5 Ağustos 2010 Perşembe

Sabr-ı Cemîl

Ya’kûb -aleyhisselâm-’ın, oğlu Yûsuf için ettiği içli feryâdı dillere destân olmuştur. Bunu Yûnus Emre’miz şöyle dile getirir:
Ben bir Ya’kûb idim kendi hâlimde
Mevlâ’nın ismi var idi dilimde
Kaybettim Yûsuf’u Kenan ilinde
Ağlar Ya’kûb ağlar: Yûsuf’um diye!
Yûsuf’um götürüp al kan ettiler
Kurtlar yedi diye bühtân ettiler
Yûsuf’un gömleğin bilmem n’ettiler
Ağlar Ya’kûb ağlar: Yûsuf’um diye!
Böylece gözyaşı döken Ya’kûb -aleyhisselâm-’a artık sabretmekten başka birşey kalmamıştı. Nitekim hiç kimseye hâlinden şikâyet etmeden sabretti ve:
قَالَ إِنَّمَا أَشْكُو بَثِّي وَحُزْنِي إِلَى اللّهِ
“«Ben, sıkıntımı, keder ve hüznümü sâdece Allâh’a arz ediyorum.» dedi…” (Yûsuf, 86)
Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz, Cebrâîl   -aleyhisselâm-’a sordular:
“–Ya’kûb’un Yûsuf’a olan hicrânı ne dereceye varmıştı?”
Cebrâîl -aleyhisselâm- da:
“–Evlâdını kaybeden yetmiş annenin toplam hicrânına!” cevâbını verdi.
Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz:
“–O hâlde onun sevâbı ne kadardır?” diye sordular.

O da:
“–Yüz şehîd sevâbıdır. Çünkü O, Allâh’a bir an bile sû-i zan beslemedi.” dedi. (Süyûtî, ed-Dürrü’l-Mensûr, IV, 570)
İşte bu sabır, “sabr-ı cemîl” idi.
Sabr-ı cemîl, başa gelen belâ ve musîbetleri hiçbir şekilde kullara şikâyet etmeden, feryatsız, şikâyetsiz, metânetli ve mütevekkil bir şekilde karşılamak demektir. Şâyet Allâh, kullarına şikâyet edilirse, sabır husûsiyetini kaybeder.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder