5 Ağustos 2010 Perşembe

Hazret-i Yûsuf ve Züleyhâ

Kur’ân-ı Kerîm’de Allâh Teâlâ şöyle buyurur:
وَلَمَّا بَلَغَ أَشُدَّهُ آتَيْنَاهُ حُكْمًا وَعِلْمًا وَكَذَلِكَ نَجْزِي الْمُحْسِنِينَ
“O, kemâl çağına geldiğinde kendisine hüküm ve ilim verdik. İşte muhsinlere Biz böyle karşılık veririz.” (Yûsuf, 22)
Hazret-i Yûsuf büyüdü, gelişti ve güzelliğiyle gösterişli bir genç oldu. O’nun bu hâli, yaşadığı evin hanımı olan Züleyhâ’da kendisine karşı farklı düşüncelerin belirmesine sebep oldu. Hâdise âyet-i kerîmede şöyle zikredilir:
وَرَاوَدَتْهُ الَّتِي هُوَ فِي بَيْتِهَا عَن نَّفْسِهِ وَغَلَّقَتِ الأَبْوَابَ وَقَالَتْ هَيْتَ لَكَ قَالَ مَعَاذَ اللّهِ إِنَّهُ رَبِّي أَحْسَنَ مَثْوَايَ إِنَّهُ لاَ يُفْلِحُ الظَّالِمُونَ
(23)
وَلَقَدْ هَمَّتْ بِهِ وَهَمَّ بِهَا لَوْلا أَن رَّأَى بُرْهَانَ رَبِّهِ كَذَلِكَ لِنَصْرِفَ عَنْهُ السُّوءَ وَالْفَحْشَاء إِنَّهُ مِنْ عِبَادِنَا الْمُخْلَصِينَ
(24)
“Derken, bulunduğu evin hanımı, Yûsuf’u kendisine bağlamak, O’nun nefsinden murâd almak istedi ve kapıları kapatarak:
«–Haydi gelsene bana!» dedi.
O ise:
«–Maâzallâh, (Allâh’a sığınırım!) Zîrâ kocanız benim velînîmetimdir, bana iyi davranıp güzel bir mevkî verdi. Gerçek şudur ki, zâlimler aslâ felâh bulmazlar!» dedi.
Doğrusu, hanım ona sâhip olmayı iyice aklına koymuş ve buna meyletmişti. Eğer Rabbinin bürhânını (delil ve yardımını) görmeseydi O da kadına meyledecekti. İşte böylece Biz fenâlığı ve fuhşu O’ndan uzaklaştırmak için bürhânımızı gösterdik. Çünkü O, Biz’im tam ihlâsa erdirilmiş kullarımızdandı.” (Yûsuf, 23-24)

Züleyhâ, nefislerin en çok zebûnu olduğu üç vasfın; yâni servet, şöhret ve şehvetin şâhikasında bulunuyordu. Gençti, cemâl sâhibiydi ve pek çok kimseyi kendisine râm edebilecek bir câzibeler meşheri hâlindeydi. Üstelik Züleyhâ, odanın kapısını da sımsıkı kilitlemişti. Böylece gizlilik ve tenhâlığın, günahları daha da kamçılayan hengâmında, Hazret-i Yûsuf’a şiddetli bir arzuyla:
“–Heyte lek!” yâni “–Gelsene bana!” diye seslenerek, çirkin bir fiile teşebbüs etmişti. Mukâvemet göstermekte nice irâdeleri eritebilecek böyle bir manzara karşısında, Yûsuf -aleyhisselâm-’ın bile hayli güç bir vaziyette kaldığını Yüce Rabbimiz:
“Şâyet bürhânımız yetişmeseydi, o da meylediyordu.” beyânıyla ifâde buyurmaktadır. Zîrâ bir erkeğin, hayatı boyunca karşılaşabileceği en ağır imtihanlardan biri; gençlik, güzellik, servet gibi her türlü câzibe unsuruna sâhip bir kadından, üstelik tenhâlıkta gelen nefsânî bir dâvet ve iltifâta “hayır” diyebilmektir.
İşte Yûsuf -aleyhisselâm-, önüne serilen bunca dehşetli câzibelere aldanmamak için “maâzallâh” diyerek, mânevî bir zırha büründü, tam bir ihlâs ve yüksek bir takvâ duygusuyla “Allâh’a sığındı”. Böylece âyet-i kerîmede bildirilen “bürhân” ile ilâhî sıyânet ve muhâfazaya mazhar oldu.
Bu yüzden insanoğlunu günahlara sürükleyen bütün dünyevî câzibelerin “–Heyte lek!” yâni “–Gelsene bana!” diyen dâvetlerine mukâvemet gösterebilmenin yegâne yolu, o anda kalben “maâzallâh” diyerek sonsuz kudret sâhibi olan “Allâh’a sığınabilmek”tir.
Bazı tefsîrlerde, âyet-i kerîmedeki “bürhân” ifâdesiyle alâkalı olarak şunlar nakledilmektedir:
Yûsuf -aleyhisselâm- “Sakın, sakın!” sesini işittiği zaman o sese aldırış etmedi. Fakat sesin üç kere tekrarından sonra o mahalde Hazret-i Ya’kûb -aleyhisselâm- temessül etti. Bundan sonra Yûsuf -aleyhisselâm- kendine gelip Züleyhâ’dan hemen yüz çevirdi.
Allâh’ın izniyle Ya’kûb -aleyhisselâm- oğlu Yûsuf’a mânevî yardımda (istiânede) bulunmuş, nefs-i emmâreyi temsîl eden Züleyhâ’ya meyletmesine mânî olmuştu.
Âyette anlatılan bu hâdise, istiâne, istiğâse (mânevî yardım) ve râbıtaya bir misâldir.
Ali bin Hasen bir rivâyetinde der ki:
Züleyhâ’nın hazırladığı odada bir putu vardı. Yûsuf’u nefsine dâvet etmeden önce onun üzerini bir libâs ile örttü. Bunu gören Yûsuf sordu:
“–Niye böyle yaptın?”
Züleyhâ:
“–Beni musîbet ânında iken görmesinden hayâ ettim!” diye cevap verdi.
Bunun üzerine Yûsuf şöyle dedi:
“–Sen, işitmeyen, görmeyen ve bir şey anlamayan bir taş parçasından utanırsın da, benim, beni yaratan, hem de en güzel sûrette yaratan Rabbimden hayâ etmeye hakkım yok mu?”
Yûsuf -aleyhisselâm- Rabbinin bürhânını görünce, büyük bir korku içinde ve sür’atle kapıya koştu. Züleyhâ da arkasından O’nu takip etti:
وَاسُتَبَقَا الْبَابَ وَقَدَّتْ قَمِيصَهُ مِن دُبُرٍ وَأَلْفَيَا سَيِّدَهَا لَدَى الْبَابِ قَالَتْ مَا جَزَاء مَنْ أَرَادَ بِأَهْلِكَ سُوَءًا إِلاَّ أَن يُسْجَنَ أَوْ عَذَابٌ أَلِيمٌ
“İkisi de kapıya doğru koştular. Kadın O’nun gömleğini arkadan yırttı. Kapının yanında, birden, hanımın efendisi ile karşılaştılar! Kadın (hemen): «Zevcene kötülük etmek isteyenin cezâsı zindana atılmaktan, yâhud acıklı bir azaptan başka ne olabilir?!»
dedi.” (Yûsuf, 25)
Azîz dedi ki:
“–Benim ehlime kötülük etmek isteyen kimdir?”
Züleyhâ, işlediği cürme ikincisini ekledi. Hazret-i Yûsuf’a iftirâ ederek:
“–Bu delikanlı nefsimden murâd almak istedi.” dedi.
Azîz, Yûsuf’a doğru döndü ve:
“–Ey delikanlı! Sana yaptığım ihsandan dolayı göreceğim karşılık bu muydu?! Beni mahzûn etmemeliydin!” dedi.
Yûsuf -aleyhisselâm-, hâdisenin gidişâtı karşısında iftirânın zehrinden korunmak için doğruları anlatarak:
قَالَ هِيَ رَاوَدَتْنِي عَن نَّفْسِي وَشَهِدَ شَاهِدٌ مِّنْ أَهْلِهَا إِن كَانَ قَمِيصُهُ قُدَّ مِن قُبُلٍ فَصَدَقَتْ وَهُوَ مِنَ الكَاذِبِينَ
(26)
وَإِنْ كَانَ قَمِيصُهُ قُدَّ مِن دُبُرٍ فَكَذَبَتْ وَهُوَ مِن الصَّادِقِينَ
(27)
“«Asıl kendisi benim nefsimden murâd almak istedi.» dedi. Kadının akrabâsından bir şâhid şöyle dedi: «Eğer (Yûsuf’un) gömleği önden yırtılmışsa, kadın doğru söylemiştir, Yûsuf ise yalancılardandır. Yok eğer gömleği arkadan yırtılmışsa, kadın yalan söylemiştir, Yûsuf ise, doğru söyleyenlerdendir.»” (Yûsuf, 26-27)
Yûsuf -aleyhisselâm-, kendisinin temiz olduğuna dâir bir delîl göstermesi için Allâh’a duâ etti. O sırada Züleyhâ’nın dayısının üç veya dört aylık olan oğlu, mûcizevî bir şekilde dile geldi ve Yûsuf’un temiz olduğuna şâhitlik etti.
فَلَمَّا رَأَى قَمِيصَهُ قُدَّ مِن دُبُرٍ قَالَ إِنَّهُ مِن كَيْدِكُنَّ إِنَّ كَيْدَكُنَّ عَظِيمٌ
(28)
يُوسُفُ أَعْرِضْ عَنْ هَـذَا وَاسْتَغْفِرِي لِذَنبِكِ إِنَّكِ كُنتِ مِنَ الْخَاطِئِينَ
(29)
(Azîz, Yûsuf’un gömleğinin) arkadan yırtılmış olduğunu görünce (karısına) dedi ki: «–Bu iş, siz kadınların tuzağındandır. Gerçekten de sizin tuzağınız çok büyüktür. Ey Yûsuf! Sakın Sen bundan kimseye bahsetme! Ey kadın! Sen de günahından dolayı istiğfâr et. Sen gerçekten günahkârlardan oldun.»” (Yûsuf, 28-29)
Hâdise, halkın arasında duyulmaya başladı.
وَقَالَ نِسْوَةٌ فِي الْمَدِينَةِ امْرَأَةُ الْعَزِيزِ تُرَاوِدُ فَتَاهَا عَن نَّفْسِهِ قَدْ شَغَفَهَا حُبًّا إِنَّا لَنَرَاهَا فِي ضَلاَلٍ مُّبِينٍ
“Şehirdeki bazı kadınlar: «Azîzin karısı, delikanlısından murâd almaya kalkmış, (Yûsuf’un) sevdâsı onun kalbine işlemiş! Biz onu gerçekten açık bir sapıklık içinde görüyoruz.» dediler. (Yûsuf, 30)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder