29 Nisan 2010 Perşembe

KÂSIM ÇELEBİ

Büyük velîlerden. İsmi Kâsım Çelebi'dir. İstanbul'da doğdu. Doğum târihi bilinmemektedir. Babası Edirne kâdısı Muhammed Cemâlî Efendiydi. 1519 (H.926) târihinde İstanbul'da Baba Nakkaş semtinde vefât etti.

Kâsım Çelebi önceleri uzleti, insanlardan uzak yaşamayı seçip, yalnız başına tenhâ yerlerde, dağlarda dolaştı. Bir zaman; saray ağası, bir dergâh ve yanında bir câmi yaptırdı ve velî bir zât olan Çelebi Halîfe'den bir talebesini burada irşâd ile hak yolun bilgilerini yaymakla görevlendirmesini ricâ etti. Çelebi Halîfe de bu arzu üzerine bir talebesini gönderip tenhâ yerlerde Allah aşkı ile dolaşan Kâsım Çelebi'yi getirtti. Saçını traş ettirdi ve elbise giydirip, saray ağasının yaptırdığı dergâhta görevlendirdi.


Kâsım Çelebi bir zaman sonra Hadım Ali Paşanın kendisine muhabbeti sebebiyle bir dergâh ve bir câmi yaptırmasıyla oraya geçip talebeleriyle birlikte ilim ve ibâdetle meşgûl oldular. Mecbûriyet halleri hâriç dergâhtan dışarı çıkmadılar. Çok kerâmetleri görüldü.

Kâsım Çelebi, vefâtları yaklaştığı zaman kaldığı dergâhtan çıkıp Baba Nakkaş semtine gittiler. Sevdikleri kendisine; "Efendim! Bu hasta ve zayıf hâlinizde niçin tenhâ yerlere gidiyorsunuz. Dergâhınızda kalıp istirahat etseniz." dediklerinde, onlara; "BizAllahü teâlânın lütfuna buralarda kavuştuk. Buradan âhirete sefer edelim arzu ederiz. Hem biz burada merhum olursak iyi olur." buyurdular. O gecenin sabahında arzu ettiği gibi vefât etti. Vefât zamânı Sultan Bâyezîd Han oğlu SultanSelîm devriydi.

PEKİ EFENDİM!

Talebelerinden biri Allahü teâlânın en sevgili kullarından sayılan bir kutup görmek arzu ederdi. Kâsım Çelebi onun bu arzusunu anlayınca talebeyi bir iş sebebiyle Bursa'ya gönderdi. Talebe, deniz yoluyla giderken fırtına çıktı. Nasıl olduğunu anlamadan kendisini bir adanın ortasında buldu. Adada yalnız başına dolaşmaya başladı. Netîcede çimenlik bir yere oturdu. Etrafta kimsecikler yoktu. Akşama kadar oralarda kaldı. Akşam olunca adanın herbir tarafından yedi kişinin kendisine doğru geldiğini gördü. Bir ara aralarında bâzı şeyler konuştular. İçlerinden birinin yüzü örtülüydü. Sonra cemâat hâlinde akşam namazını edâ ettiler. Yüzü örtülüleri imâm olmuştu. Daha sonra herbiri geri dönüp geldikleri tarafa gitmek için yola koyuldular. Talebe, onların yanından ayrıldıklarını görünce feryâd etti. Bunun üzerine yüzü örtülü olan, o talebeye dönüp; "Oğlum! Niçin hocan ile kanâat etmeyip başka kimse ararsın. İçinden kutup görme arzusunu çıkar." dedi. Talebe şaşkınlıkla; "Peki efendim." deyip tövbe etti. Yüzü örtülü olana dikkatlice baktığında onun kendi hocası Kâsım Çelebi olduğunu anladı. Kâsım Çelebi talebesine tebessümle; "Sen arkadan gelirsin. Bizim acele işimiz var." buyurdu ve ayrıldı. O talebe kırk gün sonra İstanbul'a döndü. Dergâha geldiğinde hocasının vefât ettiğini gördü.

1) Lemezât, Süleymâniye KütüphânesiMahmûd Efendi, No: 453b, v.143
2) Şakâyık-ı Nu'mâniyye Tercümesi; s.375
3) Sicilli Osmanî; c.4, s.46

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder