Cenâb-ı Hak buyuruyor: “Andolsun ki Allah, birçok yerde (savaş alanlarında) ve Huneyn savaşında size yardım etmişti. Hani çokluğunuz size kendinizi beğendirmiş, fakat sizi hezimete uğramaktan kurtaramamıştı. Yeryüzü bütün genişliğine rağmen size dar gelmişti, sonunda (bozularak) gerisin geri dönmüştünüz. Sonra Allah, Rasûl'ü ile müminler üzerine sekînetini (sükûnet ve huzur duygusu) indirdi, sizin görmediğiniz ordular (melekler) indirdi de kâfirlere azap etti. İşte bu, o kâfirlerin cezasıdır.” (Tevbe, 25,26) |
Rasûlullah (sav) buyurdular: “Kim Allâh Teâlâ’nın rızâsı için bir derece tevâzû gösterirse, bu sebeple Allâh onu bir derece yükseltir. Kim de Allâh’a karşı bir derece kibir gösterirse, Allâh da onu bu sebeple bir derece alçaltır, netîcede onu esfel-i sâfilîne (aşağıların aşağısına) atar.” (İbn-i Mâce, Zühd, 16) |
İslâm ordusu her bakımdan mükemmeldi. Göz kamaştırıcı bir ihtişamla Huneyn’e doğru ilerliyordu. Herkes, şimdiye dek böyle techîzat ve teşkîlâtlı kalabalık bir ordunun Arabistan’da görülmediğini düşünüyordu. Bu durum, ashâb-ı kirâm hazarâtının gönlünü bir an gurûra sevk edip: “Böyle bir ordu aslâ yenilmez!” diyerek düşmanı küçümsemelerine ve maddî güce rağbetle gâlibiyete mutlak gözüyle bakmalarına sebep oldu. İşte bu bir anlık gurur ve ucub, müslümanların ilâhî imtihâna tâbî tutulmalarına sebebiyet verdi: İslâm ordusunun öncü kuvvetleri, Huneyn’e girilen dar yollarda kendilerinden emîn bir şekilde ilerlerken, sabahın alacakaranlığında âniden pusuya düşürüldüler. Büyük bir panik zuhûr etti. Müslümanlar, üzerlerine yağmur gibi yağan oklar karşısında durakladılar. İslâm ordusunda, tereddüt ve telâş dolu bir dağınıklık ve bozulma başgösterdi. O dehşetli hengâmede yerinden ayrılmayan, sürekli olarak düşmanın üzerine yürüyen ve bindiği hayvanı dâimâ ileri sürerek kendisini düşmanın ortasına atan yalnız Allâh Rasûlü (sav) oldu. O gün Rasûlullâh (sav), eşsiz bir cesâret ve dâsitânî bir şecaat nümûnesi sergiledi. Mekkelilerden bâzılarının arasından da: “–Hz. Peygamber öldü. Araplar eski dinlerine dönecekler!” diye şâyialar duyuluyordu. Oysa Hz. Peygamber (sav), sağ idi ve düşmana mukâvemet göstererek hayvanının üzerinde dimdik durmaktaydı. Allâh’a tevekkül ve teslîmiyet hâlinde ashâbına sesleniyordu: “–Ey Ensâr! Ey Muhâcirler! Ey Allâh’ın kulları! Buraya geliniz! Ben Allâh’ın kulu ve peygamberiyim!..” Sonra gür sesli olan amcası Abbâs (ra)’a işâret buyurarak, İslâm ordusuna seslenmeye devâm etmesini istediler. Hazret-i Abbâs da yüksek sesle: “–Ey Akabe’de bey’at edenler! Ey Rıdvân ağacı altında söz verenler! (Koşunuz), Allâh’ın Rasûlü burada!..” diyerek seslenmeye başladı. Bu dâveti duyan sahâbe; Allâh Rasûlü (sav)’in yanına koştu. Böylece esen bir rüzgârla dağılan kelebeklerin, tekrar büyük bir câzibeyle nûrun etrâfına koşmalarına benzer bir gayretle Varlık Nûru’nun yanında saf tutmaya başlayan mü’min gönüller, içine düştükleri korkudan sıyrılarak huzur ve sükûnete erdi. Yavaş yavaş Allâh’ın lutfuyla bütün İslâm safları derlenip toparlandı. Bundan sonra Allâh Rasûlü (sav), ellerini yüce dergâha açıp: “Allâh’ım! Bana olan zafer vaadini ihsân buyur!” niyâzında bulundu. Tıpkı Bedir Harbi’ndeki gibi yerden mübârek elleriyle bir avuç toprak alarak düşman saflarına doğru attı ve ashâb-ı güzîne: “–Haydi şimdi sıdk u sadâkatle hücûm ediniz!” buyurdu. (Müslim, Cihâd, 76-81; Ahmed, III, 157, V, 286; İbn-i Hişâm, IV, 72; Vâkıdî, III, 897-899) Bu defâ İslâm ordusu, harbe yeni başlarcasına bir hızla müşriklerin üzerine saldırdı. Yaptıkları şiddetli hücûm ve hamlelerle kısa zamanda düşmanı perişan edip hüsrâna uğrattılar. (Osman Nûri Topbaş, Hz. Muhammed Mustafa-II, Erkam Yay.) |
Her Güne Bir Esma-ül Hüsna (Allah’ın En Güzel İsimleri) el-Cebbâr: Dilediğini zorla yaptırmaya muktedir olan, mutlak iradesini her durumda yürüten, her güçlüğü kolaylaştıran, mahluklarının işlerini ıslâh eden; mahluklarının ihtiyaçlarını gideren, yaşama ve rızık sebeplerini sağlayan; kırılanları onaran, eksikleri tamamlayan, düzeni bozulan her şeyi tanzim eden demektir. |
Kısa Günün Kârı Bir anlık gurur ve kibir bizleri helâk eder. |
Lügatçe techîzat: Savaş gereçleri. ucub: Kendisini başkasından üstün görmek. dâsitânî: Destansı. mukâvemet: Dayanma, karşı koyma, karşı durma. |
Cedidiye Cami, Düzce
-
*Cedidiye Cami, Düzce*
Cedidiye Cami, Düzce şehir merkezinde Cedidiye Mahallesi, Tayfun Sokak'ta
yer almaktadır.
Cami uzun yıllar hizmet verdikten sonra ö...
5 saat önce
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder