9 Ağustos 2010 Pazartesi

ÂDETLİ İLE İLGİLİ HÜKÜMLER

Âdetli ile Lohusa, birçok yönden birbirine benzedikleri için, ilgili hükümlerin çoğu da birbirinin aynıdır. Meselâ âdetliyi ilgilendiren oniki hükümden sekizi aynı zamanda lohusayı da ilgilendirir. Bir diğer deyişle şimdi sayacağımız bu sekiz hükümde her ikisi de ortaktır.

Hem Âdetliyi Hem de Lohusayı Ilgilendirenler

l. Namaz:

Âdetlinin ve lohusanın namaz kılmaları ve secde yapmaları haramdır.

Namaz ister farz, ister vacip, ister sünnet, ister nafile ve isterse geçmiş bir namazın kazası olsun. Secde de ister Kur'ân-ı Kerîm'deki secde âyetlerinin okunması ve dinlenmesiyle yapılacak olan tilâvet (okuma) secdesi olsun,isterse şükür secdesi olsun. Dolayısıyla âdetlinın ve lohusanın, her nasılsa, okudukları ya da duydukları secde âyetinden ötürü secde yapmaları gerekmez. Çünkü kendilerinde bunun için gerekli olan ehliyet yoktur.

Ancak namaz vakitleri girdiğinde bu durumda olan kadının abdest alıp evinin namaza ayırdığı köşesinde namaz kılacak kadar bir süre oturması ve tesbih ve hamd ile meşgul olması güzel (müstehap)'dır. Böylece uzun süre ayrı kalacağı namaza karşı usanç duymamış olur. Bir rivayette de böyle yapan kadına kıldığı en güzel bir namaz sevabı verilir, denir.


Her vaktin, bir başlangıç tekbiri sığacak son anına itibar edilir. Imam Azam'a göre başlangıç tekbiri(tahrîme) sadece "Allah" demekle olabilir. Dolayısı ile son andan maksat, "Allah" diyebilecek kadar bir zaman dır.

Yani herhangi bir vakitten bu kadar bir süre kaldığında kadın kan görse o vaktin namazı kendisinden düşer.Yine o kadar bir süre kaldığında kan kesilse, o vaktin namazını kaza etmesi gerekir.

Namaz; kadın ister ilk âdet gören, isterse düzgün âdetli olsun, kanın ilk görüldüğü andan itibaren terkedilir. On günü geçmedikçe, âdet günlerinin sayısını aşan kan ile de namaz terkedilir. Yine âdet zamanı gelmeden fakat en az onbeş gün temiz kaldıktan sonra gelen kan ile de namazı bırakır. Sonra bunların âdet kanı olmadığı anlaşılırsa bıraktığı namazları kaza eder.

Bunun bir istisnâsı vardır oda; kalan temizlik günleri, âdet günlerine eklendiği takdirde on günü aşacak bir zamanda kan görmesi durumudur. Meselâ, âdet günleri yedi, temizlik günleri yirmi gün olarak yerleşen bir kadın, onbeş gün temiz kaldıktan sonra kan görse yirmi güne kadar namazını kılması istenir. Çünkü büyük ihtimalle bu kadın âdet günleri olan yedi günde de kan görecek ve o takdirde kan gördüğü günlerin sayısı oniki gün olmuş olacaktır. Demek ki ilk beş günde gelen kan âdet kanı değildir.

2. Oruç:

Âdetlinın ve lohusanın her türlü oruç tutmaları haramdır. Ancak bu durumda tutmadıkları oruçlarını sonradan kaza ederler. Hattâ oruçlu iken akşam olmadan az önce kan gelse o günün orucu bozulur ve onun da kazası gerekir.

Bu oruç eğer farz ise, âdetle geçen farz oruçların kaza edilmeleri gerekli olduğu için, nafile ise, nafileye başlamak onu bitirmeyi gerektirdigi için kaza edilir.

Halbuki, namazda durum böyle değildir. Kadın bu günlerdeki namazlarından sorumlu olmadığı için, daha önce de söylediğimiz gibi son anında kan gördüğü vaktin namazı üzerinden düştüğü gibi, başladığı farz namaz esnasında kan gelse o namaz da üzerinden düşer. Ancak başladığı ve esnasında kan gördüğü namaz nafile ise, kan gelmekle bozulur ama, sonradan kaza edilmesi gerekir. Çünkü az önce söylediğimiz gibi, nafileye başlamak onu bitirmeyi gerekli kılar.

Yine adamak suretiyle kendisine namaz ya da oruç vâcip kıldığıiçin âdet görse, ya da lohusa olsa başka günde adağını yerine getirmesi gerekir.

Ancak âdet gördüğüm gün oruç tutmak, ya da namaz kılmak Allah için üzerime borç olsun, demenin hiçbir anlamı yoktur. Böyle demekle namazı ya da orucu kendisine borç etmiş olmaz.

Kur'ân-ı Kerîm Okuma:

Âdetlinın ve Lohusanın, Kur'ân-ı Kerîm'den, bir âyetten az da olsa, okumaları haramdır. Çünkü Hz. Peygamberimiz: "âdetli kadın da cünüb de Kur'ân'dan birşey okumasın" buyurmuşlardır. (Tirmizî, taharet98,111; Nesâî, taharet 170; Ibn Mâce, taharet 105; Darimî, vudû' 103)

Bu, Kur'ân-ı Kerîm'i, Kurân olarak okuma halindeki hükümdür. Kur'an'dan olan sözlerle duâ, ya da zikir kastetmesi halinde, okuyacağı şeyler uzunca bir âyet kadar varsa hüküm yine aynıdır. Ama, "bismillah", "elham-dülillah" gibi kısa ifadelerse bu caizdir. Buna göre"bismillahir-Rahmânir-Rahîm" ve "elhamdü-lillâhi Rabbîl-alemin" gibi şeyleri söylemenin câiz olmaması gerekir, ancak duâ, bereket ve hayır kastiyla söylemenin bir sakıncası olmadığı çoklarınca söylenmiştir. Hattâ sırf duâ kastıyla okuması halinde meselâ "Fâtiha"nin tamamını bile okumasında sakınca yoktur, diyenler de vardır. Ancak duâ anlamına gelmeyen âyetleri duâ kastıyla okumak onları duâ yapmış olmayacağından, maksadı duâ etmek de olsa onları okuyamaz.

Âdetli ya da Lohusa ve hattâ cünüp olan birisi Kurân öğreticisi ise her iki kelimeden birini atlamak suretiyle kesik kesik okur ve öğretir. Bazılarına göre âyetin yarısını öğretir keser ve diğer âyetin yarısını öğretir ve böylece devam eder. Bu durumdaki bir kadının. Kur'ân-ı Kerîm'i, kelime aralarını ayırmak suretiyle, harf harf ya da kelime kelime heceleyerek okumasında sakınca yoktur. bu mekruh değildir.

Âdetlinın ve LohusanınTevrat'i, Incil'i ve Zebur'u okuması da mekruhtur. Çünkü bunlar da aslında Allah'ın sözü idiler. Insanlar bunları sonradan bozdu, ancak içlerinde asıllarından bazı parçaların bulunması muhtemeldir.Bundan; hem hükmü hem de okunuşu neshedilen(kaldırılan) Kur'ân âyetlerini okumanın da en azından mekruh olduğu anlaşılır.

Sadece ağzı yıkamak Kur'ân okumayı helâl kılmaz. Nitekim sadece elleri yıkamak da dokunmayı helal kılmaz.

Kunut duâlarını, diğer zikir ve duâları okuması, ezanı dinlerken müezzine katılması ve Mushafa bakması da mekruh (nahoş) değildir.

Kur'ân'a Dokunma:

Tam bir âyetin yazılı olduğu şeye âdetlinın ve Lohusanın dokunması da haramdır. Dolayısıyla bir âyetten kısa bir Kur'ân parçasına dokunması mekruh (nahoş) değildir. Ancak bir âyetten az da olsa dokunamaz, diyenler de vardır. Bu Kur'ân parçasının; meselâ bir parada ya da bir tabloda olması halinde de durum aynıdır.

Abdest organları dışındaki bir organla dokunması halinde de en sağlam görüşe göre, yine haram işlemiş olur.

Tefsir, Hadîs ve Fıkıh gibi şeriat kitaplarına dokunması da haramdır. Çünkü bunlarda Kur'ân âyetleri bulunmaması mümkün değildir.

Bu ifade açıklamalı nahiv (arapça gramer) kitaplarına da dokunamayacağını anlatır. Ancak Imam Azam'a göre hem nahiv kitaplarına hem de Hadîs ve Fıkıh kitaplarına dokunmak, bu ilimleri öğrenmekte olanlar için haram değildir. Arkadaşı olan diğer iki Imam ise aksi görüştedirler. Ne var ki, bu durumda bu kitapları tutmak isteyenler de ta'zim ve hürmet göstermek zorundadırlar ve bunu elbiselerinin yenleriyle tutarak değil, her abdestleri kaçtığında yeniden abdest alarak yapmalıdırlar.

Dokunma konusunda Kur'ân'ın yazılı kısmı ile yapraklarının boş bulunan beyaz kısmı ve Mushafa bitişik olan cildi eşittir.Bu hüküm sadece Kur'ân-ı Kerîm'e aittir. Tabloda, parada, duvarda, tefsir ve hadis kitaplarında ise dokunmanın haram olduğu yer sadece Kur'ân âyetinin yazılı olduğu yerdir, bunun dışındaki yerlerine dokunması haram değildir.

Kur'ân-ı Kerîm'e, ondan ayrı bir şeyle. Meselâ ona bitiştirilmemiş bir ciltle ya da elbisenin yeniyle dokunması caizdir. Ancak elbisenin yeniyle dokunmasının mekruh (nahoş) olduğunu söyleyenler de vardır. Çünkü Kur'ân'a bitişik cilt ondan sayıldığı gibi, insanın üzerindeki elbisesi de kendisinden sayılır, demişlerdir.

Zikir ve duâ mecmualarını tutmak caiz ise de hoş değildir, tutmamak daha iyidir.

Âdetli ve Lohusa olan kadın Kur'ân-ı Kerîm'i ve içinde Kur'ân âyetleri bulunan yazı parçalarını, okumadan yazacak olsa dahi yazamaz. Ancak okumadan yazabileceğini söyleyenler de vardır. Çünkü kalem Kur'ân dan ayrı bir araçtır, nasıl Kur'ân-ı Kerîm, kendisinden ayrı bir şeyle tutulabiliyorsa, bu durumdaki kalemle de yazılabilir, demişlerdir ki, bunun kıyasa daha uygun olduğu söylenmiştir. Yeter ki, eliyle dokunmus olmasın

Sadece ellerin yıkanması dokunmayı helal kılmaz (Bak. Md.76).

Kur'ân-ı Kerîm'in yabancı dillerle yapılmış tercümelerine el sürmek de mekruhtur.

Küçük çocuklara, abdestleri olmasa bile, Kur'ân-ı Kerîm'i vermekte bir sakınca yoktur. Ancak mümeyyiz olanlarına, Kur'ân-ı Kerîm'e ta'zimi, yani saygıyı öğretmek için abdest aldırmak güzel bir davranıştır.

Mescide Girme:

Bu durumdaki kadının, beklemeksizin geçmek şeklinde de olsa mescide girmesi haramdır. Mescidlerin üzeri de mescid hükmündedir.Ancak yırtıcı bir hayvandan, hırsızdan, soğuktan, susuzluktan.. korkmak gibi bir zorunluluk (zaruret) bulunması durumu müstesnadır. Böyle durumlarda da mümkünse teyemmüm yaparak girmesi daha güzel olur.

Bayram ve cenaze namazlarının kılındığı açık alanlardan geçmesinde bir sakınca yoktur. Çünkü bunlar mescid hükmünde değildir.

Mezarları ziyaret etmesi de caizdir.

Tavaf Yapma:

Âdetlinın ve lohusa kadının Kâbe'yi tavaf etmeleri de haramdır. Bu durumda iken tavaf yapmışsâ tavafi geçerlidir (sahih), ancak bir hatâ ve bir günah işlemiştir,bu yüzden büyük başlardan bir ceza kurbanı kesmesi gerekir. Tavafın, mescidin içinde yapılmasıyla dışında yapılması arasında fark yoktur.

Cinsel Ilişki:

Âdetli ve Lohusa kadına cima ve arada bir engel olmaksızın göbeğiyle diz kapağı arasından yararlanma, şehvetle olmasa dahi, haramdır. Bu bölgenin dışından ve engel varken bu bölgeden yararlanmak ise helâldir. Yani âdetli ya da lohusa karısıyla yatmanın da, onu öpmenin de ve cinsel tatmin konusunda göbeğiyle diz kapağı arası dışından çıplak olarak dahi yararlanmasında, hanımının meselâ elleriyle tatmin olmasında sakınca yoktur.

Dizkapağı ile. göbek arasından çıplak yararlanmamak "azimet" ve müstehap, cima olmaksızın yararlanmak ise ruhsattır. Ümmete, onun da çok mahzurlu olmadığını öğretmek için böyle buyrulmuştur. Yoksa: "Örtü üzerinden yararlanabilirsiniz, ama onu da yapmamak daha iyidir" rivayeti de vardır, diye izah edenler de olmuştur. Yani koca hayızlı karısından, dizkapağı ile göbek arası örtülü iken ittifakla yararlanabilir. Ama dizkapağı ile göbek arasını örtü varken dahi terkeden en iyisini yapmış olur. Cimadan korunduktan sonra çıplak yararlanan da çok kötü bir şey yapmış olmaz. Ancak kendisini tehlikeye atmış olur. (bk. Müslim, hayz T6; Nesâî, taharet 180; Ibn Mâce, taharet 124; Darimî, vudû' 117.)

Imam Muhammed'le beraber bir kısım Islâm âlimlerine göre ise; ön ve arkayı kullanmamak şartıyla göbekle diz kapağı arasıyla tenleşmek (mubaşeret) de helaldir. Çünkü Hz. Enes'in (r.a.) rivayet ettiği bir hadiste: "Her şeyi yapın, yalnız cima (çiftleşme) müstesna" (bk. Hatttâbî, Ebû Dâvûd I/154) denilmektedir. Ancak bunun, nefsinden emin olanlar için olduğunu söyleyenler de vardır. Yani Imam Muhammed'e göre erkek âdetli ve lohusa karısıyla idhal (girdirme) dışında her türlü cinsel davranışta bulunabilir ve birbirinden yararlanabilirler. Ancak bu çoğunluğun (cumhur) benimsemediği bir görüştür.

Bu konudaki haramlık, sırf kadının haber vermesiyle gerçekleşmiş olur.

Bu, kadının iffetli olması, erkeğin de onun doğru söyledigine iyice kanaat getirmesi halinde böyledir. Yok, eğer kadın ahlâkı bozuk ve genellikle yalan söyleyen birisi olur, erkek de doğru söylediğine iyice kanaat getirmezse, sırf kadının sözlü haberi kabul edilmez.

Her iki taraf da istekli olarak cima ederlerse, ikiside günahkâr olur, tevbe etmeleri ve bağışlanma dileğinde bulunmaları gerekir. Ayrıca cima âdetin başında olmuşsa bir dinar, ortasında ve sonunda olmuşsa yarım dinar tutarında sadaka verir.

Bir taraf istekle, diğer taraf zorlanarak cima ederlerse, sadece zorlayan günahkâr olur.

Cima ettiklerinde gelmekte olan kan kırmızı ise bir dinar sarı ise yarım dinar sadaka verir de denmiştir. Çünkü Ebu Dâvud ve Hakim'de bu görüşü destekleyen bir hadis vardır. (Tirmizî, taharet 102; Ebu Davud, taharet 105; nikâh 45; Nesâî, taharet 181.)

Vereceği sadakanın harcama yeri, zekâtın verileceği kimselerdir.

Âdetli ve Lohusa kadınla cima etmeyi ve dübürden (arkadan) yaklaşmayı helal sayanın kâfir olacağını söyleyenler de vardır, ancak bunlar "başka şey için haram" olduklarından helâl sayan kâfir olmazsa da büyük günah işlemiş olur.

Burada anlatmak istediğimiz, kocanın âdetli hanımıyla nasıl ve hangi ölçüde cinsel ilişkide bulunabileceği meselesidir.

Yıkanma (Gusul, boy abdesti):

Âdetlinin âdeti, Lohusanın da Lohusalığı sona erdiğinde, mümkünse yıkanmaları, değilse teyemmüm yapmaları gereklidir.Buraya kadar anlattığımız sekiz madde, âdetli için de Lohusa için de geçerlidir. Bundan sonra sayacaklarımız ise sadece âdetliyi ilgilendirir.

Sadece Âdetliyi Ilgilendirenler

1. "Iddet"in Âdetle Ilişkili Olması:

"Iddet": Boşandığı erkekten hamile olup olmadığını anlamak, böylece nesillerin birbirine karışmasını önlemek ve birisinin ekinini diğerine sulatmamak için, boşanan kadının evlenmeksizin belli süre beklemesidir. "Iddet"in kelime anlamı sayı ve süre demektir. Çünkü kadın bu kısıtlı günlerini sayar ve bu süreyi doldurmayı bekler.

Boşamadan doğacak iddetin başlangıcı, boşamanın ardı, ölümden doğacak iddetin başlangıcı da ölümün ardıdır. Iddet, bu andan itibaren süresi dolunca sona erer, kadının bunu bilmesi şart değildir. Fasit nikâhtan doğacak iddetin başlangıcı ise ayrılmaları ya da kocanın artık cima etmeme kararına varmasının ardıdır.

Iddet beklemek olan kadına evlilik teklifinde bulunulmaz, ancak üstü kapalı ifadelerle çıtlatılabilir..

Sağlam bir nikâhla nikâhlı iken kocası ölen, yada kocası kendisini kesin (bâin) talakla boşayan kadının; ergin ve müslüman ise, iddeti süresince süslenmeme anlamında yas tutması, yani kokulanma, sürünme ve süslenmeyi terketmesi gerekir.

Bu, Hz. Peygamber'in (s.a.s.) emridir. Böylelikle kadın evlenmesi haram olan süre içerisinde kendisini bu harama itebilecek yollardân birini kapamış ve nikâh hikmetinin kadrini iyice kavramış olur.

Kesin talakla boşanan kadın iddeti süresince evinden gece ve gündüz çıkamaz. Ölümden ötürü iddet bekleyen ise gündüz çıkar, gecenin bir kısmında da çıkabılir ama yine evinde geceler.

2. "Istibra" :

Istibrada âdetle ilgilidir ve cariyede sözkonusudur. Satınaldığı cariyenin hamile olması halinde onunla cima etmemek için belli bir süre beklemekten ibarettir.

Günümüzde cariyelik sözkonusu olamayacağı için bu konu üzerinde fazla durulmayacaktır.

3. Erginlik (Bülug):

Erginlik âdet görmekle sabitleşmiş olur. Lohusalıkla bu bakımdan ilgisi yoktur. Çünkü lohusalık olmadan da gebe kalma kabiliyeti edinmekle ergin olunur. Bu da âdet görmekle anlaşılır.

Boşama (Talak):

Sünnet olan boşamada âdete itibar edilir. Şöyle ki: Her nasılsa karısını birden çok talakla ve sünnete uygun olarak boşamak isteyen koca, her iki boşamanın arasını bir âdetle açar ve üç boşama hakkını böyle tamamlar.

Bu boşamaların arasını Lohusalıkla ayırmak düşünülemez, çünkü daha önce de gördüğümüz gibi, çocuğunu doğurmakla kadının iddeti zaten bitmiş olur. Bid'at olan boşama ise karısını âdetli iken boşamaktir. Lohusa iken boşamanın da bid'at olduğu söylenmiştir.

Âdete özel durumlardan biri de, keffaret orucu tutarken görülen âdetin, keffaretin peşpeşe olma özelliğini bozmaması, bir diğeri de en azı üç, en çoğu on gün olmasıdır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder