24 Nisan 2010 Cumartesi

DARWİNİZM

Bütün canlı varlıkların bir çeşit akrabalıkla birbirine bağlı bulunduğunu ve engin çağlar boyunca basit organizmalardan daha karmaşıklara doğru geliştiğini, doğal ayıklanmayı ileri süren ve ilk önce İngiliz tabiat bilgini Charles Darwin (1809-1882) tarafından formüle edilen evrimci, bâtıl, dîne karşı bir doktrin.

Eski çağ filozoflarıyla Rönesans hümanistleri, evrim konusunda çok seçik bir sezişe sahiptiler. Fakat ellerinde belgeler bulunmadığı için bu husustaki bütün görüş ve yorumları, düşünce alanında kalmış; ilk evrimci bilim adamı Buffon, devrinin peşin hükümlerine karşı gelmekten çekindiği için bütün düşüncesini ortaya koymamış; evrim nazariyesini daha büyük bir cesâretle ortaya atan Lamark olmuştur.


Darwin, Beagle gemisiyle yaptığı gezi esnasında topladığı birçok belge ve gözlemlerine dayanarak bir nazariye ortaya koymuştu. Dünya çevresindeki bu gezide özellikle Galapagos adalarının faunasını ve pampa toprağı katmanlarında rastlanan soyu tükenmiş dişsiz hayvan türlerini inceledikten sonra, onda türlerin sabitliği hakkında ilk şüpheler uyanmaya başladı. 1859'da "Doğal Ayıklanma veya Hayat Mücadelesinde Elverişli Irkların Korunması Aracılığıyla Türlerin Kökeni Üzerine" adlı eserini yayınladı. Darwin, bu eseriyle evrimin mekanist bir açıklamasını yapmağa çalıştı. Onun görüşünün temel noktaları şunlardır:

1- Aynı kökten gelen türler, çeşitli tesirlere (meselâ çevre, beslenme vb. etkilere) bağlanabilecek değişimler gösterir, vücûdu ve üreme hücrelerini değişikliğe uğratır. Darwin, bütün kişilerde aynı özellikleri gösteren belirli çeşitlenmelerle kişiden kişiye değişen belirsiz çeşitlenmeleri birbirinden ayırt eder.

2- İktisatçı Malthus'un çalışmaları, Darwin'i fazlasıyla etkilemiştir. Bu bilgin, toplum nüfusunun, mevcut beslenme imkânlarına oranla çok daha hızlı arttığını ve bu nüfus artışının geometrik bir diziye, beslenme imkânlarının ise aritmetik bir diziye göre meydana geldiğini görmüştür. Organizmalar bundan dolayı besinlerini elde etmek ve en iyi şartları sağlamak için mücadele etmek zorundadır.

Darwin, bu iktisadî kavrayıştan "yaşamak için mücadele" prensibine ulaştı. Bu duruma göre başarıyı, rakiplerine oranla biraz üstünlüğü olanlar elde edecektir. Bu üstünlükler, yalnız bazı kişilerde bulunan özelliklere uygun düşer. Bunlar çok az ve belirsiz olsalar bile yine de zararlıdırlar. Çünkü hayat için mücadelede daha imtiyazlı olanların ölüp gitmelerine karşılık, bu özelliklere sahip bulunanlar ayakta kalır.

Böylelikle ona göre hayat boyunca, tabiî ayıklanma denilen bir olay meydana gelir ve ortama en elverişli olanlar yaşar. Bu tabiî ayıklanma, uzun zamanlardan beri hayvan ırklarını geliştirmek veya yenilerini elde etmek amacıyla hayvan yetiştiricileri ve bahçıvanlar tarafından uygulanan yapma ayıklanma ile kıyaslanabilir. Doğal ayıklanma, yeni türlerin oluşmasını ve çevreye uyum yoluyla sürekli evrimi sağlamıştır.

Tabiî ayıklanma görüşü, sosyolojide de bazı sosyologlar tarafından uygulanmıştır. Buna göre, toplumların gelişmesi, ancak ırklar ve gruplar arasındaki çatışmalar ve ayıklanmalarla açıklanmaya çalışılmış, aynı görüş sınıflar çatışması halinde Marks'çı teoriye de tesir etmiştir. Bununla beraber, tabiî ayıklanma teorisinin kesin karşı koyucuları da, belli amaca yönelen, yaratıcı tekâmüle âit kuvvetlerin varlığını kabul eden görüşler ileri sürmektedirler.

Darwin'in iddialarının hiçbiri ilmî kesinlik taşımaz, bir varsayım (faraziye) ve nazariyeden ileri gitmez. Çok tartışılmış, birçok iddiaları çürütülmüştür. Esasen, Darwincilik sonradan birçok değişikliklere uğramış, yerini Yeni-Darwincilik almıştır. Eski ve yeni Darwincilik birçok bakımlardan tenkit edilmiş; canlı türlerin birbirinden (meselâ insanın maymundan) yavaş yavaş çıktıkları yolundaki temel iddia artık ilim çevrelerinde terk edilmiştir. Bu bakımdan biyolojinin verilerine göre, artık türler arasında geçiş olmadığı ifade edilmektedir.

Yaratılış ile ilgili olarak Allah Teâlâ şöyle buyurur: " Andolsun biz sizi yarattık, sonra size şekil verdik, sonra da meleklere: Adem'e secde edin" dedik. "Hepsi secde ettiler, yalnız İblis etmedi, o secde edenlerden olmadı" (el-Âraf, 7/11). Âyet, Hz. Âdem'in birdenbire değil bir tekâmül neticesinde yaratılmış olduğunu bildirmektedir. (Ayrıca bk. el-Bakara, 2/30 vd.; es-Sâd, 38/71 vd.). Âyetlerde Hz. Âdem'in önce çamurdan yaratıldığı, sonra biçim verildiği ve nihayet ruh üflenerek canlandırıldığı açıklanmaktadır. (el-Hicr, 15/28 vd.). Kur'ân'da bize açıklandığı kadarıyla insanın nasıl yaratıldığı konusunda teferruat yoktur. Yalnız, Darwincilikten farklı olarak İslâmî yaratılış, insanın hayata insan olarak başladığını ve tarih boyunca insan dışı bir değişme geçirmediğini ortaya koymaktadır. İnsanın yaratılışına ait bu iki temellendirme, insanın yapıp etmelerinde iki zıt fikre yol aşmıştır. Darwincilik, insanı hayvanî bir ilkelliğe indirger ve onun davranışlarını hayvânî davranışlar grubuna sokar. İlâhî açıklamaya göre ise, insan, "eşref-i mahlûkât" yani yaratıkların en üstünü ve Allah'ın yeryüzündeki halifesi diye tanımlanır. İşte bu iki temel görüş ve bunlara yaslanan bilim, medeniyet, sosyal ve ahlâkî hayat telâkkileri bütün dünyada karşıtlık oluşturmaktadır. Şu da bir gerçektir ki, Darwincilik, sadece bir nazariyedir, kesin bilgi değildir. Hatta Kur'ânî ifâdeyle "zan" denebilir. Ancak, ilâhî tekâmül bilgisi, kesin bir bilgidir. Zaten bu iki bilgi anlayışı birbiriyle kıyaslanamaz. Bu teori, uygulamada Darwincilik karşıtı başka bilim çalışmalarıyla, birçok açıdan tenkid edilmiştir. Ama vahyî bilgi ile bilimsel bilginin esas karşılaşması, yeryüzündeki toplum düzenlerinin eğitim ve bilim çalışmalarının ate-lâik veya vahyî temele dayanıp dayanmayacağı meselesinde yoğunlaşmaktadır. Bu yüzden, vahiy karşıtları, tutunacak epistemolojik bir temel aradıklarında ilâhî bilginin karşısına Darwinci tezlerini çıkarmaktadırlar. Özellikle Materyalizm, Darwincilik'e kendi görüşünün üzerinde yükseleceği bir temel olarak sahip çıkmaktadır. Sovyetler Birliği'nde olduğu kadar, Amerika Birleşik Devletleri'nde de Materyalist eğitim Darwincilik'i benimser. Ancak ABD'de Darwincilik Hristiyanlıkla da Geliştiği için, orada da hâlâ taraflar arasında tartışmalar olmaktadır. Ayrıca, insanın maymun soyundan geldiği iddialarının bugün artık inandırıcılığı kalmamıştır. "Şüphesiz müslüman ilim adamları, tâbiri caizse, Allah'ın kudretinin kendi yarattığı şeylerden koparıldığı deistik bir âlem tasavvuru içinde fikir yürütmemişlerdir. Dolayısıyla müslüman alimlerin tek biçimcilik (uniformitarianism) ve yatay biyolojik evrim gibi bugün bilimsel gerçeklikler olarak teşhir edilen fakat aslında dinden uzaklaştırılmış insanın, tabî düzen için ilâhî sebebi yasaklaması sonucu ortaya çıkan uçurumu kapatmanın vasıtalarından ibaret olan hipotezler kurmaya hiç ihtiyacı olmamıştır.

Müslüman araştırmacılar hiçbir zaman evrim teorisine iltifat etmemiş; bu teoriyi "Allah'ın kudretinin yaratıkları üzerinden koparılmak istenmesi ile meydana getirilen boşluğu doldurmak üzere başvurulmuş bir vasıtadan ibaret görmüşlerdir" (Seyyid Hüseyin Nasr, İslâm ve İlim, Çev. İ. Kutluer, İstanbul 1989, 51).

Darwincilik Çağdaş Türkiye'de de, ilericilik adı altında tutunulan önemli bir teori olarak görülmekte ve hatta tıpkı Darwin'in etkilendiği çağdaşı ve yakın arkadaşı Jeolog Charles Lyell (1797-1875)'in yeryüzünün bugünkü şeklini, tabiatın eseri olarak almasıyla; laik-pozitivist bir eğitim-bilim devrimini gerçekleştiren bazı basit anlayışların "evrenin tabiat gücü tarafından yaratıldığı, başka hiçbir ilâhî gücün evrene tesir etmediği" şeklindeki görüşleri arasında büyük bir benzerlik vardır. Mamafih bu görüşe karşı müslümanlar, kendilerine açık tebliğ edilmiş şu âyete inanırlar: De ki, "Siz mi, arzı iki günde yaratanı tanımıyor ve O'na eşler koşuyorsunuz? İşte âlemlerin Rabbi O'dur. " (el-Fussilet, 41/9).

Yeni Darwincilik, Darwin'in teorisinin geliştirilerek savunulduğu öğretinin adıdır. Yeni Darwinciler, Darwin'in teorisinden Lamarkçı tesiri dışarda bırakarak diğer bütün ilkeleri kabul etmektedirler. Onlara göre evrimin yönünü, gelişme mekanizmasını düzenleyen genetik yapı ile kılavuz ve nazım rolü oynayan tabii ayıklanma arasındaki karşılıklı etkileşmenin sonucu belirler.

Batı biliminin dayandığı önemli bir kaynak olan bu bilimin esaslarını alan ateizm, panteizm, materyalizm cereyanlarına bir bütün olarak Spencer'le, Comte'la, Freud'la, Marks'la yayılarak ideolojik bir yapı oluşturur (bk. Materyalizm, Ateizm). Maddeci öğretinin karşısında ruhçuluk öğretisi yer alır. Maddecilik, ilk ilkelerini, ruhu, âhireti ve Allah'ı inkâr ile kurar; çeşitli yollara ayrılarak mekanist, diyalektik, tarihi materyalizm biçimlerinde ortaya çıkar. Maddeciliğin karşısında Batıda İdealizm, Ruhçuluk, Dogmatizm yer alırken; Doğu İslâm dünyasında da Dehriye*, Zenadıka, 'rabüyyun, Manicilik, Batınîlik* gibi aşırı felsefî cereyanlar ortaya çıkmıştır. Bu tür maddeci akımlar, ilahi vahyi zaman zaman çarpıtarak yorumlamışlardır. Batı'da tabii ve sosyal bilimlerde "evrim"i bütün bilim adamları kabul etmekte, eğitim ve bilim metodlarında bu görüş işlenmektedir.

Prof. Mourice Bucaille, Darwin'in teorisi, evrimcilerin materyalist felsefe ile dini inanç arasındaki savaşta sallayıp durduğu bir sancak olmuştur. der (bk. Maurice Bucaille İnsanın Kökeni Nedir, Çev. A. Ünal, İstanbul 1984, 46 vd.) Bucaille'e göre, Darwin, ateistlerin putlarından biri olarak kalmıştır. Eseri, XIX. yüzyılın ikinci yarısında şiddetlenen din-bilim çatışmasında ateizmi destekleyici kanıtları ortaya koymuştur. "Temel kuralları ve nihai yargılarıyla Darwinizm ortadaki doktrinlerin en din karşıtı ve en materyalist olanıdır." diyen P. Grasse, Marx'ın Darwin'in eserinin sayfalarında tüm dinsel inancı çözeltecek malzemeyi bulduğunu ifade eder. Sovyetler Birliği kurucuları da, bilimsel verilerine dayanarak Hristiyan obskürantizmi'yle savaşmak için Moskova'da bir Darwinizm müzesi kurmuşlardır (Bucaille, a.g.e., 50).

Darwin, doktrininin eksikliğini bizzat itiraf eder ve evrimi açıklamakta düştüğü başarısızlığın farkında olduğunu mektuplarında belirtir. Teorisini kanıtlayamaz; tabii ayıklanmaya inandığını açıklar. Böylece bilimi inanç' eksenine alır. Bugün de bu teorinin geçerliliği kanıtlanmış değildir. Ancak teorisinin çağdışı ve kavramlarının aşırı derecede zayıf olmasına rağmen, Darwin hâlâ akademisyenlerden saygı görmektedir. Ama "bilimin sapıklıklarının ve uzun vadede Darwinizm'in neden olduğu insandan tiksinmenin boyutlarını bir an olsun akıldan çıkarmamak" gerekmektedir.

Darwin'in basit ve çürütülmüş teorilerine yapılan tenkidleri naklettikten sonra, Kur'ân-ı Kerim'deki bazı âyetlerde materyalist bir teoriyi destekleyecek en küçük bir ize bile rastlamanın imkânsız olduğunu belirten Maurice Bucaille, insanın topraktan yaratılışına dair âyetlere işaret ettikten sonra şu olayı nakleder: "Ölümünden kısa bir zaman önce biyolog Jean Rostard'a Fransız TV'nundaki konuşmalarının birinde Allah'la ilgili bir soru soruldu. Jean Rostard'ın cevabı, o ana kadar Allah'ın varlığına inanmadığı, fakat bir biyolog olarak sonsuz derecede küçük düzeyde meydana gelen faaliyet üzerinde düşünürken ifade gücünü yitirdiğini itiraf ettiği şeklindeydi." (Bucaille, a.g.e., 261).

Bugün müslüman âlimlerden bazıları Darwinizm'e sarılanlara karşı önemli karışıklıklara sebep olabilecek bir metod yanlışlığını yapmaktadırlar. Yaptıkları, Kur'ân-ı Kerim'deki âyetlerin esnekçe kullanılarak bilimsel verilerle ilgili olarak sunulmasıdır. Ama bu tutum, Kur'ân'daki herhangi bir âyetin, bilim yoluyla kanıtlandığını iddia etmek gibi basit bir duruma düşmeye yol açtığı gibi, âyetlerin yer aldığı esas inanç düzleminin güvenilirliğini de zedelemektedir. Adeta Darwinizm'e karşı savunma alanına çekilmiş gibi duran müslümanlar, bu davranışla, yani nass'ları bilimsel verilerle desteklemek veya bilimsel buluş, keşif ve icadların dayanaklarını Kur'ân'dan çıkarmak şeklinde nitelenebilecek ve asıl İslâmî fıkıh geleneğinde olmayan yanlışlara düşmektedirler. Bu yerden bitme İslâmî bilim felsefesi, ne yazık ki Materyalizme karşı bu tavrıyla ciddi bir temel oluşturamamaktadır. Değişken her yeni teoriye göre Kur'ân'ı yeniden okumak eğer yapısalcılıktan gelen bir yanlışlık değilse, bu, karşıtların da Kur'ân'dan delil aramalarına götürerek Kur'ân'ın çarpıştırılması haline gelir ki, Kur'ân bu sapıklıktan berîdir. İslâmî esasların, müslümanların yöntem ve hayatına yeniden diri ve dinamik bir güç vermesini istiyorsak, sünnet yöntemiyle asıl kaynaklara eğilerek, yanlış İslâmî görüşleri bir daha gözden geçirmek gerekmektedir. En azından kilisenin Darwin'i kâfir ilân etmesi kadar müslümanlar bilinçlenmeli ve harekete geçmelidirler. Sadece Yahudi düşmanlığına indirgenmiş bir karşılama hareketi pek ilkel kalmaktadır.

Şamil İA

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder