Yüzbirinci Menâkıb:
Nazm şeklinde (Siyer)den nakl olunmuşdur:
Vaktidir ey bülbül-i gâfil uyan,
Bir nazar kıl aç gözün, ola ıyân.
Kim senin bağın değildir, işbu yer,
Her kimi kim besler ise, iş bu yir.
İşte gel kim var, gülistânın senin,
Cân ilinde tâze bostânın senin.
Sa’y kıl kim eresin ol gülşene,
Himmetini bağlama sen bu külhâna.
Cîfedir bu, cîfeye aldanma sakın,
Sen seni bu yerde devâmlı kalır, sanma sakın.
Ey perîşân dil (gönül), oturma dilfikâr,
Söyle bu söz, senden ola, yâdigâr.
Sîreti ol kim rivâyet eyledi,
Bunu bu resme hikâyet eyledi.
Râvî ider, bir yehûdî var idi,
Askeri çok, ismi Dâvüd-i Şa’yâ idi.
Var idi bir kal’ası, yuvarlak büyük,
Kim iki kat, yüksek yerde, muhkem yapılı.
Seng-i hârâ idi, ak taşdır yeri,
Burcları yüce, düzenli her biri.
İki kat dıvârlı idi her biri,
Yedi arşın idi, dıvârının eni.
Hendeği var idi ki, enli ve derin,
Kim içi su idi ki, dolu ve derin.
Bir kaya üstünde muhkem yapılı,
İçi-dışı asker ile dopdolu.
Râvî der ki, ona benzer üstüvar [muhkem],
Ol Hicâz ilinde, yokdur bir hisâr.
Çün işitdi Dâ’vüd-ı Şa’yâ bunu,
Hep döküldü, merhabü meyser kanı.
Katî hışm etdi kakdı ol la’în,
Pes çağırdı askeri derdi hemîn.
Atına bindi o, oldu süvâr,
O la’în, gürbüz er idi, nâmdar.
Bindi asker, kaldırıp sancak ve alem,
Çaldılar zurna ve nakkâre zil hem.
Bir kabîle var idi, ânda yakın,
Ki müslimânlardı, onlar ehl-i din.
(Beni Zühre) kabîlesi idi, bu mü’min kabîle,
O mel’ûnun askeri döndü dedi;
O Benî Zühre iline varalım,
Vuralım o ili, halkın kıralım.
Kim Muhammed da’vetin onlar kabûl,
Eylemişler, aldatmış onları ol.
Âbâ-ı ecdâd dînin terk etmişler,
Muhammed ile ahd-i berk eylemişler.
Onların erlerinin hepsini kıralım,
Kadın ve çocuklarını, ne varsa alalım.
Yehûdîlere ne kim etdi ise ol,
Biz edelim onlara hem dahî bol.
O Muhammed görsün acı nicedir,
Uyku görmez gözlerim, kaç gecedir.
Bu sözüyle ılgâr idip, gitdiler,
Gâfil iken il içine yetdiler.
Erkeğinin ulusunu kırdılar,
Küçüğü ile dişisini sürdüler.
Aldılar hem, malların, davârların,
Kırdılar hem, bulduğu adamların.
Bir iş oldu onlara kim her giz ol,
Kimseye öyle belâ olmuş değil.
Arabın Şikâyeti
Bu yakada bir gün o sultân-ı din,
Fahr-i âlem rahmeten lil âlemîn.
Mescid içre otururdu o imâm,
Geldi Câbir, kapıdan verdi selâm.
Yâ Resûlallah dedi, bostânımız,
Hoş yetişdi tâze nahlistânımız [Nahle: Hurma].
Dilerim zahmet buyurup, gelesin Sen,
Ki bostâna gelince şâd olam ben.
Ayağın tozunu bostânıma sal,
Mubârek ola, nahlistânıma sal.
Kabûl eder, Resûlullah dururlar,
Sahâbe ile o bostâna varırlar.
Direrler, tâze tâze hurma yirler,
Ne tatlı tâzedir bu hurma derler.
Hemandem karşıdan bir toz göründü,
Gelir tutmuş yolu düp-düz göründü.
Toz yarıldı, çıka geldi bir arab,
Bir eğersiz ata binmiş ki, acib.
Gövdesi başdan ayağa kara kan,
Kan içinde sanki, gark olmuş heman.
Geldi Peygamber katında ağladı,
Şöyle kim yaşı gözünde çağladı.
Yaşını sildi arab, hem söyledi,
Hizmetinde geldik, îmâna dedi.
Allah birdir, hem Resûlsün mutlaka,
Emrin ile kulluk ederdik Hakka.
Gâfil iken bir gece biz nâgehân,
Dâvüd-ı Şa’yâ çerîsi ile nihân.
Geldi, çarpdı, bizi gâret eyledi,
Halkı kırdı, çok hasârat eyledi.
Er kişisini kırdı, dökdü kanını,
Aldı malın, avretini, oğlanını.
Oğlumuz, kızlarımız oldu esîr,
Sen meded eyle bize ey dest-gîr.
Bunu dedi, hay hay ağladı,
Cümle ol halkın yüreğin dağladı.
Hem Sahâbe dahî giryân oldular,
Ol kişiye çok merhamet kıldılar.
Ol Resûlün hem mubârek gözüne,
Geldi yaş, rahm etdi [acıdı] onun sözüne.
Tetimme
Hem bu söz için geldi Cebrâîl,
Hak selâm verdi, sana kim şöyle bil.
Hem buyurdu size, ta’cîl edesiz,
Ol la’înin üstüne siz gidesiz.
Kal’asının üstüne sen gidesin,
Hak sana nusret verir seyr edesin.
Döndü andan pes Resûlullah eve,
Mescide vardı hemen ive ive [acele].
Pes buyurdu kim Bilâl etdi nidâ!
Mescide geldi kamu mîr ve gedâ.
Mescid içi-dışı doldu mü’minîn,
Minbere çıkdı Resûlullah hemen.
Okudu hutbe, Hakka hamd eyledi,
Döndü hem Eshâbına da pend [nasîhat] eyledi.
Sonra dedi, dinleyin ey Hak askeri,
O Benî Zühredeki kardeşleri.
Onları kâfir nice kırmış hemân,
Gâfil iken onları vurmuş hemân.
Hak buyurdu, kim, ona biz varalım,
Kıralım onları, boynun vuralım.
Siz ne dersiniz, maslahat ne görelim,
Varalım mı üstüne, yâ duralım.
Dediler, yâ Resûlallah kamûmuz [hepimiz],
Senin fermânın altıdır özümüz.
Tutarız Hak emrini biz cân ile,
Oynayalım, baş yolunda cân ile.
Hak teâlâ düşmanın öldürelim,
O yehûdînin tomarın [defterin] dürelim.
Pes düâ kıldı Resûl, dedi durun,
İmdi, bugün hep hâzırlıklar görün.
Hak emrin tutmağı bilin ganîmet,
Bugün ki tân [şafak]la ideriz azîmet.
Sem’an ve tâan [baş üstüne] deyip, dağıldılar,
Her birisi cenk hâzırlığın kıldılar.
Ertesi gün oldukda asker fevc-fevc,
Her biri gitdi geyimli fevc-fevc.
Pehlivânlar bindiler çapan süvar,
Kim dokuz bin er ata oldu süvar.
Çağırdı Mikdâdı çünki geldi o,
Bir alem evvel ona verdi Resûl.
Sen mukaddem ol dedi, önce yürü,
Bin kişi koşdu, behâdır, her biri.
Sonra Resûlullah dedi, hani Alî!
Geldi dahî dediler, ol dem Velî.
Çağırdı Selmânı, dedi var ona,
Muntazırım der Resûlullah sana.
Vardı Selmân, gördü giyinmiş Alî!
Ceng silâhın hep kuşanmış ol Velî.
Fâtıma tutmuş eteğini komaz,
O çekinir gitmeğe ki, onu komaz.
Dedi, Selmân; yâ Emîr olgıl suvâr,
Kim Resûlullah durubdur intizâr.
Sem’an ve tâan [baş üstüne] deyip, bindi atına,
Dedi, geldi o Resûlün katına.
Hem Zübeyr bin Avvâm o şir-i ner,
Yaralı idi, yatar idi meğer.
Gazâ sırasında yimişdi nice ok,
Hem de taşlar dokunmuş idi çok.
Çün işitdi ki, Resûl cenge gider,
Kalkdı yerinden hemen o şir-i ner.
Dedi hâtunu; mecâlin yokdurur,
Durma gel kim cenge hâlin yokdurur.
Sözünü hâtununun dinlemedi,
Kim yaram var diye hiç eğilmedi.
Bindi, Peygamber katına geldi ol,
Bir alem [bayrak] de ona verdi Resûl.
Bin kişi de ona verdi ıyân,
Sağ yanımca gel dedi yâ Pehlivân.
Bir alem kaldırdı kim adı ikab,
Âl senindir yâ Alî dedi ikab.
Bin kişi koşdu ona da dilîr [yiğit],
Askerin ardınca gel der yâ Emîr.
Gece gündüz yürüdüler gitdiler,
Çün Kureyzâ kal’asına yetdiler.
Kâfire oldu haber, kim çok çeri,
Geldi, yetdi üşde islâm leşkeri [askeri].
Dört yakadan ili varın sürdüler,
Asker hep, kal’a içre girdiler.
Burcların üstüne oklar kurdular,
Kendiler kal’a içine girdiler.
Yetdi nâgah, erdi islâm leşkeri,
Önce Mikdâd emrindeki bin çeri.
Çünki kal’a yakınına yetdiler,
Görünce Mikdâdı onlar bildiler.
Askerini tanzîm edip, durdu la’în,
Arkasını kal’asına verdi hemîn.
Gördüler kim kopdu bir toz nâgehân,
Bin kişi ile Zübeyr geldi hemân.
Geldi pes koşum-koşum oldem çeri,
Fahr-i âlem Enbiyâlar Serveri.
Hoş düzenli, hem müzeyyen her biri,
Yahşî ulular, teçhizâtlı askeri.
Râvî der: Ehl-i islâm ol zemân,
Ki düzenli idi, bilgili bî gümân.
Şebde [gecede] yıldızlar gibi saf saf gelür,
Kim giyimli toz içinde berk vurur.
Çün yehûdîler bakar onu görür,
Kim, bu asker böyle düzenli durur.
Bu tertîb, bu envâr ve bu zînet,
Yehûdî gönlüne saldı hezîmet.
Dilediler dönüp kaçmak hisâra,
Ona da etmediler cesâre [Ona da cesâret edemediler].
Çün işitdi, Dâvüd-ı Şa’yâ bunu,
Kim dönerse, boynuna dedi, kanı [boynunu vururum].
Korkmayınız ben olayım size dımân,
Öldürürüm de vermezem emân.
İşbu denli bâgîye de ne cevâb,
Yalnız kim vereyim buna cevâb.
Olmadı ceng ol gün akşam oldu der,
Kondu askerler yerlerini aldılar.
Müslimânlar sabâha dek kıldı nemâz.
Etdiler Allaha çok, dürlü niyâz.
Çün sabâh oldukda etdiler nidâ,
O ezândan göklere erdi sadâ!
Korkdu kâfirler kamu andan hemîn,
Çünki kıldılar nemâzı mü’minîn.
Durdu, bindi her birisi atına,
Geldi ulular Resûlün katına.
Yâsadılar [yerleşdirdiler] askeri hoş meymene [sağ kanat],
Meysere [sol kanat] kalbu cenâh durdu yine.
Meymene ucunda Ammârı koydu,
Pes Alîye ortada dur sen dedi.
Kendisi birkaç sahâbi ile bile,
Bir yüce yerde durdular bile.
Askerini yerleşdirdi kâfir de,
Dizdiler sağın solun onlar da.
Çün iki asker karşılıklı geldiler hemân,
Çıkdı islâm askerinden nâgehân [bir asker çıkdı].
Dedi bir er girdi cevelân eyledi,
Bî tekellüf kasd-ı meydân eyledi.
Adı Dırâr idi hem hâs-ı Resûl,
Pehlivân-ı gürbüz idi gâyet de ol.
Pes yehûdî askerinden çıkdı dîr [asker],
Adı Hüssan bin Kârin bir dilîr [cesûr kimse].
Girdi cevlân etdi [meydânda dolandı], cenge durdular,
Birbirine çün kılınçlar vurdular.
Vurdu bir darbe ona Dırâr Pehlivân,
Ki, iki pare olup, düşdü hemân.
Verdi cânın tamuya düşdü la’în,
Durdu Dırâr diledi er pes hemîn.
Bir mübâriz [cengci] girdi, adı Danyâl,
Etdi, Dırâr ile çok ceng ve cidâl.
Çok oyunlar geçdi, o hîleci, ona,
Âkıbet fırsat bulup, Dırâr ona.
Şöyle sapladı göğsüne ol pehlivân,
Düşdü tamü inlerine [yerlere serilerek] verdi cân.
Girdi Heyyâc adlı bir er pes hemân,
Cenge girdi, vermedi dahî emân.
Hayli ceng eyledi Dırâr ile ol,
Ceng uzadı, Dırâr oldu pes, melûl.
Nâra atdı, vurdu ağzından onu,
Cânı gitdi, tâmuya düşdü teni.
Durdu Dırâr yine cevlân eyledi,
Er diledi, döndü devrân eyledi.
Dâvüd-ı Şa’yâ kalkdı negahân,
Depdi atın girdi meydâna hemân.
Zırhlı Dâvüd ileri yaşında hod,
Kılıcı elinde sanki yanar od [ateş].
Nâra atdı, heybet idüb haykırır,
Girdi meydân içine cevelân urur.
Bildi Dırâr, tanıdı onu hemân,
Hamle kıldı, vermedi bir dem emân.
Nîzesi [mızrağı] göğsüne idi yakîn,
Çaldı kılınç ile onu ol la’în.
Bâkisin Dırâr bırakdı, hemîn,
Kılıncına yapışınca ol la’în.
Urdu tiz destlik edip, bir darb ona,
İki pâre kıldı kaldılar dona.
Düşdü Dırâr, orada oldu şehîd,
Nâra atdı, mağrûr oldu ol pelîd.
Oldu Dırâr için cümle mü’minler melûl,
Gürbüz idi, hem melûl oldu Resûl.
Çıkdı islâm askerinden bir civân,
Mürre tebnî Dârî adlı pehlivân.
Ol la’în onu dahî kıldı şehîd,
Katî mağrûr oldu, o mel’ûn pelîd.
Kimse girmedi dahî meydâna,
Askerin depdi hemen sağ yanına.
Döndü ondan, sol yana depdi la’în,
Çıkdı ândan kalbe değdi [merkeze geldi] ol la’în.
Birbirine vurdu şöyle leşkeri [askeri],
Oka tutdular, hemen döndü geri.
Durdu meydân içre cevlân eyledi,
Yâ Muhammed, nerde Senin askerin dedi.
Var ise bir pehlivân gelsin bugün,
Pehlivân kimdir, bu halk görsün bu gün.
Dedi, Hâzin oğlu Sa’di pes hemân,
Hoş mübâriz pehlivân idi civân.
Hamle kıldı dahî vermedi emân,
Kâfir ile cenge durdu bir zemân.
Gördü kâfir Sa’dı kim key erdürür,
Hamlesini def’ eder, darbeler vurur.
Hîle düzdü, onda bir mekr eyledi,
Yâ yiğit, ben bir acâiblik gördüm, dedi.
Düşdü çaldım atının bir ayağını,
Üç ayağı ile durur ol bayağı.
Sandı, gerçek; geri bakdı hemîn,
Bir kılınç vurdu hemân dem o la’în.
Kim, ikiye biçdi kıldı onu şehîd,
Düşdü atından hemen dem o yiğit.
Ziyâde oldu, mel’ûnun gurûru,
Çağırıp, haykırır, ider sürûru.
Kimse girmez dahî çün girdi la’în,
Depdi askerden yana, sürdü hemîn.
Bir iki adam yaraladı yine,
Döndü andan, yürüdü asker kalbine [ortasına].
Ok yağmuruna tutdular o kâfiri,
Korkdu ondan yine ol döndü geri.
Durdu meydân içre, cevlân eyledi,
Yâ Muhammed, hanî ensârın dedi.
Hanî Kays ve ne oldu Mikdâdın hani,
Korkdu, benzer pehlivânların hani.
Ger onlar korkdu ise, hanî ol dilîr [yiğit],
Şol Alî adlı behâdır nerre şir [erkek arslan].
Şâh-ı merdân diyü ad almışdır,
Şimdi niçin geride kalmışdır.
Kendini bir sınasın gelsin beri,
Ger gelirse dahî sağ varmaz geri.
Pes Resûlullah dedi, Haydar hani,
Zahr-i islâm fethi o server hani.
Hâzır idi, dedi, lebbeyk, şâh hemân,
Yâ Resûlallah, buyur dedi revân.
Varayım ben onu bîcan edeyim,
Kan ile toprakda galtan [yuvarlanıcı] edeyim.
Pes Resûlullah dedi, var yâ Alî,
Kim, sana nusret yakındır yâ Velî.
Bil ki Allah, hem Resûlullah sana,
Kim, meded edicidir önden sona.
Şâh-ı Merdân kasdı meydân eyledi,
Girdi, hoş, şâhâne cevlân eyledi.
Dâvüd-ı Şa’yâ onu gördü hemân,
Hamle kıldı, ya’nî kim vermez emân.
Kâfirin çün hamlesini gördü imâm,
Çekdi kınından kılıncını temâm.
Nâra atıp, şöyle haykırdı ona,
Aklı gitdi kâfirin, kaldı dona.
Titredi a’zâları pes ol la’în,
Atını ardına sıçratdı hemîn.
Pes, çekildi bir yere, durdu geri,
Kim, dağılmış aklını derdi geri.
Hem dedi kim, yâ yiğit nedir adın,
Kim bu resme havf ve heybet eyledin.
Şâh-ı Merdân dedi adımdır, Alî,
Dedi kâfir, seni isterim belî.
Nâra atdı, çekdi kılıncın la’în,
Şâh-ı Merdân üstüne sürdü hemîn.
Şâh onu gördü ki, bir hoş pehlivân,
Pes, mudâra etdi onunla hemân.
Ya’nî, kim tutam idem dedi esîr,
Tâ müslimân ola, bir rükn ola dîr.
Nâgehân bir kılınç vurdu o la’în,
Şâh-ı Merdân başına erdi hemîn.
Aldı kalkana hem ol dem şâh onu,
Çün, müslimân olmaz ol bildi onu.
Pes, kalkdı, nâra atdı ol Emîr,
Bir kılınç vurdu ona ol nerre şîr [erkek arslan].
Sağ yanında şöyle kim çaldı onu,
Sol yanından ol iki böldü onu.
Düşdü ondan iki pâre ol la’în,
Kan ile toprağa bulandı hemîn.
Şâh-ı Merdân yine cevlân eyledi,
Bir mübâriz var mıdır, gelsin dedi.
Çünki onu öyle gördüler yehûd,
İ’timâd ederdi ona çün cehûd.
Orada öyle olduğunu gördüler,
Kaçdılar kal’a içine girdiler.
Yapdılar kapıyı, burçda durdular,
Atdılar ok, mancınıklar kurdular.
Müslimânlar ol işi çün gördüler,
Ok ile bunlar da cenge durdular.
Kuşatdılar yirmibeş gün hisârı,
Ki ceng idi kamu leylü nehârı.
Pes Resûlullah buyurdu siz dahî,
Mancınık düzün atalım biz dahî.
Durdu bir er İbni Amr idi adı,
Yâ Resûlallah düzerim ben dedi.
Lâkin ağaç yok, bu ağaçlar kamu,
Hem yemiş ağaçlarıdır cümle bu.
Bunu böyle söyleyince o hemîn,
Geldi gökden indi Cebrâîl Emîn.
Dedi, Hak teâlânın selâmı var,
Buyurdu; bu âyeti Resûlüme ver:
(Hurma ağaçlarından kesmeniz veyâ aslı üzere terk etmeniz Allahü teâlânın izni iledir. Böylece, bu iznle kâfirler rüsvay olurlar.) [Haşr sûresi 5.ci âyet-i kerîmesi meâli.]
Pes Resûlullah buyurdu: Hak teâlâ,
Bu ağaçları bize kıldı halâl.
Çünki bu vakt ona muhtâç olmuşuz,
Başka ağaç yok, nâçar kalmışız.
Pes, ağaçdan yetdikçe kırdılar,
Düzdüler tiz, mancınığı kurdular.
Atdılar bir taşı bârû üstüne,
Düşdü sankim burcu yıkmak kasdına.
Bir de atdılar içeri düşdü ol,
Kâfir cânibine korku düşdü bol.
Bu resme cengle çün erdi akşam,
Müslimânlar varıp kıldılar, ârâm.
Müslimânlar bülend tekbîr ederler,
Kamûsu onlarını bir ederler.
Müslimânlar sabâha dek nemâzı,
Kılıp etdiler, Allaha niyâzı.
Kimi tesbîh, kimi Kur’ân okudu,
Uyumadı biri çün, sabâha erdi.
Ezân okundu, kıldılar nemâzı,
Düâ kıldılar etdiler, niyâzı.
Hemân dem kal’aya karşı berâber,
Koşup bağladılar, şöyle serâser.
Pes getirdi pehlivânlar her biri,
Mancınığa komağa, bir taş iri.
Getirdi ânda taşı ol Ammâr,
Dilâver pehlivânlar başı Ammâr.
Koyuben mancınığa ol atdı,
Havadan kal’anın içine yetdi.
Düşüp bir yere vîrân eyledi ol,
Dokuz kişiyi bîcan eyledi ol.
Onun ardınca Mikdâd atdı bir taş,
Dokundu dört eve, ol kıldı hışhaş.
Onun ardınca Sa’d bin Ubâde,
Ki Hazrec ulusu şeyh Suâde.
Atar çünki havâya çıkdı ol taş,
İnip bir kubbeyi o kıldı hışhâş.
Pes getirdi şâh-ı Merdân ol Alî,
Mancınığa koydu bir taş, ol Velî.
Râvî der: Pehlivânlar her biri,
Mancınığa koydu, bir taş iri.
Atdılar herbiri bir iş eyledi,
Kâfirin cânibine teşvîş eyledi.
Ol arada dahî bir taş kalmadı,
Kim ki vardı taş aradı, bulmadı.
Çünki, taş arandı, bulunmadı,
Taş bitince Resûlullah üzüldü.
Çünki başka taş bulunmadı, Resûl,
Ol mübârek hâtırı oldu melûl.
Hak teâlâdan getirdi ol selâm,
Dedi, çünki taş bulunmaz yâ imâm.
Hak teâlâ şöyle fermân eyledi,
Mancınığa girsin aslanım dedi.
Varsın ol içine düşsün kal’anın,
Kim, onun fethi elindedir Anın.
Pes, Resûlullah dedi, kim yâ Alî!
Cebrâîl geldi, dedi kim yâ Velî!
Kim, koyam bu mancınığa ben seni,
Bu hisâra atayım, ey Hak aslanı.
Hiç ziyân erişmez sana uş ben dımân [kefîl],
Feth eden bu kal’ayı sensin hemân.
Şâh-ı Merdân dedi, yüzüm üstüne,
Her ne emr olunduysa, gözüm üstüne.
Yoluna olsun fedâ cânım benim,
Hâtırıma geldi bu mâni’ benim.
Kim beni kal’aya atınız dedim,
Yine dedim iş Hakdır, ben ne diyem.
Pes, Resûlullah dedi kim Enbiyâ!
Her ne endîşe ede yâ Evliyâ.
Düşe Hakkın işine ol mutâbık,
Muhâlif olmaz, olur ol muvâfık.
Kim anların hemîşe gönlü hâzır,
Hakkın yanındadır, Hak ona nâzır.
Aldı kalkanın kılıncın pes Alî,
Geldi girdi mancınığa ol Velî.
Tutdu bile ol nebîler Serveri,
Atdılar gitdi havâya Haydarı.
Çün havâya çıkdı ol Hak aslanı,
Kakdı kılınç arkasıyla kalkanı.
Nâra vurdu, şöyle haykırdı emîn,
Sanki gök gürledi, sarsıldı zemîn.
Çünki kâfirler görür bu heybeti,
Hep kurudu, güçleri ve kuvveti.
Çün Alî idi havâdan gördüler,
Kaçdılar evli evine girdiler.
Bağlayıp kapıların oturdular,
Canlarından ümîdi götürdüler.
Belleri kurudu, tutmaz elleri,
Gözleri görmez tutuldu dilleri.
Şâh-ı Merdân pes, kapıya yürüdü,
Çekdi kopardı, kapıyı sürüdü.
Geldi mü’minler hisâra girdiler,
Kâfiri yerli yerinde kırdılar.
Kırdılar erkek, koymadılar diri,
Gâret etdiler dişisin herbirini.
Aldılar malını esîrin tutdular,
Sağ selâmet evlerine gitdiler.
Sağlığıyla o Medîne şehrine,
Geldiler anda Resûluyla bile.
Ol Resûlün hizmetinde şâdgâm,
Oldu bu kıssa, burada hem temâm.
Mustafânın yüzü-suyu hurmeti,
Cümlemize müyesser kıl rahmeti.