7 Ağustos 2010 Cumartesi

Kıptînin Ölümü

Firavun’un, Kıptîlerden Fatun isimli zâlim bir ekmekçisi vardı. Bu kişi, birgün Sâmirî isimli bir Sıptîyi dövmekteydi. Sâmirî, Hazret-i Mûsâ’dan yardım istedi. Mûsâ -aleyhisselâm- da onları ayırmak için araya girdi; Fatun’u iteledi ve ona vurdu. Bu kadarcık bir müdâhale karşısında Fatun, yere düşerek can verdi.
Mûsâ -aleyhisselâm- bu duruma çok üzüldü. Zîrâ O’nun Fatun’u öldürmek gibi bir maksadı yoktu. O sâdece Sâmirî’yi korumak istemişti. Büyük bir kederle Hak Teâlâ’ya ilticâ etti; mağfiret diledi.
وَدَخَلَ الْمَدِينَةَ عَلَى حِينِ غَفْلَةٍ مِّنْ أَهْلِهَا فَوَجَدَ فِيهَا رَجُلَيْنِ يَقْتَتِلَانِ هَذَا مِن شِيعَتِهِ وَهَذَا مِنْ عَدُوِّهِ فَاسْتَغَاثَهُ الَّذِي مِن شِيعَتِهِ عَلَى الَّذِي مِنْ عَدُوِّهِ فَوَكَزَهُ مُوسَى فَقَضَى عَلَيْهِ قَالَ هَذَا مِنْ عَمَلِ الشَّيْطَانِ إِنَّهُ عَدُوٌّ مُّضِلٌّ مُّبِينٌ
Âyet-i kerîmelerde bu hâdise şöyle anlatılmaktadır:
“Mûsâ, ahâlîsinin habersiz olduğu bir sırada şehre girdi. Orada, biri kendi tarafından, diğeri düşman tarafından olan iki adamı birbiriyle döğüşür buldu. Kendi tarafından olanı, düşmana karşı O’ndan yardım diledi. Mûsâ da ötekine bir yumruk vurup ölümüne sebep oldu. (Bunun üzerine:) «–Bu şeytan işidir. O, gerçekten saptırıcı, apaçık bir düşman!» dedi.” (el-Kasas, 15)
Hazret-i Mûsâ -aleyhisselâm-, her yerde tevhîdi tebliğe başlayıp insanlara hakîkatleri bildirdiği için Firavun’un Kıptîleri kendisine cephe almıştı. Bu yüzden ahâlî evlerine çekildiği bir vakitte şehre girmişti. “Bu iş, şeytan işi!” derken, Hazret-i Mûsâ’nın, yaptığı işe değil, zâten ölüm cezâsını hak etmiş olan maktülün suçuna işâret ettiği belirtilmektedir. Bununla beraber, onu öldürme emri almamış olduğundan, Hazret-i Mûsâ’nın bu sözüyle kendi fiilini kasdettiği de ifâde olunmaktadır. Ancak O’nun, böyle bir maksadı yoktu. Düşünmediği bir netîceyle karşılaştığından:

قَالَ رَبِّ إِنِّي ظَلَمْتُ نَفْسِي فَاغْفِرْ لِي فَغَفَرَ لَهُ إِنَّهُ هُوَ الْغَفُورُ الرَّحِيمُ
(16)
قَالَ رَبِّ بِمَا أَنْعَمْتَ عَلَيَّ فَلَنْ أَكُونَ ظَهِيرًا لِّلْمُجْرِمِينَ
(17)
“Mûsâ: «–Rabbim! Doğrusu kendime zulmettim (başıma iş açtım). Beni bağışla!» dedi. Allâh da O’nu bağışladı. Çünkü çok bağışlayıcı, çok esirgeyici olan O’dur.
Mûsâ: «–Rabbim! Bana lutfettiğin nîmetlere and olsun ki, artık suçlulara (ve suça sevk edenlere) aslâ arka çıkmayacağım.» dedi.” (el-Kasas, 16-17)
Bu arada Kıptîler, Firavun’a ölen Kıptînin kâtilinin bulunması için şikâyette bulundular. Firavun, kimin öldürdüğüne dâir şâhid istedi. Herhangi bir şâhid getiremediler. Bunun üzerine Firavun, aranan şahsın bulunması için şehir dışına çıktı.
Ertesi gün Hazret-i Mûsâ, aynı Sıptî’yi başka bir Kıptî ile yine kavga ederken gördü. Sıptî, Mûsâ -aleyhisselâm-’dan tekrar yardım istedi. Mûsâ ise:
“Senin yüzünden nefsime zulmettim!” dedi.
Bu sözü duyan oradaki Kıptî, derhal Firavun’a koştu ve Hazret-i Mûsâ’yı şikâyet ederek:
“–Sizin fırıncınız olan Fatun’un kâtili Mûsâ’dır!” dedi.
Firavun kısâs kararı aldı.25 Bunu, Firavun’un amcasının oğlu gizlice Mûsâ -aleyhisselâm-’a haber verdi. Çünkü o, Hazret-i Mûsâ’ya îmân edenlerdendi.
Hazret-i Mûsâ -aleyhisselâm-’ın Kıptîyi öldürdükten ve affı için Rabbine yalvardıktan sonraki durumu, âyet-i kerîmelerde şu şekilde ifâde edilmektedir:
فَأَصْبَحَ فِي الْمَدِينَةِ خَائِفًا يَتَرَقَّبُ فَإِذَا الَّذِي اسْتَنصَرَهُ بِالْأَمْسِ يَسْتَصْرِخُهُ قَالَ لَهُ مُوسَى إِنَّكَ لَغَوِيٌّ مُّبِينٌ
(18)
فَلَمَّا أَنْ أَرَادَ أَن يَبْطِشَ بِالَّذِي هُوَ عَدُوٌّ لَّهُمَا قَالَ يَا مُوسَى أَتُرِيدُ أَن تَقْتُلَنِي كَمَا قَتَلْتَ نَفْسًا بِالْأَمْسِ إِن تُرِيدُ إِلَّا أَن تَكُونَ جَبَّارًا فِي الْأَرْضِ وَمَا تُرِيدُ أَن تَكُونَ مِنَ الْمُصْلِحِينَ
(19)
(Mûsâ), şehirde korku içinde (etrafı) gözetleyerek sabahladı. Bir de ne görsün, dün kendisinden yardım isteyen kimse, feryâd ederek yine O’ndan imdâd istiyor. Mûsâ O’na
dedi ki:
«–Doğrusu sen, besbelli bir azgınsın!»
Mûsâ, ikisinin de düşmanı olan adamı yakalamak isteyince, o adam dedi ki:
«–Ey Mûsâ! Dün bir cana kıydığın gibi, bana da mı kıymak istiyorsun? Demek Sen, yeryüzünde ancak yaman bir zorba olmayı arzuluyorsun da ıslâh edicilerden olmak istemiyorsun!»” (el-Kasas, 18-19)
Bu esnâda:
وَجَاء رَجُلٌ مِّنْ أَقْصَى الْمَدِينَةِ يَسْعَى قَالَ يَا مُوسَى إِنَّ الْمَلَأَ يَأْتَمِرُونَ بِكَ لِيَقْتُلُوكَ فَاخْرُجْ إِنِّي لَكَ مِنَ النَّاصِحِينَ
فَخَرَجَ مِنْهَا خَائِفًا يَتَرَقَّبُ قَالَ رَبِّ نَجِّنِي مِنَ الْقَوْمِ الظَّالِمِينَ
“Şehrin öbür ucundan bir adam koşarak geldi:
«–Ey Mûsâ! İleri gelenler Sen’i öldürmek için hakkında müzâkere ediyorlar. Derhal (buradan) çık! İnan ki ben, Sen’in iyiliğini isteyenlerdenim!» dedi.
Mûsâ korka korka, (etrafı) gözetleyerek oradan çıktı:
«–Rabbim! Beni zâlimler gürûhundan kurtar!» dedi.” (el-Kasas, 20-21)
Mûsâ -aleyhisselâm- bu davranışıyla, aynı zamanda gerçek bir tevekkülün de nasıl olması gerektiğini sergilemektedir:
Önce istişâre, sonra azim (karar), ardından tedbîr (uygulama) ve netîceyi Allâh’a emânet etmek (duâ ve rızâ). İşte gerçek tevekkül!..

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder