4 Nisan 2011 Pazartesi

KALU BELÂ

"Evet, dediler" anlamında bir akaid ve Kur'anî terim. Bu terkiple Yüce Allah'ın insanları rubûbiyet ve ulûhiyetini tanık kılarak onlardan buna dair söz almasıyla ilgili olay kastedilir.

Bu olayla ilgili olarak Allah Teâlâ şöyle buyurmaktadır: "Rabbin, Âdemoğullarından, onların bellerinden zürriyetlerini almış ve onları kendilerine şahit tutarak; ‚Ben sizin Rabbiniz değil miyim?' (demişti). ‚Evet (buna) şahidiz,' dediler. Kıyamet günü: ‚Biz bundan habersizdik' demeyesiniz." (el-A'râf, 7/172).

Allah'ın insanlardan bu şekilde söz alması, Arapça telaffuzuyla "Kalu belâ" şeklinde halk arasında yaygınlaşmıştır.


Kur'ân-ı Kerim'de olay, Yahudilerden "Allah'a karşı sadece gerçeği söyleyeceklerine dair Tevrat üzerine söz alındığı" ifadesinden sonra sözkonusu edilmektedir. Böylece Allah'ın ulûhiyyet ve rubûbiyetine dair bütün insanlardan söz alınmış olduğu da hatırlatılmış olmaktadır.

Allah Teâlâ'nın insanlardan söz almış olması ne anlama gelir? Başka bir ifadeyle olay temsîlî midir, yoksa vakit midir? Gerçekten Allah insanları toplayıp onlarla âyette zikredildiği gibi karşılıklı konuşmuş mudur?

Müfessirler bu konuda iki görüş ileri sürmüşlerdir. Halef dediğimiz hicrî üçüncü asırdan sonra gelen âlimler genelde olayın temsîlî olduğunu söylemişlerdir. Şöyle ki:

Bu anlatılanlar temsilîdir. Yoksa, Allah ile ruhlar arasında böyle bir soru ve cevap olayı cereyan etmiş değildir. Ancak noksanlıklardan münezzeh yüce Allah, insanoğluna verdiği akıl ve idrak vasıtasıyla bütün kâinatın rabbı olduğunu, ayrıca birliğine delâlet eden tabiî deliller aracılığıyla yaratıklarına sanki: ‚Benim sizin rabbiniz olduğuma ve benden başka ilah bulunmadığına şehadet edin' demiş, onlar da hal lisanıyla: "Evet sen bizim rabbimizsin ve senden başka ilah yoktur, " demişlerdir. Insanların Allah tarafından mükemmel bir şekilde donatılarak bilgi ve marifet sahibi kılınmaları ve böylece Allah'ı rab olarak bilmeleri, şehâdet ve itiraf anlamındadır. Kur'ân ve Sünnette, Arapların dil üslûbunda bu şekilde sembolik anlatımlar çoktur. Meselâ Allah'ın yere hitabı, bir de onların cevap vermelerini anlatan şu âyet de böyledir: "Isteyerek veya istemeyerek (varlığa) gelin, dedi. ‚Isteyerek geldik' dediler"(Fussilet, 41/11).

Bu görüşte olanlar, "Her doğan çocuk fıtrat üzere doğar, sonra ebeveyni onu yahudileştirir veya hristiyanlaştırır veya mecûsileştirir" (Buhârî, Cenâiz, 92; Ebû Dâvud, Sünnet, 17) hadisinin de görüşlerini destekledığını söylerler (Kurtubî, el-Cami'li Ahkâmi'l-Kur'ân, Beyrut 1965, VII, 314; Mahmut Hicâzî, Furkan Tefsiri, çev. M. Keskin, Istanbul 1988, II, 365).

Selefin görüşü ise, olayın sembolik değil, hakikat üzere olduğu şeklindedir. Allah, insanların hepsini babalarının sulhlerinden çıkarıp onları amellerine göre kümelere ayırdı. Onlara insan suretini, konuşma ve düşünme kabıliyetini verdi. Sonra onlardan söz aldı ve kendilerini buna şahit tutarak bazı görüşlere göre şahit tutulanlar meleklerdir: "Ben sizin rabbiniz değil miyim?" diye sordu. Onlar da: "Evet (sen bizim rabbimizsin)" dediler. Sonra Allah; "Hesap gününde bizim bilgimiz yoktu" diyerek mazeret ileri sürmeyesiniz diye yerleri, gökleri ve babanız Adem'i bu konuda şahitlik etmeğe çağırıyorum. Benden başka ibadete layık birinin bulunmadığını iyice belleyin. Bana herhangi bir şeyi ortak koşmayın. Verdiğiz bu sözü size hatırlatacak peygamber ve kitap göndereceğim dedi. Buna bütün insanlar: "Şehadet ederiz ki, rabbimiz ve ilâhımız sadece sensin, senden başka rab ve ilah yoktur" diye cevap verdiler.

Allah, insanlardan bu ahdi aldıktan sonra onları yok etti.

Bazıları, -ki halk arasında da yaygın olan budur- insanların Allah'a bu şekilde söz vermelerinin ruhlar âleminde gerçekleştiğini söylerler. Bu görüşün hiç bir mesnedi yoktur.

Konuşmanın nasıl meydana geldiği ve meselenin incelikleri bizim için gaybtır. Gaybın nasıllığı üzerinde durulmaz. Nassların bildirdiği kadarıyla yetinmek gerekir. Aslında bu gibi meseleler üzerinde aklî değerlendirmeler yapsak bile kesin bir sonuca varmamız mümkün değildir. Ayrıca belli bir karıne bulunmadıkça nassları te'vil etmemiz, ya da temsili olduklarını söylememiz de tutarlı bir tavır değildir.

Ilimler, olayın ne zaman meydana geldiği konusunda da ihtilaf etmişlerdir. Ancak temsilî olduğunu söylemeyenlerin tamamı, bu olayın Hz. Âdem hayattayken meydana geldiği konusunda ittifak etmişlerdir.

Müşriklerin çocuklarının, büluğ çağına ulaşmadan ölmeleri durumunda Cennete gireceklerini söyleyenler, "Kalu belâ" âyetini delil göstermişlerdir. Çünkü çocuklar, büluğ çağına erinceye kadar, geçmişte Allah'a verdikleri ahid üzerinedirler Ancak büluğ çağından sonra, bu ahdin artık bir etkisi kalmamaktadır (Kurtubî, a.g.e., VII, 317).

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder