5 Ağustos 2010 Perşembe

HAZRET-İ YA’KÛB -aleyhisselâm- ve HAZRET-İ YÛSUF

İshâk -aleyhisselâm-’ın oğlu olan Ya’kûb -aleyhisselâm-, Kenan diyârında yaşayan insanlara gönderilen bir peygamberdir. O’nun Medyen’de veya Şam’da doğduğu rivâyet edilir. Hazret-i Ya’kûb, Iys adlı kardeşiyle ikiz olarak doğmuş ve Iys’tan sonra dünyâya geldiği için de kendisine “tâkib eden” mânâsında Ya’kûb denilmiştir.
Ya’kûb, diğer bir mânâda “saffetullâh” (Allâh’ın sâf ve temiz kıldığı kulu) demektir. Ya‘kûb -aleyhisselâm-’ın lâkabı “İsrâîl”dir. Bu da, Allâh’ın kulu mânâsına gelmektedir.
Ya‘kûb -aleyhisselâm-’ın neslinden birçok peygamber gelmiştir. Hazret-i Mûsâ, Hazret-i Hârûn, Hazret-i Dâvûd, Hazret-i Süleyman, Hazret-i Zekeriyyâ, Hazret-i Yahyâ ve Hazret-i Îsâ   -aleyhimüsselâm-, neseben Hazret-i Ya’kûb’a bağlıdırlar. Çünkü babası Hazret-i İshâk, “zürriyetinden enbiyâ ve melikler gelmesi” için duâ etmiştir.

Her nebîye kendine mahsus bir duâ verilmiştir ki, muhakkak kabûl olunur. Her peygamber onu dünyâda iken yapmış, Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- ise, onu kıyâmet gününe bırakmıştır. Onunla, şefâat-i uzmâsı gerçekleşecektir.4
Annesi, oğlu Ya’kûb’u dayısının yanına gönderdi. Dayısının iki kızı vardı. Büyüğünün ismi Lâyâ, küçüğünün ismi Rahîl idi. Ya’kûb -aleyhisselâm- dayısına yedi sene hizmet etti ve onun büyük kızı Lâyâ ile evlendi. Ardından yedi sene daha dayısının hizmetinde bulunarak küçük kızı Rahîl’i de nikâhladı. Ya‘kûb -aleyhisselâm-’ın tâbî bulunduğu şerîatte iki kız kardeşi bir nikâh altında bulundurmak câizdi.
Dayısı, kızlarını Ya’kûb’a verirken, onlara hizmetçi olmak üzere her birine birer câriye verdi. Birinin adı Zülfe, diğerinin Belhe idi. Ayrıca iki câriye de Ya’kûb’a hibe etti.
Hazret-i Ya’kûb’un Lâyâ’dan altı, câriyelerden dört, Rahîl’den de iki oğlu oldu. Rahîl’den uzun bir müddet çocuğu olmamıştı. Rahîl, Allâh Teâlâ’ya ilticâ etti ve ona Yûsuf bahşedildi. Ardından Bünyamin doğdu. Bu doğumun kırkında Rahîl vefât etti.
Ya’kûb -aleyhisselâm- Hazret-i Yûsuf’un doğduğu sene peygamberlikle vazîfelendirildi. İnsanları tevhîd akîdesine dâvet etmeye başladı. Kendisine Kenan diyârı ahâlisinden çok kimse îmân etmiştir.
Allâh Teâlâ âyet-i kerîmelerde şöyle buyurur:
وَهَبْنَا لَهُ إِسْحَاقَ وَيَعْقُوبَ وَكُلًّا جَعَلْنَا نَبِيًّا
(49)
وَوَهَبْنَا لَهُم مِّن رَّحْمَتِنَا وَجَعَلْنَا لَهُمْ لِسَانَ صِدْقٍ عَلِيًّا
(50)
“…O’na (İbrâhîm’e) İshâk ve Ya’kûb’u bahşettik ve her birini peygamber yaptık. Onlara rahmetimizden ihsanlarda bulunduk. Onlar için dillerde (ve dinlerde) yüksek ve güzel bir nam bıraktık.” (Meryem, 49-50)
وَاذْكُرْ عِبَادَنَا إبْرَاهِيمَ وَإِسْحَاقَ وَيَعْقُوبَ أُوْلِي الْأَيْدِي وَالْأَبْصَارِ
(45)
إِنَّا أَخْلَصْنَاهُم بِخَالِصَةٍ ذِكْرَى الدَّارِ
(46)
وَإِنَّهُمْ عِندَنَا لَمِنَ الْمُصْطَفَيْنَ الْأَخْيَارِ
(47)
(Ey Rasûlüm! Dinde, ibâdette ve Allâh’ın emirleri husûsunda) kuvvet ve basîret sâhibi olan kullarımız İbrâhîm, İshâk ve Ya’kûb’u da yâd et! Biz onları özellikle âhiret yurdunu düşünen ihlâslı kimseler kıldık. Doğrusu onlar bizim katımızda seçkin, sâlih kimselerdendir.” (Sâd, 45-47)
Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem- de bu peygamberlerin fazîleti hakkında şöyle buyurmuştur:
“Kerîm oğlu Kerîm oğlu Kerîm oğlu Kerîm; İbrâhîm oğlu İshâk oğlu Ya’kûb oğlu Yûsuf’tur.” (Buhârî, Enbiyâ 19, Tefsir 12/1)
Yûsuf -aleyhisselâm-, her hâliyle kardeşlerinden farklıydı. Daha küçük yaşlarından itibâren babasının büyük bir sevgisine mazhar olmuştu. Zîrâ babası Ya’kûb -aleyhisselâm-, oğlu Yûsuf’ta kendisindeki husûsiyetleri görmüştü. Bu sebeple O’na olan meyli, diğer evlâdlarından fazla idi. O’nu çok sever, bütün oğullarından azîz tutar ve yanından ayırmazdı.
Kâinâttaki bütün mahlûkâtın kalbî temâyülleri, müsbet veya menfî istîdâdlarına göre farklılık arz eder. Ancak egoizm, yâni varlığın kendine olan meclûbiyeti asıldır. Bundan dolayı her varlık, kendindekilerle müşterek vasıfları nerede müşâhede ederse, oraya meyleder. Bu, kendini gayrda tesbît ve temâşâ etmenin bir netîcesidir. Yâni, aynı cinsten olanlar, birbirlerini cezbederler. Her nerede bir sevgi varsa, bu, sevenin sevilende kendi vasıflarını bulmasından kaynaklanmaktadır. Nitekim cezb ve incizâb, yâni çekmek veya çekilmek için bu beraberlik ve ayniyet şarttır. Nefsânî hayat, fâsıkları cezbederken; rûhâniyet, sâdık ve sâlihleri; küfür, kâfiri; irşâd, irşâda tâlib olan kimseyi cezbeder. Bu câzibe kânunu, maddede ve mânâda, hayırda ve şerde bütün ihtişâmıyla hükmünü icrâ eder.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder