7 Ağustos 2010 Cumartesi

Sihirbazların Secdeye Kapanması

Sihirbazlar, Firavun ve Mısır halkının önünde yere birkaç değnek ve ip atmışlardı. Onlar da kıvrılıp yılan gibi görülmeye başlamıştı. Ancak emr-i ilâhî ile Mûsâ -aleyhisselâm- asâsını atınca, o kocaman bir ejderhâ olup meydandaki bütün sihir âletlerini yuttu. Sihirbazlar, bu hâlin beşerî bir sanat ve mârifet değil, ilâhî bir mûcize olduğunu anladılar. Çünkü sihir olsaydı, atılan değnek ve ipler, sihir bozulduğunda yerinde kalırdı. Hâlbuki sihirbazların sihirleri bozulup iptâl edildiği gibi, aynı zamanda değnek ve ipler de ortadan kaybolmuştu:
فَوَقَعَ الْحَقُّ وَبَطَلَ مَا كَانُواْ يَعْمَلُونَ
“Böylece gerçek ortaya çıktı ve onların yapmakta oldukları yok olup gitti.” (el-A’râf, 118)
Mûsâ -aleyhisselâm-’ın asâsı sihirbazların sihir âletlerinden ne varsa hepsini yutmuş, fakat asâda hiçbir farklılık olmamıştı. Allâh -celle celâlühû-, bunun beşerî bir hüner olmadığını, bilâkis kudret-i ilâhî olduğunu sihirbazlara göstermeyi murâd etmişti. Zîrâ o esnâda sihirbazların yaptığı şey beşerî bir hüner ve kâbiliyete dayanan bazı göz boyama oyunlarından ibâretti. Mûsâ -aleyhisselâm-’ın asâsında zuhûr eden hârikulâde hâdise ise Allâh Teâlâ’nın kudretinin tecellîsinden başka bir şey değildi. Onun için sihirbazların alelâde hünerlerini yok ediyordu. İşte bunun içindir ki Hazret-i Mûsâ’nın beşerî bir hüner sâhibi mi olduğunu, yoksa semâvî bir kudretle mi desteklendiğini anlamak isteyen sihirbazların reisi, arkadaşlarından birine şöyle dedi:

“–Bu işler olurken Mûsâ’ya dikkatle bak bakalım, o anda ne gibi bir hâl içinde olacak?”
Arkadaşı da öyle yaptı. Mûsâ -aleyhisselâm-’ın hâl ve tavırlarını dikkatle süzdü. Durumu baş sihirbaza şöyle bildirdi:
“–Hâdise meydana gelirken Mûsâ’nın rengi atıyordu. Kendisi bir tarafta haşyetullâh içerisinde ve ilâhî bir tecellîye mazhar durumdayken, asâ da bir tarafta işine devâm ediyordu.”
Bunu öğrenen sihirbazların reisi şunları söyledi:
“–Öyleyse bu tecellî Allâh’tandır, Mûsâ’nın işi değildir. Zîrâ bir sihirbaz kendi sihrinden korkmaz. Hiçbir sanatkâr kendi sanatından korkmaz, bilâkis onu kolayca ve rahatlıkla icrâ eder.”
Bunları söyleyen sihirbazların reisi, daha sonra Mûsâ -aleyhisselâm-’ın hak peygamber olduğuna îmân etti. Diğer sihirbaz arkadaşları da kendisine tâbî oldular ve îmân ile şereflendiler. (Abdülkâdir Geylânî, el-Fethu’r-Rabbânî, s. 38)
Kur’ân-ı Kerîm’de buyrulur:
فَأُلْقِيَ السَّحَرَةُ سَاجِدِينَ
(46)
قَالُوا آمَنَّا بِرَبِّ الْعَالَمِينَ
(47)
رَبِّ مُوسَى وَهَارُونَ
(48)
قَالَ آمَنتُمْ لَهُ قَبْلَ أَنْ آذَنَ لَكُمْ إِنَّهُ لَكَبِيرُكُمُ الَّذِي عَلَّمَكُمُ السِّحْرَ فَلَسَوْفَ تَعْلَمُونَ لَأُقَطِّعَنَّ أَيْدِيَكُمْ وَأَرْجُلَكُم مِّنْ خِلَافٍ وَلَأُصَلِّبَنَّكُمْ أَجْمَعِينَ
(49)
(İşte bu mûcizeyi gören) sihirbazlar, derhal secdeye kapandılar:
«–Âlemlerin Rabbine, Mûsâ ve Hârûn’un Rabbine îmân ettik!» dediler.
Firavun (öfkeden gözü dönmüş bir hâlde):
«–Ben size izin vermeden O’na îmân ettiniz ha! Demek ki O, size sihri öğreten büyüğünüzmüş! Ama şimdi (size yapacağımı görecek ve) bileceksiniz; and olsun, ellerinizi ve ayaklarınızı çaprazlama kestireceğim, hepinizi astıracağım!» dedi.” (eş-Şuarâ, 46-49)
Bir başka âyet-i kerîmede de bu hâl şöyle bildirilmektedir:
(Firavun) şöyle dedi:
قَالَ آمَنتُمْ لَهُ قَبْلَ أَنْ آذَنَ لَكُمْ إِنَّهُ لَكَبِيرُكُمُ الَّذِي عَلَّمَكُمُ السِّحْرَ فَلَأُقَطِّعَنَّ أَيْدِيَكُمْ وَأَرْجُلَكُم مِّنْ خِلَافٍ وَلَأُصَلِّبَنَّكُمْ فِي جُذُوعِ النَّخْلِ وَلَتَعْلَمُنَّ أَيُّنَا أَشَدُّ عَذَابًا وَأَبْقَى
«–Ben size izin vermeden ona inandınız öyle mi! Hakîkat şu ki, O, size sihir öğreten büyüğünüzdür. Şimdi mutlakâ elleriniz ile ayaklarınızı çaprazlama keseceğim ve sizi hurma dallarına asacağım! Böylece, hangimizin azâbının daha şiddetli ve sürekli olduğunu iyice anlayacaksınız!»” (Tâhâ, 71)
Menfaate dayanan birlik ve beraberliklerin ömrü de menfaatle sınırlıdır. Sihirbazlar îmân etmeyip Firavun’u desteklemeye devâm etselerdi, Firavun’un katında makbûl kişiler olacak, belki nîmetler içinde yüzeceklerdi. Ancak, kalbleri îmâna açılıp kendilerine hidâyet verilince, bâkî olan ebedî nîmeti; fânî, yâni geçici olan rahatlığa tercîh ettiler ve Firavun’un tehditlerine karşı:
قَالُوا لَن نُّؤْثِرَكَ عَلَى مَا جَاءنَا مِنَ الْبَيِّنَاتِ وَالَّذِي فَطَرَنَا فَاقْضِ مَا أَنتَ قَاضٍ إِنَّمَا تَقْضِي هَذِهِ الْحَيَاةَ الدُّنْيَا
“«–Bize gelen apaçık mûcizelere ve bizi yaratana, seni tercîh edemeyiz. Dolayısıyla sen, yapacağını yap! Sen, ancak bu dünyâda hükmünü geçirebilirsin!» dediler.” (Tâhâ, 72)
Sonra da:
قَالُوا لَا ضَيْرَ إِنَّا إِلَى رَبِّنَا مُنقَلِبُونَ
“«–Zararı yok! Hiç şüphesiz ki biz, Rabbimize döneceğiz!» dediler.” (eş-Şuarâ, 50)
Çünkü el ve ayaklarının çaprazlama kesilmesi, ancak bu fânî dünyâya âit bir azap idi. Beden, netîcede toprağa verilecek bir kurbandır. Bedende fânîlik, rûhta ise ebedîlik (sonsuzluk) vardır. Fânî olan, bâkî olana tercîh edilemez. Bunun içindir ki sihirbazlar, apaçık mûcizeleri görünce, âyette buyrulduğu vechile Firavun’a, onun ummadığı bir tavır sergilediler:
“–Senin zulmün bize bir zarar veremez! Senin zararın dünyâya âittir. Âhiret saâdeti ise, ebedîdir!” dediler.
Devamla şöyle dediler:
إِنَّا آمَنَّا بِرَبِّنَا لِيَغْفِرَ لَنَا خَطَايَانَا وَمَا أَكْرَهْتَنَا عَلَيْهِ مِنَ السِّحْرِ وَاللَّهُ خَيْرٌ وَأَبْقَى
“Biz, hatâlarımızı ve senin bize zorla yaptırdığın büyüyü bağışlaması için Rabbimize îmân ettik! Allâh, (mükâfâtı) en hayırlı ve (cezâsı) en sürekli olandır.” (Tâhâ, 73)
إِنَّا نَطْمَعُ أَن يَغْفِرَ لَنَا رَبُّنَا خَطَايَانَا أَن كُنَّا أَوَّلَ الْمُؤْمِنِينَ
“Biz, ilk îmân edenler olduğumuz için Rabbimizin hatâlarımızı bağışlayacağını umarız!” (eş-Şuarâ, 51)
Ve ardından Cenâb-ı Hakk’a şöyle ilticâ eylediler:
رَبَّنَا أَفْرِغْ عَلَيْنَا صَبْرًا وَتَوَفَّنَا مُسْلِمِينَ…
“…Rabbimiz! Bize bol bol sabır ver ve müslüman olarak canımızı al!” (el-A’râf, 126)
Velhâsıl, sabahleyin kâfir bir hüviyetle müsâbakaya çıkan sihirbazlar, kısa bir müddet sonra kolları ve bacakları çapraz kesilerek, hepsi de birer mü’min, şehîd ve velî olma şerefiyle Cenâb-ı Hakk’a kavuştular.
Sihirbazlarla Hazret-i Mûsâ -aleyhisselâm- arasında vukû bulan bu hâdise, Kur’ân-ı Kerîm’de siyak ve sibak bakımından bazı farklılıklarla dört ayrı sûrede zikredilmektedir.29 Bir kez vukû bulmuş olan bu hâdisenin Kur’ân-ı Kerîm’de dört ayrı yerde anlatılmış olması, şüphesiz ki onun muhtevâsındaki pek çok sır ve hikmetlerle birlikte ehemmiyetini de vurgulamaktadır.
Ne kadar ibretlidir ki sihirbazlar, mâruz kaldıkları şiddetli zulüm karşısında:
“–Yâ Rabbî! Bizleri bu zâlimin zulmünden kurtar!” diye duâ etmemişler, fânîlerin ezâ ve cefâlarına sabredip Müslüman olarak can verebilmeyi niyâz etmişlerdi. Zîrâ onlar, îmanları husûsunda herhangi bir zaafa düşmeden, son nefeslerini îmân ile verebilme endişesi içindeydiler.
Son nefesle alâkalı olarak Kur’ân-ı Kerîm’de:
يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُواْ اتَّقُواْ اللّهَ حَقَّ تُقَاتِهِ وَلاَ تَمُوتُنَّ إِلاَّ وَأَنتُم مُّسْلِمُونَ
“Ey îmân edenler! Allâh’tan O’na yaraşır şekilde korkun ve ancak Müslümanlar olarak can verin.” (Âl-i İmrân, 102) buyrulmaktadır. Bu îkâz-ı ilâhîye riâyetin yegâne çâresi de, Allâh ve Rasûlü’nün gösterdiği istikâmet üzere yaşayıp son nefes husûsunda Allâh’ın lutfuna ilticâ hâlinde bulunmaktır. Sırât-ı müstakîm üzere yaşayıp bu hâl ile Cenâb-ı Hakk’a vâsıl olabilmenin yolu, bir âyet-i kerîmede de şöyle beyân edilmektedir:
يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا إِن تَنصُرُوا اللَّهَ يَنصُرْكُمْ وَيُثَبِّتْ أَقْدَامَكُمْ
“Ey îmân edenler! Eğer siz, Allâh’a (Allâh’ın dînine) yardım ederseniz, Allâh da size yardım eder, ayaklarınızı kaydırmaz.” (Muhammed, 7)
Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî Hazretleri, bu kıssayla ilgili şöyle bir işârî îzahta bulunur:
“Sihirbazlar bir ülü’l-azm peygambere, Allâh’a yakın yüce bir kula, müsâbakanın başında öncelik tanıyarak gösterdikleri nezâket, iltifat ve hürmet bereketiyle tevhîd akîdesine geldiler, fakat o büyük peygamberle müsâbakaya çıkmaları sebebiyle de cezâya uğradılar.”
Gerçekten, sihirbazların Hazret-i Mûsâ’ya biraz olsun tâzîm göstermeleri, gönüllerinde îmâna açılan bir pencere ve hidâyet vesîlesi olmuştur. Zîrâ lâyıkına muhabbet ve müstehakkına husûmet, hayâtı alabildiğine ulvîleştiren müstesnâ bir müessirdir.
Hazret-i Mevlânâ -kuddise sirruh-, bu hâdisenin derûnî vechesini de şu şekilde tahlîl eder:
“Mel’un ve zâlim Firavun, sihirbazları, îmânlarından dolayı ölümle tehdîd ederek;
«–Ellerinizi ve ayaklarınızı çaprazlama olarak kestireceğim. Sonra da sizi affetmeyip astıracağım!» demişti.
Firavun, o anda sihirbazların korkacaklarını, ürkeceklerini ve titreyerek kendisine boyun eğeceklerini sanmıştı.
Ama Firavun bilmiyordu ki, o sihirbazlar, korku ve endişeden kurtulmuşlar, ilâhî esrâr ve hakîkatlere vâkıf olmuşlardı.
Onlar, felek havânında yüz kere dövülüp un hâline gelseler dahî, artık gölgelerini kendilerinden ayırt etme irfan ve basîretini göstermişlerdi.”
(Yâni, rûhun asıl, bedenin ise bir gölge olduğunu anlamışlar ve bir an önce bu gölgeyi fedâ edip asıllarına ulaşmışlar, “fenâ fillâh” makâmına ermişlerdi.)
“Ey insan! Bu dünyâ bir uyku ve rüyâdan ibârettir. Sen oradaki cümbüş ve debdebeye sakın aldanma! Şâyet rüyâda elin kesilse veya vücûdun lime lime doğransa bile korkma! Zîrâ: «Bu dünyâ, bir rüyâdan ibârettir!» buyrulmuştur.”

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder