5 Ağustos 2010 Perşembe

Hazret-i Yûsuf’un Kuyudan Çıkarılıp Satılması

Babası sabr-ı cemîl hâli içindeyken Hazret-i Yûsuf da kuyuda aynı tevekkül ve teslîmiyet hâlini yaşıyordu. Bu esnâda:
وَجَاءتْ سَيَّارَةٌ فَأَرْسَلُواْ وَارِدَهُمْ فَأَدْلَى دَلْوَهُ قَالَ يَا بُشْرَى هَـذَا غُلاَمٌ وَأَسَرُّوهُ بِضَاعَةً وَاللّهُ عَلِيمٌ بِمَا يَعْمَلُونَ
(19)
وَشَرَوْهُ بِثَمَنٍ بَخْسٍ دَرَاهِمَ مَعْدُودَةٍ وَكَانُواْ فِيهِ مِنَ الزَّاهِدِينَ
(20)
“Öteden bir kâfile gelmiş, sucularını (kuyuya) göndermişlerdi. Saka, kovasını sarkıttı. (Yûsuf’u görünce) “Â, müjde, müjde! İşte bir civân!” dedi. Onu ticaret malı olarak satmak niyetiyle
gizlediler. Ama Allâh Teâlâ, onların ne yapacaklarını pek iyi biliyordu. Nihâyet Mısır’a varınca, onu düşük bir fiyata, bir kaç paraya sattılar. Zâten ona pek kıymet vermiyorlardı.” (Yûsuf, 19-20)
Yûsuf’u satanlar, güzelliği karşısında gözleri kamaşmasına rağmen O’nu ehemmiyetsiz, düşük bir fiyata sattılar. Bir sâhibi çıkar da Yûsuf’u bizden ister diye güzelliğine rağbet etmeden, korku içinde ve alelacele O’nu elden çıkarmaya baktılar.
Şeyh-i Ekber Muhyiddîn İbn-i Arabî -kuddise sirruh- der ki:
“Cenâb-ı Hak:
وَكَانَ أَمْرُ اللَّهِ قَدَرًا مَّقْدُورًا
«…Allâh’ın emri mutlakâ yerine gelecek, yazılmış bir kaderdir!» (el-Ahzâb, 38) sırrının tahakkukunu murâd edince, bunu, kullarına bir zelle işlettirerek gerçekleştirir.”
Zîrâ Yûsuf -aleyhisselâm- da birgün aynada kendi sûretine bakarak güzelliğini seyretmiş ve:
“–Eğer köle olup satılsaydım, bana paha biçilemezdi; çok para ederdim!” demişti.
Kendini beğenerek işlediği bu zelle sebebiyle O’nu köle diye, hem de çok kıymetsiz bir fiyata sattılar.
Nakledilir ki:
Birgün Hazret-i Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem- mescidden hâne-i saâdetlerine dönerken çocuklar yoluna çıkarak:

“–Hasan ve Hüseyin’e verdiğin gibi bize de bir şey vermezsen, Sen’i bırakmayız!” dediler.
Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem- de Bilâl -radıyallâhu anh-’a:
“–Eve git; ne bulursan getir de kendimi bunlardan satın alayım!” dedi.
Bilâl gidip sekiz kadar ceviz getirdi. Rasûlullâh da, bu cevizlerle kendisini çocuklardan satın aldı. Sonra da:
“Kardeşim Yûsuf’u kıymetsiz bir fiyata sattılar. İşte beni de sekiz cevize sattılar!” buyurarak latîf bir nükte yaptılar.
Mühim olan, zâhirî ve fânî güzellik değil, kalb ve ahlâk güzelliğidir. Bu husus, hadîs-i şerîfte şöyle beyân buyrulur:
“Allâh Teâlâ sizin bedenlerinize ve sûretlerinize değil, kalblerinize nazar eder.” (Müslim, Birr, 33; İbni Mâce, Zühd, 9)
Nitekim Hacer vâlidemiz, Firavun tarafından Sâre vâlidemize câriye olarak verilmişti. Hacer vâlidemizden İsmâîl -aleyhisselâm-, onun silsilesinden de Hazret-i Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz dünyâyı teşrîf buyurmuşlardır.
Beden yapısının fazla bir kıymeti yoktur. O, rûhun kılıfı mesâbesindedir. İnsan, rûhî yapısıyla izzet ve şeref kazanır, veyahut da zelîl olur. Yâni bir insanın temiz bir kalbi ve güzel amelleri varsa Allâh indinde makbûldür. Yoksa onun güzel sûreti yahud birçok malı olmuş veya olmamış önemli değildir.
İnsanın bedeni köle olunca, nasıl düşük fiyatlarla satılıyor! Ya rûh ve kalbini, şehevî ve nefsânî arzularının kölesi hâline getirenler, acaba nasıl bir âkıbete dûçâr olacaklardır? Dolayısıyla mü’min, kıymet ve izzetini bilmeli, hiçbir zaman nefsine köle olmamalıdır. Nitekim Cenâb-ı Hak buyurur:
أَرَأَيْتَ مَنِ اتَّخَذَ إِلَهَهُ هَوَاهُ أَفَأَنتَ تَكُونُ عَلَيْهِ وَكِيلًا
(Rasûlüm!) Hevâ ve hevesini (nefsânî arzularını) ilâh edinen kimseyi gördün mü?
Şimdi ona Sen mi vekil olacaksın? (Yâni vekil olup da onu kurtaramazsın!) (el-Furkân, 43)
Âyet-i kerîmede buyrulur:
وَقَالَ الَّذِي اشْتَرَاهُ مِن مِّصْرَ لاِمْرَأَتِهِ أَكْرِمِي مَثْوَاهُ عَسَى أَن يَنفَعَنَا أَوْ نَتَّخِذَهُ وَلَدًا وَكَذَلِكَ مَكَّنِّا لِيُوسُفَ فِي الأَرْضِ وَلِنُعَلِّمَهُ مِن تَأْوِيلِ الأَحَادِيثِ وَاللّهُ غَالِبٌ عَلَى أَمْرِهِ وَلَـكِنَّ أَكْثَرَ النَّاسِ لاَ يَعْلَمُونَ
“Mısır’da Yûsuf’u satın alan vezir, hanımına: «O’na güzel bak! Belki bize faydası dokunur, yahut onu evlâd ediniriz!» dedi. Böylece Yûsuf’un o ülkede yerini sağlamlaştırdık, O’na imkân verdik ve bu cümleden olarak, O’na rüyâların tâbirini öğrettik. Allâh Teâlâ irâdesini yerine getirmekte her zaman mutlak gâliptir, fakat insanların çoğu bunu bilmezler.” (Yûsuf, 21)
Tefsîrlerde beyân edildiğine göre, Yûsuf -aleyhisselâm-’ı satın alan köle tâciri, daha sonra O’nu Mısır’ın mâliye bakanına sattı. Çünkü mâliye bakanı, Hazret-i Yûsuf’un zekâ ve kâbiliyetini sezmiş, bu yüzden ileride kendisinden devlet işlerinde istifâde edebileceğini düşünmüştü. Ayrıca kendi çocukları olmadığı için O’nu evlâd edinmeyi de arzu etmişti.
Azîz’in Yûsuf’u satın aldığı ifâdesi, O’nun kıymetsiz bir fiyata satıldıktan sonra yüksek bir pahâya da satıldığına işâret etmektedir. Nitekim Yûsuf’u ilk satın alan adam, O’nu süsleyip satılığa çıkardığında müzâyede (açık artırma) üç gün sürmüştü. Sonunda Yûsuf’u, ağırlığınca misk, ağırlığınca inci, ağırlığınca altın, ağırlığınca gümüş ve ağırlığınca ipek karşılığında Mısır azîzi satın almıştı.
Bazı rivâyetlerde Allâh Teâlâ’nın şöyle buyurduğu bildirilir:
“Ey Âdemoğlu! Sen bir şey murâd edersin, Ben de bir şey murâd ederim. Ve ancak Ben’im murâd ettiğim tahakkuk eder. Eğer sen, Ben’im murâdıma teslîm olursan, senin murâdını sana veririm. Eğer murâdım husûsunda Ben’imle çekişmeye kalkışırsan, senin murâdını alt-üst ederim. Neticede yine Ben’im murâdım tahakkuk etmiş olur…”
Kur’ân-ı Kerîm’de Allâh Teâlâ ilmi medhetmiş, cehâleti de kötülemiştir.
Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’e sordular:
“–Yâ Rasûlallâh! Amellerin hangisi daha fazîletlidir?”
O da:
“–Allâh’ı bilmek!” diye buyurdular.
“–Hangi amel mertebeyi artırır?” diye soruldu.
Yine:
“–Allâh’ı bilmek!” diye buyurdular.
Bunun üzerine:
“–Yâ Rasûlallâh! Biz amelden soruyoruz. Siz ilimden cevap veriyorsunuz!” dediklerinde Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem-:
“–Mârifetullâh ile yapılan az amel fayda verir. Fakat cehâletle yapılan çok amel fayda sağlamaz!” (Münâvî, Feyzü’l-Kadîr, IV, 688) buyurdular.
Büyükler derler ki, ilimde kemâle ermek, amelde kemâle ermekten daha fazîletlidir. Fakat ilimde bir kusur işlemek de, amelde bir kusur işlemekten daha tehlikelidir. Zîrâ amelin ilk şartı, temiz bir akîdedir.
Bu sebeple peygamberler, Cenâb-ı Hakk’a ilimlerini ziyâdeleştirmesi için duâ etmişlerdir. Âdem -aleyhisselâm- meleklerin hürmet ve secdelerine, kendisine tâlim edilen isimler sâyesinde; Süleyman -aleyhisselâm- o büyük saltanatına, kendisine verilen ince anlayış ve idârî dehâsı ile; Yûsuf -aleyhisselâm- da sıkıntı dolu zindanlardan kurtuluş ve saltanata, tâbir ilmini bilmesi vesîlesiyle nâil olmuştur.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder