7 Ağustos 2010 Cumartesi

Ahmak Firavun

Hazret-i Mûsâ ve Hazret-i Hârûn -aleyhimesselâm-, emr-i ilâhî mûcibince birlikte Firavun’a gittiler.
Firavun Mûsâ -aleyhisselâm-’a:
“–Sen kimsin?” dedi.
O da:
“–Ben, âlemlerin Rabbinin gönderdiği peygamberim!” cevâbını verdi.
Firavun önce çok şaşırdı. Daha sonra ise evvelce O’na yaptığı iyilikleri başa kakarak öfkeyle Hazret-i Mûsâ’yı suçladı:
“–Sen, benim sarayımda büyüdün. Fırıncımı katlettin. Şimdi de böyle bir işe nasıl kalkarsın?!” dedi.
Bu konuşma, Kur’ân-ı Kerîm’de şöyle anlatılmaktadır:
قَالَ أَلَمْ نُرَبِّكَ فِينَا وَلِيدًا وَلَبِثْتَ فِينَا مِنْ عُمُرِكَ سِنِينَ
(18)
وَفَعَلْتَ فَعْلَتَكَ الَّتِي فَعَلْتَ وَأَنتَ مِنَ الْكَافِرِينَ
(19)
“(Kendisine Allâh’ın emri tebliğ edilince ahmak Firavun) dedi ki:
«–Biz Sen’i çocukken himâyemize alıp büyütmedik mi?! Hayâtının birçok yıllarını aramızda geçirmedin mi? Sonunda o yaptığın (kötü) işi de yaptın! Sen nankörün birisin!»” (eş-Şuarâ, 18-19)
Mûsâ -aleyhisselâm- ise:
قَالَ فَعَلْتُهَا إِذًا وَأَنَا مِنَ الضَّالِّينَ
(20)
فَفَرَرْتُ مِنكُمْ لَمَّا خِفْتُكُمْ فَوَهَبَ لِي رَبِّي حُكْمًا وَجَعَلَنِي مِنَ الْمُرْسَلِينَ
(21)
وَتِلْكَ نِعْمَةٌ تَمُنُّهَا عَلَيَّ أَنْ عَبَّدتَّ بَنِي إِسْرَائِيلَ
(22)
(–Ben Kıptîyi kasten öldürmedim.) Ben, o işi o anda sonunun ne olacağını bilmeyerek yaptım. Sizden korkunca da hemen aranızdan kaçtım. Sonra Rabbim bana hikmet bahşetti ve beni peygamberlerden kıldı. O başıma kaktığın iyilik ise, İsrâîloğulları’nı köleleştirmenin bir netîcesi değil miydi?» dedi.” (eş-Şuarâ, 20-22)

Mûsâ -aleyhisselâm- devamla:
“–İşte sen böylece zulmettin; beni âilemden ayırdın! Fakat daha sonra Rabbim bana ilim ve hikmet verdi. Beni peygamber kıldı.” dedi.
Fakat:
قَالَ فَمَن رَّبُّكُمَا يَا مُوسَى
“Firavun: «–Rabbiniz de kimmiş, ey Mûsâ?!» dedi.” (Tâhâ, 49)
قَالَ فِرْعَوْنُ وَمَا رَبُّ الْعَالَمِينَ
“Firavun: «–Âlemlerin Rabbi de nedir?» dedi.” (eş-Şuarâ, 23)
قَالَ رَبُّنَا الَّذِي أَعْطَى كُلَّ شَيْءٍ خَلْقَهُ ثُمَّ هَدَى
“O da: «–Bizim Rabbimiz, her şeye hilkatini (varlık ve özelliğini) veren, sonra da doğru yolu gösterendir.» dedi.” (Tâhâ, 50)
Sonra Mûsâ -aleyhisselâm-:
قَالَ رَبُّ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ وَمَا بَيْنَهُمَا إن كُنتُم مُّوقِنِينَ
“«–Eğer işin gerçeğini düşünüp anlayan kişiler olsanız, (îtirâf edersiniz ki) O, göklerin, yerin ve ikisi arasında bulunan her şeyin Rabbidir.» dedi.” (eş-Şuarâ, 24)
قَالَ فَمَا بَالُ الْقُرُونِ الْأُولَى
(51)
قَالَ عِلْمُهَا عِندَ رَبِّي فِي كِتَابٍ لَّا يَضِلُّ رَبِّي وَلَا يَنسَى
(52)
…الَّذِي جَعَلَ لَكُمُ الْأَرْضَ مَهْدًا وَسَلَكَ لَكُمْ فِيهَا سُبُلًا وَأَنزَلَ مِنَ السَّمَاء مَاء
(53)
“Firavun:
«–Öyle ise, önceki milletlerin hâli ne olacak?» dedi.
Mûsâ:
«–Onlar hakkındaki bilgi, Rabbimin yanında bir kitapta yazılıdır. Rabbim, ne yanılır, ne de unutur! O (Allâh), yeri sizin için beşik yapan ve onda size yollar açan, gökten de su indirendir.» dedi…” (Tâhâ, 51-53)
قَالَ لِمَنْ حَوْلَهُ أَلَا تَسْتَمِعُونَ
(25)
قَالَ رَبُّكُمْ وَرَبُّ آبَائِكُمُ الْأَوَّلِينَ
(26)
قَالَ إِنَّ رَسُولَكُمُ الَّذِي أُرْسِلَ إِلَيْكُمْ لَمَجْنُونٌ
(27)
قَالَ رَبُّ الْمَشْرِقِ وَالْمَغْرِبِ وَمَا بَيْنَهُمَا إِن كُنتُمْ تَعْقِلُونَ
(28)
(Firavun) etrafında bulunanlara:
«–İşitiyor musunuz?» dedi.
Mûsâ (sözüne devâm ederek) dedi ki:
«–O, sizin de Rabbiniz, daha önceki atalarınızın da Rabbidir.»
(Tanrı olduğunu iddiâ eden) Firavun (bu sözlere sinirlendi):
«–Size gönderilen bu elçiniz, mutlakâ delidir!» dedi.
Mûsâ da şöyle dedi:
«–Şâyet aklınızı kullansanız (anlarsınız ki) O, doğunun, batının ve ikisinin arasında bulunanların Rabbidir.»” (eş-Şuarâ, 25-28)
Firavun, bunun üzerine Hazret-i Mûsâ ve Hârûn -aleyhimesselâm-’ı işkenceli bir ölüm çeşidi olan hapisle tehdîd etti:
قَالَ لَئِنِ اتَّخَذْتَ إِلَهًا غَيْرِي لَأَجْعَلَنَّكَ مِنَ الْمَسْجُونِينَ
(29)
قَالَ أَوَلَوْ جِئْتُكَ بِشَيْءٍ مُّبِينٍ
(30)
قَالَ فَأْتِ بِهِ إِن كُنتَ مِنَ الصَّادِقِينَ
(31)
فَأَلْقَى عَصَاهُ فَإِذَا هِيَ ثُعْبَانٌ مُّبِينٌ
(32)
“Firavun:
«–Benden başkasını ilâh edinirsen, and olsun ki Sen’i zindanlıklardan ederim!» dedi.
Mûsâ:
«–Sana apaçık bir mûcize getirmiş olsam da mı?» dedi.
(Bu defâ) Firavun:
«–Doğru söyleyenlerden isen, haydi getir onu!» diye karşılık verdi.
Bunun üzerine Mûsâ, asâsını atıverdi; bir de ne görsünler, asâ büyük bir yılan (oluvermiş)!” (eş-Şuarâ, 29-32)
Tanrı olduğunu iddiâ eden Firavun, gördükleri karşısında korku ve dehşete kapıldı:
“–Ne olur onu tut; bütün Benî İsrâîl’i serbest bırakacağım!” dedi.
Mûsâ -aleyhisselâm- da asâyı eline aldı. O, yeniden eski şekline döndü.
Firavun sordu:
“–Başka var mı?”
Mûsâ -aleyhisselâm-:
وَنَزَعَ يَدَهُ فَإِذَا هِيَ بَيْضَاء لِلنَّاظِرِينَ
“Elini de (koynuna sokup) çıkardı; o da seyredenlere bembeyaz görünen (gözleri kamaştıran bir nûr) oluverdi!” (eş-Şuarâ, 33)
Firavun yine korktu. Bu mûcizelerden sonra neredeyse Mûsâ -aleyhisselâm-’a îmân edecekti. Fakat vezîri Hâmân, buna mânî oldu. Onu tahrîk etti:
“–Sen tanrısın! Başkasına kulluk yapmak sana yakışmaz! Hem herkes seni tanrı biliyor; sen tanrılıktan kulluğa inme; biz buna bir çâre buluruz!” dedi.
Alelacele 500 kişilik bir hey’et kuruldu ve toplantı yapıldı:
قَالَ لِلْمَلَإِ حَوْلَهُ إِنَّ هَذَا لَسَاحِرٌ عَلِيمٌ
(34)
يُرِيدُ أَن يُخْرِجَكُم مِّنْ أَرْضِكُم بِسِحْرِهِ فَمَاذَا تَأْمُرُونَ
(35)
“Firavun, çevresindeki ileri gelenlere (Hazret-i Mûsâ’yı kastederek):
«–Bu, doğrusu çok bilgili bir sihirbaz! Sizi sihriyle yurdunuzdan çıkarmak istiyor. Şimdi ne buyurursunuz?» dedi.” (eş-Şuarâ, 34-35)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder