6 Ağustos 2010 Cuma

Erzak Almaya Gelen Kardeşleri ve Hazret-i Yûsuf’un Güzel Plânı

Bu arada kıtlık sebebiyle Ya’kûb -aleyhisselâm- da Yûsuf’un öz kardeşi olan Bünyamin’i yanında alıkoyarak, diğer oğullarını erzak almak için Mısır’a gönderdi.
Âyet-i kerîmelerde bu hâdise de şöyle anlatılır:
وَجَاء إِخْوَةُ يُوسُفَ فَدَخَلُواْ عَلَيْهِ فَعَرَفَهُمْ وَهُمْ لَهُ مُنكِرُونَ
(58)
وَلَمَّا جَهَّزَهُم بِجَهَازِهِمْ قَالَ ائْتُونِي بِأَخٍ لَّكُم مِّنْ أَبِيكُمْ أَلاَ تَرَوْنَ أَنِّي أُوفِي الْكَيْلَ وَأَنَاْ خَيْرُ الْمُنزِلِينَ
(59)
فَإِن لَّمْ تَأْتُونِي بِهِ فَلاَ كَيْلَ لَكُمْ عِندِي وَلاَ تَقْرَبُونِ
(60)
“Yûsuf’un kardeşleri gelip O’nun huzûruna girdiler. (Yûsuf) onları hemen tanıdı. Kardeşleri ise O’nu tanıyamadılar. (Yûsuf) onların yüklerini hazırlayınca dedi ki: «–Sizin baba bir erkek kardeşinizi de getirin! Görmüyor musunuz, size tam ölçek veriyorum. Ben misâfirperverlerin en hayırlısıyım. Eğer onu bana getirmezseniz, artık benden bir ölçek dahî alamazsınız ve bir daha bana yaklaşmayın!” (Yûsuf, 58-60)
Yûsuf -aleyhisselâm-’ın gelmeyen kardeşini de istemesi şu sebepledir: Kıtlık sebebiyle erzak, ihtiyaç kadar veriliyordu. Yardım alacak şahsın bizzat bulunması gerekiyordu. Hazret-i Yûsuf’un kardeşleri, gelemeyen baba ve kardeşleri için de birer hisse isteyince, Yûsuf -aleyhisselâm-, ihtiyar babayı mâzur sayarak, bir defaya mahsus erzak verdi. Fakat bir dahaki sefere öbür kardeşin de gelmesini şart koştu. Bu vesîleyle kardeşini görmek ve ondan haber almak istiyordu. Kardeşleri:

قَالُواْ سَنُرَاوِدُ عَنْهُ أَبَاهُ وَإِنَّا لَفَاعِلُونَ
(61)
وَقَالَ لِفِتْيَانِهِ اجْعَلُواْ بِضَاعَتَهُمْ فِي رِحَالِهِمْ لَعَلَّهُمْ يَعْرِفُونَهَا إِذَا انقَلَبُواْ إِلَى أَهْلِهِمْ لَعَلَّهُمْ يَرْجِعُونَ
(62)
فَلَمَّا رَجِعُوا إِلَى أَبِيهِمْ قَالُواْ يَا أَبَانَا مُنِعَ مِنَّا الْكَيْلُ فَأَرْسِلْ مَعَنَا أَخَانَا نَكْتَلْ وَإِنَّا لَهُ لَحَافِظُونَ
(63)
قَالَ هَلْ آمَنُكُمْ عَلَيْهِ إِلاَّ كَمَا أَمِنتُكُمْ عَلَى أَخِيهِ مِن قَبْلُ فَاللّهُ خَيْرٌ حَافِظًا وَهُوَ أَرْحَمُ الرَّاحِمِينَ
(64)
“«–Onu babasından istemeye çalışacağız, herhâlde (bunu) yaparız.» dediler.
(Yûsuf) emrindeki gençlere:
«–Sermâyelerini yüklerinin içine koyun! Olur ki âilelerine döndüklerinde bunun farkına varırlar da belki yine (buraya) dönerler.» dedi.
(Bu şekilde) babalarına döndükleri zaman dediler ki:
«–Ey babamız! Erzak bize yasaklandı. Kardeşimiz (Bünyamin)’i bizimle berâber gönder de (onun sâyesinde) zahîre alalım. Biz O’nu mutlakâ koruyacağız!»
Ya’kûb dedi ki:
«–Daha önce kardeşi Yûsuf hakkında size ne kadar güvendiysem, bunun hakkında da size ancak o kadar güvenirim! (Ben onu sâdece Allâh’a emânet ediyorum.) Allâh en hayırlı koruyucudur. O, merhametlilerin en merhametlisidir.” (Yûsuf, 61-64)
Ya’kûb -aleyhisselâm-:
“Allâh en hayırlı koruyucudur. O, merhametlilerin en merhametlisidir.” deyince, Allâh Teâlâ şöyle buyurdu:
“İzzet ve celâlim hakkı için, mâdem ki Sen, Bana bu şekilde tevekkül ediyorsun, Ben de Sen’i iki evlâdına birden kavuşturacağım!”
Buradan anlaşılan şudur ki, mü’min, fânîlere değil, Allâh’a dayanıp güvenmeli, dâimâ O’na tevekkül etmelidir. Çünkü Allâh’tan başka her şeyin, öncelikle kendisi muhâfazaya muhtaçtır. Allâh Teâlâ ise, hiçbir şeye muhtaç değildir. Fakat Allâh’a tevekkül ederken de sebeplere sarılmayı terk etmemek îcâb eder.
Ya’kûb -aleyhisselâm-’ın oğulları, Bünyamin’i de yanlarına alıp Mısır’a giderek erzak alabilmek için babalarına türlü diller döküyor ve O’nu râzı etmeye çalışıyorlardı:
“Eşyâlarını açtıklarında ödemiş oldukları bedelin kendilerine iâde edildiğini gördüler. Dediler ki:
وَلَمَّا فَتَحُواْ مَتَاعَهُمْ وَجَدُواْ بِضَاعَتَهُمْ رُدَّتْ إِلَيْهِمْ قَالُواْ يَا أَبَانَا مَا نَبْغِي هَـذِهِ بِضَاعَتُنَا رُدَّتْ إِلَيْنَا وَنَمِيرُ أَهْلَنَا وَنَحْفَظُ أَخَانَا وَنَزْدَادُ كَيْلَ بَعِيرٍ ذَلِكَ كَيْلٌ يَسِيرٌ
«–Ey babamız! Daha ne istiyoruz. İşte sermâyemiz de iâde edilmiş. (Onunla yine) âilemize yiyecek getiririz, kardeşimizi koruruz ve bir deve yükü de fazla (zahîre) alırız. Çünkü bu (aldığımız) az bir miktardır.»” (Yûsuf, 65)
Sonunda Hazret-i Ya’kûb, Bünyamin’i göndermeye râzı oldu.
قَالَ لَنْ أُرْسِلَهُ مَعَكُمْ حَتَّى تُؤْتُونِ مَوْثِقًا مِّنَ اللّهِ لَتَأْتُنَّنِي بِهِ إِلاَّ أَن يُحَاطَ بِكُمْ فَلَمَّا آتَوْهُ مَوْثِقَهُمْ قَالَ اللّهُ عَلَى مَا نَقُولُ وَكِيلٌ
(66)
وَقَالَ يَا بَنِيَّ لاَ تَدْخُلُواْ مِن بَابٍ وَاحِدٍ وَادْخُلُواْ مِنْ أَبْوَابٍ مُّتَفَرِّقَةٍ وَمَا أُغْنِي عَنكُم مِّنَ اللّهِ مِن شَيْءٍ إِنِ الْحُكْمُ إِلاَّ لِلّهِ عَلَيْهِ تَوَكَّلْتُ وَعَلَيْهِ فَلْيَتَوَكَّلِ الْمُتَوَكِّلُونَ
(67)
“Dedi ki:
«–Etrafınız kuşatılıp (çâresiz kalmadıkça) onu bana mutlakâ getireceğinize dâir Allâh adına sağlam bir söz vermediğiniz sürece onu sizinle göndermem!»
Ona (istediği şekilde) teminat verdiklerinde dedi ki:
«–Söylediklerimize Allâh şâhittir.»
Sonra da şöyle dedi:
«–Oğullarım! (Şehre) hepiniz bir kapıdan girmeyin; ayrı ayrı kapılardan girin! Ama Allâh’tan (gelecek) hiçbir şeyi (kazâyı) üzerinizden gideremem. Hüküm Allâh’tan başkasının değildir. Ben ancak O’na güvenip dayandım. Tevekkül edenler de yalnız O’na güvenip dayanmalıdırlar.»” (Yûsuf, 66-67)
Ya’kûb -aleyhisselâm-’ın, oğullarına Mısır’a değişik kapılardan girmelerini emretmesi, onların gösterişli ve güzel giyimli olmaları, ayrıca daha önceki gelişlerinde Melik’ten kimsenin görmediği izzet ve ikrâmı görmeleri sebebiyle idi. Bu sebeple evlâdlarının kötü niyetli kimselerin kuracakları bir tuzaktan zarar görmelerini istemiyordu. Ayrıca herkesin hayret dolu nazarları onların üzerine dikilmişti. Beraber şehre girmeleri hâlinde başlarına bir kötülük gelebilirdi.
Nitekim Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz buyururlar:
“Göz değmesi (nazar) haktır.” (Buhârî, Tıb, 36)
“Nazar, insanı kabre, deveyi tencereye sokar (öldürür).” (Süyûtî, el-Câmiu’s-Sağîr, II, 60)
Bu sebeple, hiçbir zaman gafletle nazar etmemek lâzımdır. Devamlı sûrette Allâh’a sığınmayan kimseler kötü nazardan kurtulamazlar. Her hâlükârda Hakk’a sığınanlar ise, muhâfaza olunurlar.
İbn-i Abbâs -radıyallâhu anh-’dan şöyle rivâyet edilmiştir:
“Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Hasan ve Hüseyin’i koruması için Allâh’a şu duâ ile sığınırdı:
«Her türlü şeytandan,
(yılan ve akrep gibi)
zehirli hayvanlardan ve dokunan her kötü gözden Allâh’ın mükemmel olan kelimelerine
(Kur’ân âyetlerine, Allâh’ın isim ve sıfatlarına)
sığınırım.»
Daha sonra da:
«Babanız İbrâhim de, (oğulları) İsmâil ile İshâk için bu duâ ile Allâh’a sığınırdı.» derdi.” (Buhârî, Enbiyâ, 10; Ebû Dâvûd, Sünnet, 20)
Bir kimse, görüp beğendiği şeye nazarının isâbet ederek bir zarar vermemesi için:
“Allâh’ın dilediği olur, güç ve kuvvet ancak Allâh’a mahsustur.”
Mübârek olması için de;
“Allâh hakkında hayırlı eylesin!” demelidir.
Ya’kûb -aleyhisselâm-’ın bu nasîhatlerini dinleyen oğulları erzak almak üzere tekrar yola çıktılar.
Âyet-i kerîmede buyrulur:
وَلَمَّا دَخَلُواْ مِنْ حَيْثُ أَمَرَهُمْ أَبُوهُم مَّا كَانَ يُغْنِي عَنْهُم مِّنَ اللّهِ مِن شَيْءٍ إِلاَّ حَاجَةً فِي نَفْسِ يَعْقُوبَ قَضَاهَا وَإِنَّهُ لَذُو عِلْمٍ لِّمَا عَلَّمْنَاهُ وَلَـكِنَّ أَكْثَرَ النَّاسِ لاَ يَعْلَمُونَ
“Babalarının kendilerine emrettiği şekilde (ayrı ayrı kapılardan) girdiklerinde (bu tedbir) Allâh’ın kendileri hakkındaki takdîri karşısında hiçbir fayda sağlamadı. Sâdece Ya’kûb’un içinden geçirdiği bir isteğin yerine getirilmesi oldu. O, şüphesiz bir ilim sâhibi idi.
Çünkü
kendisine Biz öğretmiştik. (Bunun içindir ki “Allâh’tan gelecek takdîri önleyemem” demişti.) Fakat insanların çoğu (bu hakîkati) bilmezler.” (Yûsuf, 68)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder