18 Nisan 2010 Pazar

CA'FERİYYE

Hz. Ali'nin torunlarından Câ'fer-i Sâdık (ö. 148/765)'ın etrafında toplanan ve onun ictihadlarına göre amel eden müslümanların bağlı oldukları siyasi ve fıkhî mezhep. İmâm Câ'fer, bütün Sünnîlerce, özellikle tasavvuf ehlince büyük bir velî olarak kabul edilir. O, kendisini ilme ve tefekküre vermiş, Ebû Hanîfe ve İmâm Mâlik gibi büyük müctehidler bile ondan faydalanmıştır. Hadîs âlimleri kendisinden hadîs rivayet etme konusunda tereddüt etmişlerse de, İmam Şâfiî ve Yahya b. Maîn gibi âlimler onu güvenilir bir muhaddis olarak kabul etmişlerdir. Mezheplerinde "imâm" ve "on iki imam" konusuna ağırlık verdikleri için bu mezhebe "İmamiyye" veya "İsnâ Aşeriyye" adı da verilmiştir.


Câ'fer-i Sâdık Kur'an'ı delîl olarak alır, ancak sünnet olarak Ehl-i Beyt tarafından rivayet edilen hadîsleri kabul ederdi. Kitap ve Sünnet'te delîl bulamazsa, maslahat veya akla göre hüküm veriyordu. Medine'de Ebû Hanîfe ile ilk karşılaştıkları zaman ona şöyle dedi:"Nûman! Babam bana, dedemden şöyle rivayet etti: -Din husûsunda re'yi ile kıyasa ilk başvuran İblîs'tir. Allah ona, Âdem'e secde et dedi. O da, Ben Âdem'den hayırlıyım, çünkü beni ateşten, onu topraktan yarattın' dedi. Kim dinde re'yi ile kıyas yaparsa Allah onu Kıyâmet günü İblîs'e arkadaş yapar. Çünkü o, kıyas yapmak suretiyle şeytana uymuştur." Ebû Hanîfe şu cevabı verdi: "Ne münasebet! şeytân Allah'ın emrine isyan için kıyas yaptı. Ben ise, Allah'ın emirlerine itaat yollarını bulmak için kıyas yapıyorum." (M. Ebû Zehra, İslâm'da Fıkhî Mezhepler Târîhi, (çev. A. Şener) Ankara, 1968, s. 235; Ahmed Emin, Düha'l-İslâm, Kahire 1936, III, 261).

Temelde Ehl-i Sünnet'e yakın olan Câ'fer-i Sâdık'a ölümünden sonra birtakım iftiracılar birçok şeyi isnat etmişler ve bunları halk arasında yaymışlardır. İmâm Câ'fer, daha hayatta iken mezhep içinde bazı sapık görüşler ortaya atılmış ve bunları bizzat kendisi reddetmiştir. Bu sapıkların başında Ebû'l Hattâb Muhammed b. Ebî Zeyneb gelir. Ebû'l Hattâb, küfre düşmüş, peygamberlik davasında bulunmuş ve Câ'fer-i Sâdık'ın tanrı olduğunu öne sürmüştür. Haramları helâl saymış ve imamı tanıyan herkesin haramlardan muaf sayılacağını söylemiştir. Üstelik bu görüşleri Câ'fer-i Sâdık adına çıkarmıştır. Bunu haber alan Câ'fer, Ebû'l Hattab'a lânet etmiş, onunla hiçbir ilgisinin bulunmadığını, bütün talebe ve arkadaşlarına bildirmiş, İslâm ülkelerine mektuplar yazarak bu durumu her tarafa duyurmuştur. (İbnu'l-Esir, el-Kâmil fi't-Tarih, VIII, 9).

Zeydiye'den sonra Ehl-i Sünnet'e en yakın bir Şiî mezhebi olan Câ'ferîliğin bazı görüşlerini şöylece özetlemek mümkündür:

İmâmiye'ye göre imâmet (devlet başkanlığı); nübüvvet gibi ilâhî bir makamdır. Peygamber gibi imâmı da Allah seçer. İnsanların imam tayin etme yetkisi yoktur. Hz. Muhammed (s.a.s) vefat etmeden önce, kendi yerine kimin imam (halife, müslümanların lideri) olacağını nass'la tayin etmiştir. Bu imam da kendinden sonra gelecek olanı aynı şekilde belirlemiştir. İmâmın zahir, meşhur ve meydanda olması caiz olduğu gibi; gaib, mestur ve gizli olması da mümkündür. Son imam Muhammed Mehdî onikinci imam olup, hâlen hayattadır, fakat gaibtir. İmâmın bulunmadığı bir zaman yoktur. Şimdi gaib olan Mehdî'ye naibler (âyetullahlar) vekâlet etmektedir.

Oniki imâm şunlardır: 1) Ali el-Murtaza, 2) Hasan el-Müctebâ (ö. 50/670), 3) Hüseyin eş-Şehid (ö. 61/681), 4) Ali Zeynelâbidin (ö. 94/713), 5) Muhammed Bâkır (ö. 113/731), 6) Câ'fer es-Sâdık (ö. 148/765), 7) Musa Kâzım (ö. 183/799), 8) Ali Rıza (ö. 192/808), 9) Muhammed Cevad (ö. 220/835), 10) Ali Hâdi (ö. 254/868), 11) Hasan Askerî (ö. 260/874), 12) Muhammed Mehdî (gizlendiği tarih 260/874).

Câferîlere göre imâmlık mertebesi, insan olmanın üstünde; fakat peygamberliğin altında bir makamdır. İmamlar peygamber gibi masum olup, yanılmazlar, günah işlemezler. Câ'ferîler imamın masumiyetini şöyle açıklarlar: "Ondan, büyük küçük, kasden veya yanlışlıkla unutarak, yahut ictihadında hata ederek, yahut da Allah'ın hataya sevketmesi sebebiyle olsun, hiçbir günah sadır olmaz. Bu imamın sözü dinlenir, korkusu kalpten çıkmaz bir kişi olması için böyledir. Onlardaki ismet sıfatı, Allah onların akıllarını kemâle erdirdiği andan itibaren ruhlarını kabzedene kadar onlardan ayrılmaz bir vasıftır.

Câ'ferî'ye göre meleklere, kitaplara ve kadere iman Allah'a ve peygambere imanın içindedir. Onlara göre Hz. Muhammed (s.a.s)'den sonra halîfe olma hakkı Hz. Ali'nin idi. Bu konuda ayet ve hadîsler mevcuttur. Fakat Ashab-ı Kirâm'ın ileri gelenleri, kendi ictihadlarına dayanarak bu nass'ları tevil ettiler ve Hz. Ebu Bekir'i halife seçtiler. Hz. Ali ve ona tabi olan bir grup, bu seçimi kabul etmedi. Ancak fitne çıkmaması için Ebû Bekir'e bey'at ettiler. İlk üç halifede gördüğü ehliyet ve liyâkat sebebiyle Hz. Ali, hilâfet hakkından feragat etmişti. Ancak Muaviye'nin değil halife, vali olarak kalmasının bile zararlı olduğu kanaatine vardığı için Emevîlere karşı savaş ilân etmiştir. Câ'ferîler, ilk üç halifenin imâmlığını kabul etmemekle beraber onlara karşı saygılı oldukları halde, Muaviye ve oğlu Yezid'e lânet okurlar. (Muhammed Hüseyin, Kâşifu'l-Gıta, Aslu'ş-Şia ve Usulühâ, Kahire 1958. 126 vd.; Musevî, el-Muracaa, Beyrut 1393, 168).

Câ'feriye mezhebi mensupları, onikinci imam Muhammed'in evinde "sirdap" diye adlandırılan bir sığınağa girip gizlendiğine ve bir daha dönmediğine inanırlar. Ancak gizlenen onikinci imamın yaşı konusunda ihtilaf edilmiş ve bazıları gizlendiğinde yaşının dört olduğunu söylerken, bazıları da sekiz yaşında olduğunu ileri sürmüştür. Yine, gizlenen imamın vereceği hüküm konusunda ihtilaf olmuştur. Bazıları, kaybolduğu yaştayken, halifenin bilmesi gereken şeyleri bildiğini ve ona itaat etmenin vacip olduğunu öne sürerken; diğer bir kısmı da hüküm vermenin gizlenen imamın mezhebine bağlı âlimlere ait olduğunu iddia etmişlerdir.

İsna aşeriyye, diğer adıyla Câ'ferîye mezhebine göre din, Ehl-i Sünnet'te olduğu gibi iki ana bölümde ele alınır. 1) Usû-i Din, 2) Furû-i Din. Usûlü Din (dinin asılları) beş esas üzerine kurulmuştur: Tevhîd, Nübüvvet, İmâmet, Mead (Ahiret), Adalet.

Tevhîd: Allah birdir (vâhid), tektir (ahad). Onun zatı her türlü noksan sıfatlardan münezzehtir. Eşi,benzeri ve mahlûkatına benzer bir tarafı yoktur.

Nübüvvet: Peygamberlik, Allah'ın seçtiği kullarını Cebrâil vasıtasıyla ve vahy yoluyla ilâhî bir vazife ile mükellef kılmasıdır. Peygamberler Allah'ın emirlerini halka tebliğ eder ve onları doğru yola iletirler. Onlar insanların en üstünü ve kulların en hayırlısıdırlar. Emindirler, masumdurlar ve tebliğ vazifelerinde bir noksanlık ve hata bulunmaz. Peygamberler ilâhî bir lütuf ve hazinedir. Hz. Muhammed (s.a.s) bütün peygamberlerin en üstünü ve sonuncusudur. Onun en büyük mûcizesi Kur'an'dır.

İmâmet: İmân, dinin asıllarından olan imamete inanmakla tamamlanabilir. İmamiye, nübüvvetin nasıl Allah'tan bir lütûf olduğuna inanırsa, her asırda peygamberlerin vazifeleriyle vazifelenmiş, insanların hidayet ve irşadlarını üstlenmiş bir imamın varlığına da inanır.

Meâd (Ahiret): Bu, ölümden sonra ahiret hayatının hak olduğu esasıdır. Kıyamete dair Kur'an ve hadîslerde geçen mîzan, soru, hesap, sırat, şefaat, Cennet, Cehennem hepsi gerçektir, bunların hiçbiri akılla yorumlanamaz. Keyfiyetini de bilemeyiz. Fakat hepsinin gerçek olduğuna inanırız. Mead cismanîdir ve bunlara icmalen iman yeterlidir ve yorumsuz olarak kabul etmek gerekir.

Adalet: İsna aşeriyye'ye göre dinin beşinci aslı ve dolayısıyla inanç esaslarından olan adalet, Allah'ın adil; kulun da iradesinde ve fiillerinde hür ve muhtar oluşudur. Onun, iyiye iyiliğine karşılık mükâfatta, kötüye kötülüğüne karşılık mücazatta bulunması adaletinin zarurî bir icabıdır. Kul, fiillerinde hür ve muhtardır.

İsna aşeriyye, şer'i hükümlerin kaynağı olarak dört esası kabul eder. Bunlar, kitap, sünnet, icma ve akıldır. Ayrıca füru-u din ikiye ayrılır: 1) İbâdât, 2) Muamelât.

İbâdât: Namaz, oruç, hacc, zekât, humus, cihat, emri bi'l ma'ruf nehyi ani'l-münker, Tevellâ ve Teberrâ'dan oluşan bir bütündür.

Muamelât: Ticaret hayatı, şahıs hukuku, cezalar, evlenme, miras ve benzeri hususlardır.

Görüldüğü gibi İsna aşeriyye, usûl-i din dediğimiz inanç esasları ve fer'i hükümlerde, yani fıkhî konularda Ehl-i Sünnet'ten çok farklı düşüncelere sahip bulunmamaktadır. Ancak Tevhîd, Nübüvvet ve Ahiret gibi üç büyük esasta Ehl-i Sünnet ile birleşmiş olmalarına rağmen; İmametin dinin esasları arasında zikredilmesi dolayısıyla Hz. Peygamberden sonra belIi kişilerin peygamber gibi "ismet" sıfatına ve başkalarında bulunmayan "özel bir bilgi"ye sahip bulundukları hususlarının kabul edilmesiyle Ehl-i Sünnet'ten ayrılmaktadır. Ayrıca takiyye ve bedâ, Câ'ferîlik'te önemli iki inanç konusudur. Onlar, cebir ve zor karşısında bir Şiî'nin inancını gizlemesine "takiyye"* adını verirler. Muaviye'nin baskısı altında inançlarını gizleyen Şiî'ler Mekke döneminde sahabenin de müşriklerin baskısından kurtulmak için bu prensibe başvurduklarını söylerler. Onlara göre, takiyye bazen farz, bazen caiz, bazen da haram olur.

Bedâ ise, Cenâb-ı Hakk'ın Levh-i Mahfuz'a* yazdığı bir şeyi vahiyle peygamberine bildirdikten sonra değiştirmesidir. Bu durum, velî ve imamlar için de söz konusudur. İslâm şerîatının önceki şerîatları neshetmesi veya İslâm şerîatında bazı ayetlerin diğer ayetleri neshetmesi de bedâ kavramına yakındır. (Muhammed Hüseyin, a.g.e., 131).

Câ'ferîlik bugünkü İran'da çoğunluğun ve İran İslâm devletinin resmî mezhebidir. İran'dan başka, Türkiye'de Kars ve çevresinde çok az olmak üzere Irak, Suriye, Lübnan, Afganistan ve Hindistan'da Câferîler vardır. İmâm Câ'fer'den sonra yüzyıllar boyunca yapılan ictihadlarla bir hayli genişleyen Câferîye fıkhı, yukarıda zikredilen yerlerde ve bir kısım Ortadoğu ülkelerindeki küçük cemaatler halinde bulunan Şiîler arasında tatbik edilmektedir.

Hamdi DÖNDÜREN

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder