3 Ağustos 2010 Salı

Hazret-i Zülkarneyn’in İbret ve Hikmet Dolu Kıssalarından

Zülkarneyn -aleyhisselâm-, yaptığı seferlerden birinde, ölüm endişesi ve nefs engelini aşmaya çalışan bir kavme uğradı. Oradaki insanların dünyâ serveti nâmına altın, gümüş gibi hiçbir şeyleri yoktu. Rızıklarını sebzeden te’mîn ederlerdi. Sebzelerini korumakta çok ihtimam gösterirlerdi. Ayrıca bu kavimde herkes, kendi mezarını kazar, her gün onu temizler ve ibâdetlerini burada yapardı. Zülkarneyn -aleyhisselâm-, bunların hükümdarlarını çağırttı. Hükümdar:
“–Ben kimseyi istemiyorum. Beni isteyen de yanıma gelir!” dedi. Zülkarneyn -aleyhisselâm-, bu söz üzerine hükümdarın yanına giderek:
“–Ben seni dâvet ettim, niye gelmedin?” diye sordu. Hükümdar:
“–Sana bir ihtiyacım yok, olsa gelirdim.” cevâbını verdi. Bunun üzerine Zülkarneyn -aleyhisselâm-:
“–Bu hâliniz nedir? Sizdeki bu hâli kimsede görmedim!” deyince, hükümdar:
“–Evet biz, altın ve gümüşe kıymet vermiyoruz. Çünkü baktık ki bir kimsenin eline bunlardan bir miktar geçince, bu sefer daha fazlasını isteyerek huzûru bozuluyor… Onun için dünyâlık peşinde değiliz.” dedi.
Zülkarneyn -aleyhisselâm-:
“–Bu mezarlar nedir? Neden bunları kazıyor ve ibâdetlerinizi burada yapıyorsunuz?” diye sordu.
Hükümdar:

“–Dünyâlık peşinde koşmamak için bunu böyle yaptık. Mezarları görüp de günün birinde oraya gireceğimizi hatırlayınca, her şeyden vazgeçeriz.” dedi.
Zülkarneyn -aleyhisselâm-:
“–Niçin sebzeden başka yiyeceğiniz yoktur? Hayvan yetiştirseniz; sütünden, etinden istifâde etseniz olmaz mı?” dedi.
Hükümdar:
“–Mîdelerimizin hayvanlara mezar olmasını istemiyoruz. Bitkilerle geçimimizi sağlıyoruz. Zâten boğazdan aşağı geçtikten sonra hiçbirinin tadını alamayız!” diye cevap verdi.1
Hazret-i Zülkarneyn -aleyhisselâm-’ın diğer bir ibretli kıssası da şöyledir:
Birisi Zülkarneyn -aleyhisselâm-’a:
“–Bana îmânımı ve yakînimi2 kuvvetlendirecek bir şey öğret!” dedi.
O da:
“–Gazap edip kimseye kızma! Zîrâ şeytanın insana en çok hulûl edeceği ân, gazap ânıdır. Sakın acele etme! Acele ettiğin zaman, nasîbini zâyî edersin. Yakın ve uzak herkese karşı mülâyim ol! İnatçı, inkârcı ve zâlim olma!” diye cevap verdi.
Zülkarneyn -aleyhisselâm- ölmeden evvel şöyle vasiyet etmiştir:
“–Beni yıkayın, kefenleyin! Sonra bir tabuta koyun! Yalnız kollarım dışarıya sarkık kalsın! Hizmetkârlarım arkamdan gelsin! Hazînelerimi de katırlara yükleyin! Halk, benim son derece ihtişamlı bir saltanat ve dünyâ mülküne sâhip olmama rağmen, kabre eli boş gittiğimi, hizmetkârlarımın da, hazînelerimin de bu dünyâda kalarak benimle beraber gelmediğini görsün! Bu yalancı ve fânî dünyâya aldanmasın!..”
Söyledikleri aynen yapıldı. Âlimler bu vasiyeti şöyle tefsîr ettiler:
“Arkamdan gelen ordular ile doğu ve batıya hâkim oldum. Maiyyetimde birçok hizmetçi ve sayısız asker vardı. Hiçbiri emrimden dışarıya çıkmadı. Dünyâ, baştanbaşa benim idârem altında idi. Sayısız hazînelere sâhip oldum. Fakat dünyâ nîmetleri kalıcı değildir. İşte gördüğünüz gibi dünyâ malı dünyâda kaldı, mezarıma eli boş gidiyorum! Sizler âhirette faydalı olan işleri yapın!..”
Nitekim Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz de Hazret-i Zülkarneyn -aleyhisselâm-’ın vasiyetiyle işâret ettiği hakîkati şöyle beyan buyurmuşlardır:
“Ölüyü
(kabre kadar)
üç şey tâkip eder: Çoluk-çocuğu, malı ve ameli. Bunlardan ikisi döner, biri kalır. Çoluk-çocuğu ve malı döner, ameli
(kendisiyle) kalır.” (Buhârî, Rikak 42; Müslim, Zühd 5)
Hazret-i Zülkarneyn, zırh yapıp satar, elinin emeği ile geçinirdi. İhtiyacından fazlasını da infâk ederdi.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder