4 Eylül 2010 Cumartesi

EDİLLE-İ ERBAA (DÖRT DELİL)

Dört delil: Kur'ân, Sünnet, İcmâ, Kıyas.

Edille, delil kelimesinin çoğuludur. Erbaa dört demektir. "Dört delil" anlamına gelir. Bu tâbir İslam hukukunda fıkhın dayandığı dört ana kaynağı ifade eder. Bunlar; Kitap, Sünnet, İcmâ ve Kıyas'tır.

1) Kitap: Kur'ân-ı Kerîm'dir. Hz. Muhammed'e yüce Allah katından Cebrâil (a.s.) vasıtasıyla 22 yıl, 2 ay ve 22 günde nâzil olmuştur. Kur'ân, önceki semâvî kitaplar gibi yalnız inanç kitabı değil, hem inanç ve hem de insanlar arası münâsebetleri düzenleyen ve hayatı düzenleyici hükümleri kapsayan bir kitaptır. Âyetlerde şöyle buyurulur: "Biz Kitap'ı sana her şeyi beyân için indirdik" (en-Nahl, 16/89). "Kitapta hiçbir şeyi ihmal etmedik" (el-En'âm, 6/38). Kur'ân-ı Kerîm Hz. Muhammed'e ilk defa tefekkür ve ibadet için gittiği Hıra mağarasında, Ramazan ayının Kadir gecesinde inmeye başlamıştır. İlk inen âyetler: "Yaratan Rabbinin adıyla oku. O, insanı alâk'tan (kan pıhtısı biçimindeki embriyodan) yarattı. Oku, Rabbin sonsuz kerem sahibidir. Ki O, kalemle (yazı yazmayı) öğretendir. İnsana bilmediğini O öğretti " (el-Alâk, 96/1-5). Son âyet ise Vedâ Haccı sırasında Zilhiccenin dokuzuncu günü inmiştir. Bu âyet de şudur: "Bugün sizin dininizi kemâle erdirdim. Üzerinizde olan nimetimi tamamladım ve size din olarak İslâm'ı verip ondan hoşnut oldum" (el-Mâide, 5/3). İbn Abbâs'a göre, Bakara Sûresinin 281'inci âyeti bundan daha sonra inmiştir.

Kur'ân'ın ilk inen âyetlerinde daha çok ahiretle ilgili bilgiler yeralır. İnsanlar İslâm'a alıştıktan sonra helâl ve harama dâir âyetler inmiştir. Âyetlerin çoğu ya bir soru ya da bir olay üzerine inmiştir. Buna "Esbâb-ı nüzûl * (iniş sebebi)" denir. Kur'ân nâzil oldukça Hz. Peygamber, inen ayetleri vahiy kâtiplerine yazdırırdı. Hangi âyetin nereye yazılacağını söylerdi. Âyetlerin tertibinin yazılışı sırasında Vahye dayanıldığında görüş birliği vardır. Sûrelerin sıralanışının da Vahye dayandığı kuvvetli bir görüştür.


2) Sünnet: Hz. Peygamber'in söz, fiil ve takrirleridir. "Bir kimse uyuyarak veya unutarak namazı geçirirse, hatırlayınca kılsın" (Ebû Dâvud, Salât, II; Dârimî, Salât, 26) hadisi sözlü sünnetin; "Ben namazı nasıl kılıyorsam siz de öyle kılın" (Buhâri, Ezan, 18, Edeb, 27, Ahad, I) hadisi fiili sünnetin; su bulamadığı için teyemmümle namaz kılan bir sahabenin, namazdan sonra su bulduğu halde namazını iâde etmemesi ve Hz. Peygamber'in onu tasvip etmesi takrîrî sünnetin örnekleridir. Fıkıhta Kur'ân'dan sonra ikinci ana kaynağın Sünnet olduğunda görüş birliği vardır. Sünnetin delil oluşu âyetlerle sâbittir. Bazı âyetler şunlardır:

"Peygamber size neyi verirse onu alın; size neyi yasaklarsa, ondan da uzak durun" (el-Haşr, 59/7).

"Hayır, Rabbına andolsun ki, aralarında çıkan anlaşmazlıklarda seni hakem kılıp; verdiğin hükme, içlerinde bir sıkıntı duymadan rıza ve teslimiyet göstermedikçe iman etmiş olmazlar" (en-Nisâ, 4/65) ''Peygambere itaat eden Allah'a itaat etmiş olur'' (en-Nisâ, 4/80). "Ey iman edenler, Allah'a itâat edin, Peygamber'e ve sizden buyruk sahibi olanlara (ulû'l-emr'e) itâat edin" (en-Nisâ 4/59). ''Allah ve Rasûlü birşeye hükmettiği zaman, iman eden erkek ve kadına artık işlerinde muhayyerlik yoktur" (el-Ahzâb, 33/36).

Sünnet, Hz. Peygamber'in Rabbinden aldığı elçilik görevini tebliğinden ibarettir. Bu konuda âyette: "Ey Peygamber, Rabbinden sana indirileni tebliğ et; eğer bunu yapmazsan O'nun elçiliğini tebliğ etmemiş olursun " (el-Mâide, 5/67).

Kur'ân'ı Kerîm Hz. Peygamber'in vahiyle konuştuğunu haber vermektedir: "O, kendiliğinden konuşmamaktadır. Onun konuşması ancak indirilen bir vahiy iledir" (en-Necm, âyet, 3-4). Diğer yandan Kur'ân âyetleri, Peygamber'e iman edilmesini açıkça bildirir: ''Allah'a ve okuyup yazması olmayan (ûmmî) Peygamber'e ibâdet edin; o Peygamber de Allah'a ve O'nun sözlerine iman etmiştir ve Ona itâat edin ki hidâyete eresiniz'' (el-A'raf, 158).

Sünnetin Kur'ân'ı Kerîm karşısında üç fonksiyonu vardır. Sünnet Kur'ân'ın müphem ve mücmel olan âyetlerini açıklar; umûmî hükümlerini tahsis eder; nâsih ve mensûh'u bildirir; Kur'ân'da asılları sâbit olan nasslara tamamlayıcı hükümler getirir; Kur'ân'da bulunmayan bir kısım hükümler koyar. Kur'ân'daki namaz ve zekât emirlerinin edâ şeklinin sünnetle açıklanması; karısı zinâ eden ve bunu isbat edemeyen erkeğin mulâane yoluna gitmesi halinde evliliğin sonra ereceği hükmü ile ehlî eşeklerin ve yırtıcı kuşların etinin yenmesini yasaklayan hadisler bunun örnekleridir (Muhammed Ebû Zehra, Usulü'l Fıkh, s.113, 114).

3) İcmâ: Sözlük anlamı; ittifak ve görüş birliği demektir. Bir terim olarak; Hz. Peygamber'den sonraki bir çağda İslâm müctehidlerinin, bir konu üzerinde ittifak edip aynı görüşü paylaşmalarıdır. Bu târife göre icmâda şu şartların bulunması gerekir:

a) Müctehid olmayanların ittifakı, dini bir delil sayılmaz. Müctehid; delillerden dinî hükümler çıkarma yeteneğine sahip olan kimsedir.

b) Müctehidlerin ittifakı, dinî bir meselenin hükmü üzerinde ilk görüş birliği meydana geldiği zaman aranır. Daha sonra görüş değiştirmekle icmâ bozulmaz. İcmâ için müctehidlerin bir mecliste toplanması şart değildir. Bütün dünyadaki İslâm bilginleri bir meselede görüş birliği etmekle icmâ oluşturulmuş olur.

c) İcmâ, bir asırdaki bütün müctehidlerin ittifakı olduğundan, bir grup müctehidlerin ittifakı icmâ sayılmaz.

d) Dinî yönü bulunmayan konulardaki görüş birliği icmâ sayılmaz. Zaten İslâm'da dini ilgilendirmeyen bir mesele olmaz. Dünyada meydana gelen her olayın dinî yönü vardır. Ve İslâm her konuda hüküm koymuş her meseleye çözüm getirmiştir. İşte bu şartlar yerine gelince icmâ bir delil olur. Artık müslümanların bu meseleye uymaları gerekir.

Ayette; "Kim kendisine hidâyet belli olduktan sonra, Rasûl'e karşı gelir, mü'minlerin yolundan başka bir yola uyarsa ona döndüğü yolda bırakırız ve cehenneme sokarız" (en-Nisâ, 4/115) buyurulur.

İcmâ'ın bir delil olduğunu ifade eden hadisler de vardır: "Müslümanların güzel gördüğü şey, Allah katında da güzeldir" (Ahmed b. Hanbel, Müsned, I, 379). "Ümmetim dalâlet üzerinde birleşmez" (İbn Mâce, Fiten, 8). Hz. Ömer'den şöyle nakledilmiştir: "Kim cennetin ortasında olmak yani oraya girmek istiyorsa, cemaatten ayrılmasın; çünkü şeytan boş kalan kimse ile beraber olup iki kişiden uzaktır" (İmam,Şâfii, er-Risâle, s.474).

İcmâ; sarih, sükûtî ve meselenin belli bir kısmı üzerinde görüş birliği etmek üzere üçe ayrılır. Sarih icmâ; her müctehidin icmâ konusu mesele üzerindeki görüşünü açıkça söylemiş olduğu icmâdır. Sükuti icmâ; herhangi bir asırda, ictihad yetkisi olan bir ilim adamı belli bir görüşe varır ve bunu ilân ederse ve kendisini tenkid eden çıkmazsa buna sükûti icmâ denir

İmam Şafii ve bazı bilginler bunu delil saymaz. Meselenin bir kısmı üzerinde icmâ'a gelince; meselâ miras konusunda sahâbiler, ölenin kardeşleriyle birlikte mirasa giren dedeşinin üçte birden az olmamak üzere mirasçı olacağını, kimisi de mirasın tamamen dedeye kalacağını söylemiştir. Burada dedenin her iki durumda da miktarı değişmekle birlikte mirasçı olacağı konusunda görüş birliği oluşmuştur (Muhammed Ebû Zehra, İslâm Hukuku Metodolojisi, s.179).

4) Kıyas: Bir şeyi başka bir şeyle ölçmek, karşılaştırmak anlamına gelir. Bir terim olarak; hakkında âyet ve Hadislerde bir hüküm gelmemiş olan bir meseleyi ortak özelliklerinden dolayı, hakkında hüküm gelmiş olan bir mesele ile karşılaştırmak, onun hükmünü buna da vermek demektir. Kur'ân ve hadiste bulunmayan yeni bir olay, Kur'ân ve hadisteki benzerleriyle karşılaştırılır. Aralarında ortak benzerlik olunca birinin hükmü diğerine verilir. Buna şarap örnek verilebilir. Şarap Kur'ân-ı Kerîm'de yasaklanmıştır. Ancak daha sonraki dönemlerde rakı, votka, şampanya, viski gibi değişik adlarda içkiler ortaya çıkmıştır. Bunlar Kur'ân-ı Kerîm'de isim olarak zikredilmez. Şarabın sarhoşluk verdiği için yasaklandığı, üzerinde düşünülünce anlaşılacağı gibi, çeşitli hadisler de bunu belirtmiştir. Bu yeni içki çeşitleri de sarhoşluk verir. Bu ortak özellikten dolayı şarabın hükmü kıyas yoluyla diğerlerine şamil olur.

Kıyasın delil oluşu âyet ve hadislerle sâbittir. Ayette; "Ey iman edenler Allah'a itâat edin, Peygamber'e itâat edin ve sizden buyruk sahiplerine itâat edin. Eğer bir şeyde çekişirseniz, Allah'a ve Peygamber'e havale edin " (en-Nisâ, 4/59) buyurulur. Birşeyi Allah'â ve Rasulüne havale etmek, ancak Kur'ân ve Sünnetin işaret ettiği amaçları bilmekle olur. Bu da kıyas demektir.

Bazı sahâbîler, Ebû Bekir'e bey'at ederken, Peygamber (s.a.s.)'in Onu namaz için İmam olarak seçtiğini gözönüne almışlar ve hilâfeti, namaz imamlığına kıyas ederken; ''Peygamber, onu din işimizde İmam tâyin etmiştir. Öyleyse biz onu, dünya işimizde niçin İmam tanımayalım'' (es-Serahsı, Usûl, II, 131, 132; İbn Kayyim el-Cevziye, İ'lâmü'l-Muvakkıîn, Kahire, 1325-1326, I, 253)

Kıyas dört rükünden meydana gelir:

a) Asl: Bu, hükmü beyan eden nass olup "hüküm kaynağı" adını da alır. b) Fer: Bu, hakkında nass bulunmayan meseledir.

c) Hüküm: Bu, kıyas vasıtasıyla asl'dan fer'e geçmesi istenilen şeydir.

d) Ortak illet: Bu da hem asl hem fer'de bulunan bir vasıftır. Kıyasın dayanmış olduğu esası teşkil eder.

İlletle hikmet birbirinden farklıdır. Hikmet, hükme uygun bir vasıf olup, çoğu hallerde gerçekleşen mazbut ve mahdut olmayan bir şeydir. Fakihlerin büyük çoğunluğuna göre hükümler hikmete değil, illete dayanırlar.

İslâm hukukçularının çoğunluğuna göre bazan kıyas nass'la çatışabilir. Bu Kur'ân ile sünnetin âmm (umûmî) ifadeleri veya haber-i vâhid olduğu zaman meydana gelir. Hanefilere göre âmm delâlet bakımından kesindir. Kıyas ise nasıl olursa olsun zannîdir. Ancak âmm herhangi bir delil ile tahsis edilirse zannı olur. Çünkü âmm, tahsis edildikten sonra şâmil olduğu fertlerden bazısına delâlet etmez. Bu yüzden Hanefiler, âmm'ın ilk tahsisten sonra artık kıyas ile de tahsis edileceğini söylerler. Meselâ; "...Bunlardan başkası size helâl kılındı" (en-Nisâ, 4/24) âyeti, Hz. Peygamber'in ittifakla kabul edilen "...Kadın, erkek kardeşinin kızı ve bacısının kızı üzerine nikâh edilmez" (Buharı, Nikâh, 27; Müslim, Nikâh, 37-39) hadisi ile tahsis edilmiştir. Bu şekilde bir defa tahsise uğrayan bir âyet, zannı bir delil ile tekrar tahsisi kabul edebilir.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder