15 Nisan 2010 Perşembe

BÂTIN

Bir şeyin içi, gözle görülemeyen tarafı, Allah'ın isimlerinden biri.

Bâtın kelimesi Kur'an'da değişik anlamlarda kullanılmıştır. Bâtın, her şeyden önce Esmau'l-Hüsna*'dan biridir: "O evvel (her şeyden önce) dir, Ahir (kendisinden sonraya hiç bir şeyin kalmayacağı son)'dur. Zâhir (varlığı aşikâr)'dır. Bâtın (gerçek mahiyeti insan için gizli) olandır. " (el-Hadîd, 57/3). Ebû Hüreyre (r.a.)'den rivayet edilen bir hadis-i şerifte de Allah Teâlâ'nın doksandokuz ismi olduğu zikredilmiş, bunlardan birinin de el-Bâtın* olduğu belirtilmiştir. (Tirmizî, Daavat, 82). Bâtın, bazı ayetlerde de gizli anlamınadır: "Günahın gizlisini (bâtın) de açığını (zâhir) da bırakın!" (el-En'âm, 6/120) " Âçık (zâhir) ve gizli (bâtın) olarak size bolca nimetler ihsan ettiğini görmez misiniz?" (Lokmân, 31/20). Râğıb el-Isfahânî, son ayette geçen zâhirî nimeti peygamberlik müessesesi; bâtınî nimeti de akıl olarak yorumlamaktadır. (el-Müfredât fî Garîbi'l-Kur'an, Mısır 1970, s. 97) Zâhirî nimeti sağlam vücûd, bâtınî nimeti güzel ahlâk olarak anlayanlar da vardır.


Bâtın, hadislerde genellikle bir şeyin içi anlamında geçmektedir. Meselâ, "batınu'l-keff elin içi, "bâtınu'l-kademeyn" ayağın çukuru demektir.

Hadislerde Bâtın'a, Cenâb-ı Hakk'ın adı olarak da rastlamak mümkündür. Ebû Dâvud, Edeb, 95). Bu isim, Cenâb-ı Hakk'a izafe edildiğinde "kendisini zatı itibariyle gereği gibi tanımak mümkün olmayan zat" anlamına gelir.

Allah'ın "evvel" sıfatı "âhir" sıfatıyla beraber kullanıldığı gibi, "bâtın" sıfatı da "zâhir" sıfatıyla beraber kullanılır. Ayrı olarak kullanılmazlar. (Râgıp el-Isfahânî, el-Müfredât, s. 52).

Allah evveldir; O'ndan evvel hiç bir varlık yoktur. O'nun öncesi mevcut değildir.

Allah âhirdir; varlığının sınırı yoktur. Her şey yok olacak yalnız Yüce Allah bâkî kalacaktır.

Allah zâhirdir; varlığı her şeyden aşikârdır. Çünkü kâinattaki herşey O'nun varlığına delildir. Sıfatlarının tezahürüyle, ilim ve kudretinin tecellisiyle varlığı apaçık olarak bilinmektedir.

Allah "bâtındır", zâtı ve mahiyeti kavranamaz, niceliği ve nasıllığı bilinemez. Allah zatı itibariyle gizlidir. Zatının hakikatı duyu organlarıyla bilinemez. O'nun gizli oluşu, aşikâr oluşunun şiddetindendir. Hakikatı, akıl ve idrakin ihatasına sığmaktan yücedir.

Zâhir ve bâtın kelimelerinin Kur'an'da geçmesi, bu iki kelimenin terim olarak yerleşmesinde etkili olmuş, özellikle fakîhlerle mutasavvıflar arasında bazı münakaşaların çıkmasına yol açmıştır. Her şeyin bir zâhiri ve bâtını bulunduğunu, ilimlerin de zâhirî ilimler ve bâtınî ilimler olmak üzere ikiye ayrıldığını ifade ederek Cibril hadisi*nde anlatılan "İslâm"ı, zâhir ve dış; "Îman"ı, bâtın ve iç olarak değerlendirmişlerdir. Zâhirî ameller, dış organlarla yapılan amellerdir ki; ibadet, taharet, namaz, oruç, hac, zekât, nikâh ve benzerleri bu gruba girer. Bâtınî ameller ise kalplerin, tasdik, yakin, îman ve ihlâs gibi amelleri, murakabe gibi halleridir. Sûfiler, ihlası târif ederken "kulun fiillerinin zâhir ve bâtında eşit olmasıdır" diyerek zâhirî amellerle bâtınî amellerin dengesine dikkat çekerler. Zâhir ve bâtın dengesinin bâtın lehine bozulması mutasavvıfları ürkütmez; fakat bu dengenin zâhir lehine bozulması mutasavvıfları rahatsız eder. Nitekim Cüneyd el-Bağdâdî'nin "Zâhirini süslemeye çalışanın bâtını haraptır" sözü bu anlamdadır.

İlmin de ameller gibi zâhirî olanı ve bâtınî olanı vardır. Zâhirî amellere ve görünen şeylere aid açık bilgi ve zâhir ilmi; kalp, gönül ve keşfle ilgili bulunan ilme bâtın ilmi denir. Bu manaya göre ayetlerin de hadîslerin de bir bâtınî tarafı olduğunu düşünmek tabiîdir. Mutasavvıfların,.Hüzeyfetü'l-Yemân'ın rivayet ettiği bir hadîs-i şerîfe istinaden "Allah'ın kulunun kalbine yerleştirdiği bir sırr olarak" (Münâvî, Feyzu'l-kadir, IV, 326) nitelendirdiği "ilm-i bâtın" asla ilm-i zâhir'e muhalif olmamalıdır. Nitekim Ebû Saîd el-Harrâz'a atfedilen ve bütün mutasavvıfların ortak kanaati hâline gelen "Zâhire muhâlif her bâtın bâtıldır" (Sülemî, Tabakatu's-Süfiyye, s. 231) görüşü bunu teyid etmektedir.

H. Kâmil YILMAZ

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder