6 Ağustos 2010 Cuma

Hazret-i Yûsuf’un Bünyamin’i Alıkoyması

Yûsuf, kendisini kardeşi Bünyamin’e tanıttıktan sonra ona şöyle dedi:
“–Ey kardeşim! Ben seni yanımda alıkoyacağım. Bilirsin ki, babamın benim ayrılığımdan dolayı gam ve kederi büyüktür. Eğer seni de burada alıkorsam, üzüntüsü daha da artacaktır. Fakat bir an evvel ona kavuşabilmemiz için böyle yapmamız gerekiyor. Ben bu hususta güzel bir plân hazırlayacağım.”
Bünyamin’e böyle dedikten sonra:
فَلَمَّا جَهَّزَهُم بِجَهَازِهِمْ جَعَلَ السِّقَايَةَ فِي رَحْلِ أَخِيهِ ثُمَّ أَذَّنَ مُؤَذِّنٌ أَيَّتُهَا الْعِيرُ إِنَّكُمْ لَسَارِقُونَ
(70)
قَالُواْ وَأَقْبَلُواْ عَلَيْهِم مَّاذَا تَفْقِدُونَ
(71)
قَالُواْ نَفْقِدُ صُوَاعَ الْمَلِكِ وَلِمَن جَاء بِهِ حِمْلُ بَعِيرٍ وَأَنَاْ بِهِ زَعِيمٌ
(72)
قَالُواْ تَاللّهِ لَقَدْ عَلِمْتُم مَّا جِئْنَا لِنُفْسِدَ فِي الأَرْضِ وَمَا كُنَّا سَارِقِينَ
(73)
قَالُواْ فَمَا جَزَآؤُهُ إِن كُنتُمْ كَاذِبِينَ
(74)
قَالُواْ جَزَآؤُهُ مَن وُجِدَ فِي رَحْلِهِ فَهُوَ جَزَاؤُهُ كَذَلِكَ نَجْزِي الظَّالِمِينَ
(75)
“Onların yüklerini hazırlatırken, su kabını, öz kardeşinin yükünün içine koydurdu. (Kervan hareket edince de) Yûsuf’un vazifelilerinden biri:
«–Ey kâfile! Durun,
siz hırsızlık yapmışsınız!» diye nidâ etti.
(Yûsuf’un kardeşleri) onlara dönerek:
«–Ne kaybettiniz?» dediler.
(Vazifelilerden biri:)
«–Hükümdârın su kabını kaybettik. Onu getirene bir deve yükü mükâfât var. (İçlerinden biri) buna ben kefilim.» dedi.
«–Allâh’a yemin olsun ki, biz yeryüzünde fesat çıkarmak için gelmedik, siz de bunu biliyorsunuz. Hele hırsız hiç değiliz!» dediler.
Vazifeliler:
«–Peki, yalancı çıkarsanız, cezâsı ne?» dediler.
«–Cezâsı, kimin yükünde çıkarsa, işte O onun cezâsıdır (yâni çalması sebebiyle kendisi rehin ve mahkûm olur). Biz zâlimleri (hırsızları) böyle cezâlandırırız.» dediler.” (Yûsuf, 70-75)
Ya’kûb -aleyhisselâm-’ın şerîatinde hırsız, yakalanır ve çaldığı malın karşılığında mal sâhibine bir sene köle olarak hizmet ettirilirdi. Mısır kânunlarında ise, hırsıza sopa vurulur ve çaldığı malın iki misli ödettirilirdi. Hazret-i Yûsuf da, öz birâderi Bünyamin’i yanında alıkoyabilmek için onlara babalarının şerîatine göre cezâ vermek istedi ve bu yüzden cezâyı onlara sordurdu.
Âyet-i kerîmede buyrulur:
فَبَدَأَ بِأَوْعِيَتِهِمْ قَبْلَ وِعَاء أَخِيهِ ثُمَّ اسْتَخْرَجَهَا مِن وِعَاء أَخِيهِ كَذَلِكَ كِدْنَا لِيُوسُفَ مَا كَانَ لِيَأْخُذَ أَخَاهُ فِي دِينِ الْمَلِكِ إِلاَّ أَن يَشَاء اللّهُ نَرْفَعُ دَرَجَاتٍ مِّن نَّشَاء وَفَوْقَ كُلِّ ذِي عِلْمٍ عَلِيمٌ
“Yûsuf, öz kardeşinin yükünden önce, öbürlerinin eşyâlarını (aratmaya) başladı. Sonra su kabını kardeşinin yükünden çıkarttı. İşte Biz Yûsuf’a, kardeşini alıkoyması için böyle bir plân öğrettik. Yoksa, (Allâh dilemedikçe) hükümdârın kânununa göre, kardeşini alıkoymasına imkân yoktu. Biz dilediğimiz kimseleri pek üstün derecelere yükseltiriz. Her ilim sâhibinin üstünde daha iyi bilen biri bulunur.” (Yûsuf, 76)
Yûsuf -aleyhisselâm- kardeşi Bünyamin’i yanında alıkoyabilmek için Allâh’ın emriyle firâset nümûnesi olan güzel bir plân hazırladı. Nakledildiğine göre plânını kardeşine de anlatıp onun da tasdiğini aldı.
Yûsuf -aleyhisselâm-’ın böyle yapmaktan maksadı kardeşlerinden intikam almak değildi. Çünkü kendine yapılanları affetmişti. Lâkin onların yaptıkları işlerde bir de Allâh hakkı vardı ki, onu affetmek Yûsuf’un elinde değildi. Ancak o, kardeşlerinin Allâh katında da affa mazhar olmalarını istiyordu. Bu sebeple kendisini tanıtmadan önce, Allâh’ın hakkı nâmına târizli bir îkâz ihtivâ eden “Siz mutlakâ hırsızsınız!” suçlaması ile onları ciddî bir pişmanlık duygusuna sevk etmek istedi. Onların yaptıkları en müthiş cürüm (hırsızlık), bir hîle ile babalarından Yûsuf’u çalmalarıydı. Yusuf -aleyhisselâm- onları bütün yaptıkları kötülüklerden tevbeye yönlendirmek için Bünyamin’in bu şekilde kalmasını temin etti. Gerçekten de bundan sonraki gelişlerinde kardeşlerinin nasıl bir kalb yumuşaklığı ile ve ne kadar saf ve temiz düşüncelerle dönüp geldikleri görülmektedir.
Dolayısıyla bu hâdise, ledünnî birtakım hikmetleri ihtivâ eden Rabbânî bir cezâ ve ilâhî bir terbiye olmuştur.
Diğer taraftan henüz kendisini tanıtmak zamanının gelmediğini bilen Yûsuf -aleyhisselâm-, kardeşini alıkoymanın yollarını düşünürken bile istibdat ve zorbalığa başvurmamış, makâmının ve yetkisinin verdiği gücü kullanmamış, bunu suistimâl etmemiştir. Zulüm ve zorbalık şâibesi verecek davranışlardan sakınmış, meseleyi sırf adlî ve kânunî yollardan çözüme kavuşturmaya muvaffak olmuştur.
Yûsuf -aleyhisselâm- bu şekilde aynı zamanda babasının şerîatini Mısır’da uygulama yolunu açmış oldu.
Allâh bir şeyin olmasını murâd edince, sebeplerini de hazırlar. Onun için bir taraftan Yûsuf’a o çâreyi öğretip, kardeşlerinin hakemliğine mürâcaat ettirdiği gibi, diğer taraftan kardeşlerine de işi sezdirmeyerek o şekilde cevap ve hüküm verdirdi. Böylece hem ülkenin kânunlarını çiğnemeden, onları kendi ikrarlarıyla ilzâm eyledi, hem de babasının şerîatinden bir hükmün tatbîki ile Mısır hukuk geleneğine canlı ve amelî bir misâl kazandırdı.
Yûsuf -aleyhisselâm-, bu plânıyla kardeşlerini tamamen çâresiz bırakarak, babalarının “ancak çâresiz kalmanız müstesnâ” sözüne uygun bir duruma düşürmüş, onları babalarına yemin ederek verdikleri sözün mes’ûliyetinden kurtarmıştır. (Elmalılı, IV, 2894-2898)
Aranan su kabı Bünyamin’in yükünde çıkınca:
قَالُواْ إِن يَسْرِقْ فَقَدْ سَرَقَ أَخٌ لَّهُ مِن قَبْلُ فَأَسَرَّهَا يُوسُفُ فِي نَفْسِهِ وَلَمْ يُبْدِهَا لَهُمْ قَالَ أَنتُمْ شَرٌّ مَّكَانًا وَاللّهُ أَعْلَمْ بِمَا تَصِفُونَ
“Onlar: «–Eğer o çalmışsa, zâten daha önce kardeşi de hırsızlık etmişti.» dediler. Yûsuf bu sözden duyduğu üzüntüyü içine attı ve onlara belli etmedi. İçinden de:
«–Asıl kötü durumda olan sizsiniz. İleri sürdüğünüz iddiâların gerçek yönünü Allâh pek iyi biliyor.» dedi.” (Yûsuf, 77)
Böylece kardeşleri; “Hayır, bu işte mutlakâ bir yanlışlık olmalı!” deyip kendilerini ve Bünyamin’i ithamdan kurtarmak için başka çâreler arayacakları yerde, öfkeye kapılıp Yûsuf’a ve kardeşine duydukları husûmeti bir kere daha ağızlarından kaçırdılar.
Hazret-i Yûsuf’a isnâd edilen hırsızlıkla alâkalı olarak farklı görüşler de bulunmaktadır:
a. Yûsuf’un ana tarafından dedesi putperest idi. Hazret-i Yûsuf’un annesi, babasının putlara tapmayı bırakması ümidiyle Yûsuf’a o putları çalıp kırmasını emretmiş, Yûsuf da bu işi yapmıştı.
b. O, babasının sofrasından yiyecek alıp fakirlere vermişti. Babasının bir kuzu veya tavuğunu alıp fakirlere verdiği de söylenmiştir.
c. Halası, Hazret-i Yûsuf’u çok severdi. Fakat Yûsuf büyüyünce babası onu yanına almak istedi. Halası da Yûsuf’tan bir türlü ayrılamıyordu. Bunun için İshak -aleyhisselâm-’dan kendisine mîras kalmış olan kuşağını Yûsuf’un beline bağladı. Sonra kaybolduğunu söyledi. Kuşak arandı ve Yûsuf’un üzerinden çıktı. Kânun gereği Yûsuf’u yanında alıkoydu.
d. Bu bir iftirâdır. Çünkü onların kalbi, hâdisenin üzerinden uzun yıllar geçmesine rağmen hâlâ Yûsuf’a karşı öfkeyle dolu idi. Bu hâdise, bir defa hased hastalığına yakalanan bir kalbin, o hased ve kinden kolay kolay kurtulamayacağını göstermektedir. (Râzî, Mefâtihu’l-Gayb, XVIII, 147)
Yine bu söz işârî mânâda, “Siz hırsızlarsınız!” ithâmının verdiği endişe ile söylenmiş ve ona karşılık âdeta ledünnî bir itâb olmuştur.
Yûsuf’un kardeşleri:
قَالُواْ يَا أَيُّهَا الْعَزِيزُ إِنَّ لَهُ أَبًا شَيْخًا كَبِيرًا فَخُذْ أَحَدَنَا مَكَانَهُ إِنَّا نَرَاكَ مِنَ الْمُحْسِنِينَ
(78)
قَالَ مَعَاذَ اللّهِ أَن نَّأْخُذَ إِلاَّ مَن وَجَدْنَا مَتَاعَنَا عِندَهُ إِنَّـا إِذًا لَّظَالِمُونَ
(79)
“Dediler ki:
«–Ey vezir! Emin ol ki, bunun çok yaşlı bir babası var. Onun için yerine birimizi al. Gerçekten de biz Sen’i muhsinlerden görüyoruz.»
Yûsuf:
«–Biz malımızı kimin yanında bulmuşsak onu alıkoyarız. Başkasını tutmaktan Allâh’a sığınırım. Çünkü Biz öyle yaparsak zâlimler arasına girmiş oluruz!» dedi.” (Yûsuf, 78-79)
Zulüm çeşit çeşittir: Allâh’ın hükmettiğinin zıddına hükmetmek zulüm olduğu gibi zulmü istemek veya zulme rızâ göstermek de zulümdür. Haddi aşarak hak çiğnemek, başkalarına karşı zulmetmek olurken; âhirette âzâbı mûcib olacak günahlar işlemek de kişinin kendi nefsine zulmüdür.
Zulme veya bir belâya mâruz kalan kimse, tevbe ve istiğfâr ile kurtuluş çâresini Allâh’tan istemelidir.
Sehl bin Abdullâh et-Tüsterî der ki:
“Allâh, bir kulunu sevdiği zaman, günâhını kendi gözünde büyük gösterir ve ona tevbe kapısını açar. Bu kapı, Allâh ile ünsiyet bahçelerine açılmıştır. Bir kula da gazab ettiği zaman, günahlarını gözünde küçük gösterir ve onu da çeşitli belâlarla uslandırır. Çünkü günahını küçük gören kimse, öğüt ve nasîhat kabûl etmez de hüsrâna düşenlerden olur.”
Yûsuf’un kardeşleri, başlarına gelen bu hâdiseler üzerine ne yapacaklarını ve babalarına ne diyeceklerini düşünmeye başladılar. Âyet-i kerîmede onların hâli şöyle anlatılmaktadır:
فَلَمَّا اسْتَيْأَسُواْ مِنْهُ خَلَصُواْ نَجِيًّا قَالَ كَبِيرُهُمْ أَلَمْ تَعْلَمُواْ أَنَّ أَبَاكُمْ قَدْ أَخَذَ عَلَيْكُم مَّوْثِقًا مِّنَ اللّهِ وَمِن قَبْلُ مَا فَرَّطتُمْ فِي يُوسُفَ فَلَنْ أَبْرَحَ الأَرْضَ حَتَّىَ يَأْذَنَ لِي أَبِي أَوْ يَحْكُمَ اللّهُ لِي وَهُوَ خَيْرُ الْحَاكِمِينَ
(80)
ارْجِعُواْ إِلَى أَبِيكُمْ فَقُولُواْ يَا أَبَانَا إِنَّ ابْنَكَ سَرَقَ وَمَا شَهِدْنَا إِلاَّ بِمَا عَلِمْنَا وَمَا كُنَّا لِلْغَيْبِ حَافِظِينَ
(81)
وَاسْأَلِ الْقَرْيَةَ الَّتِي كُنَّا فِيهَا وَالْعِيْرَ الَّتِي أَقْبَلْنَا فِيهَا وَإِنَّا لَصَادِقُونَ
(82)
“Ne zaman ki, onu (Bünyamin’i) kurtarmaktan ümit kestiler, o zaman (bir kenara) çekilip aralarında fısıldaşarak konuşmaya başladılar.
Büyükleri dedi ki:
«–Babanızın sizden Allâh adına ahit aldığını ve daha önce Yûsuf konusunda ettiğiniz kusuru bilmiyor musunuz? Babam bana izin verinceye veya Allâh, hakkımda bir hüküm verinceye kadar ben artık buradan ayrılmam. Allâh, hükmedenlerin en hayırlısıdır. Siz dönün, babanıza: “–Sevgili babamız, inan ki bizler farkına varmadan oğlun hırsızlık yapmış. (Su kabının onun yükünde çıktığını gözlerimizle gördük.) Biz ancak bildiğimize şâhitlik ediyoruz. Yoksa biz gaybın bekçileri değiliz! İnanmazsan, gittiğimiz şehrin ahâlisine ve yine içinde geldiğimiz kâfilede bulunanlara sor. (Bütün samîmiyetimizle ifâde ediyoruz ki,) söylediğimiz doğrunun ta kendisidir.” deyin!»” (Yûsuf, 80-82)
Kalkıp babalarına geldiler ve ağabeylerinin söylediklerini aynen aktardılar.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder