3 Ağustos 2010 Salı

Ye’cûc ve Me’cûc Kavmi

Rivâyetlere göre, Ye’cûc ve Me’cûc, kötü ve belâlı iki millettir. Yüzleri yassı, gözleri küçük, kulakları çok büyük, boyları kısa, sayıları çoktur. Kıyâmete yakın yeryüzüne yayılacaklardır. Ye’cûc ve Me’cûc kavminde ânî doğumlar olacak, böylece birdenbire artacaklardır. Nasıl sinekler teressübât üzerinde birden çoğalıyorlarsa, onlar da öyle çoğalacaklardır. Şu an bulundukları yer Hak Teâlâ’nın ilminde gizlidir.
Vakti geldiği zaman, Sedd-i Zülkarneyn dümdüz olacak ve bu kavim yeryüzüne yayılacaktır. Ancak Mekke-i Mükerreme, Medîne-i Münevvere ve Kudüs-i Şerîf’e giremeyeceklerdir. Bu mübârek beldelerin dışındaki her yere gireceklerdir. Geçtikleri yerlerde yiyip içip her şeyi kurutacaklar ve etrafını fesâda uğratacaklardır. Çekirgeler gibi olacaklar, haşerât gibi zarar vereceklerdir. Nihâyet Allâh onları helâk edecektir.
Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz şöyle buyurmuşlardır:
“(Ye’cûc ve Me’cûc, Zülkarneyn -aleyhisselâm-’ın yaptığı seddi) her gün oyarlar. Tam delecekleri sırada başlarında bulunan reis:
«–Bırakın artık, delme işini yarın yaparsınız.» der. (Onlar bırakıp gidince)
Allâh seddi daha sağlam bir şekilde eski hâline getirir. Böylece günler geçer, kendilerine takdîr edilen müddet dolar ve onların insanlara musallat olmalarının murâd edildiği vakit gelir. O zaman başlarındaki reis:
«–Haydi dönün! Yarın inşâallâh seddi deleceksiniz.» der -ve ilk defa inşâallâh tâbirini kullanır-.”
Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem- devamla şöyle buyurdu:
“O gün dönüp giderler. Ertesi gün geldikleri vakit seddi ne hâlde bırakmışlarsa öyle bulurlar ve (o günkü çalışma sonunda) delerler. Açılan delikten insanların üzerine boşanırlar. (Önlerine çıkan) suları içip kuruturlar. İnsanlar onlardan korkup kaçar. Ye’cûc ve Me’cûc göğe bir ok atar. Bu ok kana bulanmış olarak kendilerine geri döner. Bunun üzerine şöyle derler:
«–Yeryüzünde olanları ezim ezim ezdik, semâda olanları da alçaltıp alt ettik.»
Allâh onları enselerinden yakalayacak bir kurtçuk gönderir. Bu kurt, onları toptan helâk edip, herbirini parçalanmış hâlde yere serer. Muhammed’in nefsini elinde tutan Zât’a yemin ederim ki, yeryüzünde bütün hayvanlar onların etinden yiyerek canlanır, sütlenir ve semirir.” (Tirmizî, Tefsîr, 18/6; İbn-i Mâce, Fiten, 33/4080)
Abdullâh bin Mes’ûd -radıyallâhu anh- anlatıyor:
“Mîrâc gecesinde, Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Hazret-i İbrâhîm, Hazret-i Mûsâ ve Hazret-i Îsâ ile karşılaştı. Aralarında kıyâmeti müzâkere ettiler. Önce Hazret-i İbrâhîm     -aleyhisselâm-’dan başlayıp ona kıyâmetten sordular. Onun kıyâmet hakkında herhangi bir bilgisi yoktu. Sonra Hazret-i Mûsâ -aleyhisselâm-’a sordular. Kıyâmet hakkında onun da bir bilgisi yoktu. Söz Hazret-i Îsâ -aleyhisselâm-’a geldi. O:
«–Kıyâmetin kopmasına yakın zuhûr edecek şeyler (alâmetler) hakkında bana bilgi verildi. Ama kıyâmetin kopma vaktini Allâh’tan başka hiç kimse bilemez.» dedi. Sonra (kıyâmetin alâmetlerinden biri olarak) Deccal’in çıkmasını anlattı ve şunları söyledi:
«–Sonra ben inip onu öldüreceğim ve bundan sonra halk memleketlerine dönecek. Bu defa onların karşısına Ye’cûc ve Me’cûc çıkacak ve her tepeden hızla hücum edeceklerdir. Onlar giderken rastladıkları her suyu içip tüketecekler ve uğrayacakları her şeyi bozup alt-üst edecekler. Bunun üzerine halk feryat ederek Allâh’tan yardım dileyecek. Ben de Ye’cûc ve Me’cûc’ü öldürmesi için Allâh’a duâ edeceğim ve yer onların kokusu ile çok pis kokacak. İnsanlar bundan kurtulmak için Allâh’a duâ edecekler. Ben Allâh’a duâ edeceğim. Allâh Teâlâ da gökten bir su gönderecek ve o su, onları taşıyıp denize atacaktır. Daha sonra dağlar ufaltılıp dağıtılacak ve yer, derinin yayılıp genişletildiği gibi yayılıp genişletilecek. İşte söylenen bu hâl vukû bulunca, kıyâmetin insanlara, tıpkı ne zaman doğum yapacağı bilinemeyen hamile kadının durumu gibi yakın (yâni her an başlarına gelmesi muhtemel) olacağı bildirildi.»”
Hadîsin râvîlerinden el-Avvâm, bu hakîkatlerin Kur’ân-ı Kerîm’deki:
حَتَّى إِذَا فُتِحَتْ يَأْجُوجُ وَمَأْجُوجُ وَهُم مِّن كُلِّ حَدَبٍ يَنسِلُونَ
“Nihâyet Ye’cûc ve Me’cûc (setleri) açıldığı ve onlar her tepeden akın ettiği zaman.” (el-Enbiyâ, 96) âyet-i kerîmesiyle de sâbit olduğunu söylemiştir. (İbn-i Mâce, Fiten, 33/4081)
Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz Ye’cûc ve Me’cûc’ün helâkinden sonra insanların selâmet bulacağını ve ibâdetlerine devam edeceklerini şöyle beyân eder:
“Bu Beyt’e (Kâbe’ye) Ye’cûc ve Me’cûc’den sonra da hac ve umre yapılacaktır.” (Buhârî, Hacc, 47)
Allâh Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem- diğer bir hadîs-i şerîflerinde bu zâlim kavmin cehenneme atılacağını haber vermektedir.
Ebû Saîd -radıyallâhu anh-’ın rivâyetine göre, Rasûlullâh    -sallâllâhu aleyhi ve sellem- şöyle buyurdular:
“Azîz ve Celîl olan Allâh kıyâmet günü:
«–Ey Âdem!» diye seslenir.
Âdem -aleyhisselâm-:
«–Buyur Rabbim! Emrindeyim, bütün hayırlar Sen’in elindedir!» der.
Âdem -aleyhisselâm-’a şöyle bir nidâ ulaşır:
«–Allâh sana, cehennem ehlini çıkarmanı emrediyor!»
Âdem -aleyhisselâm- sorar:
«–Ey Rabbim! Cehennem ehli ne kadardır?»
«–Her binden dokuzyüz doksandokuzu!»
İşte hamilelerin çocuğunu düşürdüğü, çocukların ihtiyarladığı, insanların sarhoş olmadıkları hâlde azâbın şiddetinden sarhoşa döndüklerini göreceğin zaman bu zamandır.”
Bu haber ashâb-ı kirâma çok ağır geldi. Öyle ki yüzlerinin rengi değişti. Efendimiz şöyle devam etti:
“Ye’cûc ve Me’cûc’dan binde dokuzyüz doksandokuz, sizden ise (binde) bir (cehenneme girecektir). Şunu da bilin ki: Siz insanlar arasında, beyaz bir öküzde siyah bir kıl veya siyah bir öküzde beyaz bir kıl kadarsınız.” (Buhârî, Tefsir 22/1, Enbiyâ 7)
Fahr-i Kâinât -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, ümmetini bütün fitnelere karşı uyarmış, husûsiyle de Ye’cûc ve Me’cûc belâsına karşı îkâz etmiştir.
Zeyneb bint-i Cahş -radıyallâhu anhümâ- şöyle anlatıyor:
“Rasûlullâh -aleyhissalâtü vesselâm-, birgün korkulu bir vaziyette odaya girdi. Şöyle diyordu:
«Lâ ilâhe illâllâh, yaklaşan bir belâdan Arab’ın vay hâline! (Baş parmağı ile şehâdet parmağını halka yaparak gösterdi ve:) Bugün Ye’cûc ve Me’cûc’ün seddinden şöyle bir gedik açıldı.» dedi.
Ben:
«–Ey Allâh’ın Rasûlü, yâni içimizde sâlih kimseler olduğu hâlde toptan helâk mi olacağız?» dedim.
«–Evet, fenâlıklar artarsa öyle olur!» buyurdu.” (Buhârî, Enbiyâ 7; Müslim, Fiten 1/2880)
Hadîs-i şerîfte, “Yaklaşan bir belâdan Arab’ın vay hâline!” buyrularak “Arab” isminin zikredilip diğer milletlerin isimlerinin zikredilmemesinin hikmeti, o gün için müslümanların hemen hemen tamâmını Araplar’ın teşkîl etmesi gerçeğidir. Bu bakımdan buradaki ifâde, bütün müslüman toplulukları içine almaktadır. Bir kısım ulemâya göre, “yaklaşan belâ” ifâdesiyle de, Hazret-i Osman -radıyallâhu anh-’ın öldürülmesiyle beraber ümmet için başlayacak olan fitneler kastedilmektedir. Ve bu fitneler, Ye’cûc ile Me’cûc’un seddinde maddî ve mânevî bir gediğin açılmasına sebep olarak kabûl edilmektedir.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder