzdokuzuncu Menâkıb: 

Fahr-i enâm “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” Arafat dağında, Kusvâ adlı devesine binmiş hâlde dururken, meâl-i şerîfi (Bugün dîninizi ikmâl etdim. Size verdiğim ni’metleri temâmladım. Din olarak size islâm dînini beğendim) olan, Mâide sûresi, 3. âyet-i kerîmesi nâzil oldu. Sahâbe-i güzîn “rıdvânullahi teâlâ aleyhim ecma’în” sevindiler. Fekat, hazret-i Ebû Bekr-i Sıddîk ağladı. Dediler ki, yâ Ebâ Bekr! Bugün sevinmek günüdür. Bu sevinmek îcâb eden hâle niçin ağlarsın ki, islâm dîni kemâl buldu. Allahü teâlâ mü’minler üzerine ni’metini temâmladı; sevinmek yeridir, ağlamak yeri değildir. Hazret-i Ebû Bekr-i Sıddîk ârif ve gâyet akllı bir sultân idi. Fahr-i âlem hazretlerine çok fazla muhabbeti olduğundan, dâimâ ahvâl-i şerîflerine dikkatli idi. Ne zemân ki, bu âyet-i kerîme okundu. Bildi ki, her kemâlin zevâli var olduğu, dünyâda muhakkakdır. Onun için ağladı. Ebû Bekr-i Sıddîk dedi ki, arkadaşlar! Her kemâlin zevâli vardır. Her temâmın noksanı vardır. Zîrâ, bir iş temâm olduğu zemân noksanı vardır. Temâm oldu denildiğinde zevâli vardır buyuruldu ki, bu âyet-i kerîmede size dînin kemâli göründü. Ve lâkin bana Muhammed Mustafânın “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” zevâli [sonu] göründü. Bir yapıcı, bir pâdişâh için, serây yapıp, dört duvârını temâm eylese ve üstünü örtse, kapılarını assa, o yapıcıya destûr verirler. Ya’nî artık işin bitdi, derler. Hazret-i Muhammed Mustafâ “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” yapıcı idi. Din serâyını yapmağa gelmiş idi. O serây din serâyıdır ki, beşdir. Birinci dıvârı nemâzdır. İkinci dıvârı zekâtdır. Üçüncü dıvârı orucdur. Dördüncü dıvârı hacdır. Kapısı gusldür. Aslı îmândır. Tavanı ihlâsdır. Aşağı eşiği tevâzu’dur. Üst eşiği yavaşlıkdır. Sağ kanadı tevekküldür. Sol kanadı temellukdur. Kilidi küfrdür. Anahtârı şehâdetdir. Derecesi rif’atdır. İçi se’âdetdir. Dışarısı şekâvetdir. Her kim ki şehâdet miftâhı [anahtârı] ile islâm serâyı kapısından küfr kilidini kırarak, içeri girdi ise, se’âdet onundur. Her kim, Allahü teâlâ korusun, küfr kilidini bu serây kapısına vurup, dışarıda kaldı ise, şekâvet onundur.
Hazret-i Resûl-i ekrem ne zemân ki bu islâm serâyını yapıp, kemâline yetişdirdi. Bu âyet-i kerîme nâzil oldu. Bu âyet-i kerîmenin ağırlığından, Server-i âlemin devesi çöküp, dizine kadar kuma batdı. O Server-i kâinât hazretleri vedâ haccı yapıp, Medîne-i Münevvereye se’âdetle geldikden sonra, seksenüçgün dünyâda kaldı. Rivâyet ederler ki, evvel nâzil olan âyet-i kerîme İkra’ sûresidir. Ve son olarak yukarıda bildirilen âyet-i kerîme nâzil oldu.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder