6 Ağustos 2010 Cuma

Allâh’ın Rahmetinden Ümid Kesilmez

قَالُواْ تَالله تَفْتَأُ تَذْكُرُ يُوسُفَ حَتَّى تَكُونَ حَرَضًا أَوْ تَكُونَ مِنَ الْهَالِكِينَ
(85)
قَالَ إِنَّمَا أَشْكُو بَثِّي وَحُزْنِي إِلَى اللّهِ وَأَعْلَمُ مِنَ اللّهِ مَا لاَ تَعْلَمُونَ
(86)
(Oğulları, Hazret-i Ya’kûb’a şöyle) dediler:
«–(Ömrün geçti gitti,) hâlâ Yûsuf’u dilinden düşürmüyorsun. Vallâhi “Yûsuf!” diye diye kederden eriyeceksin veya büsbütün ölüp gideceksin.»
(Hazret-i Ya’kûb): «–Ben, sıkıntımı, keder ve hüznümü sâdece Allâh’a arz ediyorum. Hem sizin bilemediğiniz birçok şeyi Allâh tarafından (vahiy yolu ile) biliyorum.» dedi.” (Yûsuf, 85-86)
Daha sonra Ya’kûb -aleyhisselâm- oğullarına şöyle dedi:
يَا بَنِيَّ اذْهَبُواْ فَتَحَسَّسُواْ مِن يُوسُفَ وَأَخِيهِ وَلاَ تَيْأَسُواْ مِن رَّوْحِ اللّهِ إِنَّهُ لاَ يَيْأَسُ مِن رَّوْحِ اللّهِ إِلاَّ الْقَوْمُ الْكَافِرُونَ
“–Ey oğullarım! Gidin de Yûsuf ve kardeşini iyice araştırın! Allâh’ın rahmetinden ümid kesmeyin! Çünkü kâfirler topluluğundan başkası Allâh’ın rahmetinden ümid kesmez!” (Yûsuf, 87)
Bu âyet-i kerîmenin bizlere verdiği mesaj çok mühimdir. Buna göre kul, ne hâl üzere olursa olsun aslâ ye’se kapılmamalı ve Allâh’tan dâimâ ümidvâr olmalıdır. Zîrâ âyette buyrulduğu üzere ancak kâfirler Allâh’tan ümid keserler.
Hadîs-i şerîfte de şöyle buyrulur:

“Cenâb-ı Hak’tan ümid kesmeyen günahkâr, Allâh’tan ümid kesen âbidden Rabbine daha yakındır!” (Süyûtî, el-Câmiu’s-Sağîr, II, 68)
Çünkü Allâh’tan ümid kesmek, Cenâb-ı Hakk’ın “Rahmân ve Rahîm” sıfatlarını idrâk etmemektir; merhamet-i ilâhiyeyi tanımamaktır. Hâlbuki Firavun bile, son nefesinde Allâh’ın adını zikretti.
Allâh Teâlâ bir başka âyet-i kerîmede de:
لَا تَقْنَطُوا مِن رَّحْمَةِ اللَّهِ
“…Allâh’ın rahmetinden ümîdinizi kesmeyiniz!..” (ez-Zümer, 53) buyurmaktadır.
İşte bu minvâl üzere Ya’kûb -aleyhisselâm- da ümîdini yitirmeyerek Mısır Azîzi’ne, yâni Yûsuf’a oğullarıyla bir mektup gönderdi. Ya’kûb -aleyhisselâm- o zamanlar oğlu Yûsuf’un Mısır Azîzi olduğunu bilmiyordu. Mektupta şöyle diyordu:
“Bismillâhirrahmânirrahîm!
Halîlullâh İbrâhîm oğlu İshâk’ın oğlu İsrâîl Ya’kûb’dan Mısır Azîzi’ne:
Biz, başına birçok belâlar gelmiş bir sülâleyiz. Ceddim İbrâhîm, Nemrûd’un ateşiyle mübtelâ kılındı; sabretti. Allâh da onu selâmete ulaştırdı. Babam da başka iptilâlarla imtihân edildi; sabretti. Allâh ona da mükâfât verdi. Bana gelince, ben de oğlum Yûsuf’u kaybettim. O’nun ayrılığından ağlaya ağlaya gözlerim görmez oldu, belim büküldü. Yanında rehin tuttuğun oğlumla kendimi tesellî ediyordum. Onun hırsızlık ettiğini söylemişsin. Bizim neslimizden olan hırsızlık yapmaz. Biz hırsız doğurmayız. Onu bana iâde edersen edersin, eğer etmezsen, sana öyle bir bedduâ ederim ki, yedi batın evlâdına tesir eder!”
Yûsuf -aleyhisselâm- bu mektubu alınca ağladı ve O da şu cevâbı yazdı:
“Bismillâhirrahmânirrahîm!
Mısır Azîzi’nden, İsrâîl Ya’kûb’a;
Ey yaşlı kimse! Mektubun geldi. Okudum ve muhtevâsını anladım. Orada sâlih babalarından bahsedip her birinin belâlara dûçâr olduklarını ve sabrettiklerini yazıyorsun. Onlar nasıl iptilâlara sabrettilerse, Sen de öyle sabret! Vesselâm!”
Ya’kûb -aleyhisselâm- bu cevâbı alınca:
“–Allâh’a yemîn ederim ki, bu bir melik mektubu değil, bir peygamber mektubudur. Ve bunu yazan, olsa olsa Yûsuf’tur.” diyerek oğullarını mes’elenin aslını öğrenmeleri için tekrar Mısır’a gönderdi. Oğulları da hemen yola çıktılar:
فَلَمَّا دَخَلُواْ عَلَيْهِ قَالُواْ يَا أَيُّهَا الْعَزِيزُ مَسَّنَا وَأَهْلَنَا الضُّرُّ وَجِئْنَا بِبِضَاعَةٍ مُّزْجَاةٍ فَأَوْفِ لَنَا الْكَيْلَ وَتَصَدَّقْ عَلَيْنَا إِنَّ اللّهَ يَجْزِي الْمُتَصَدِّقِينَ
(88)
قَالَ هَلْ عَلِمْتُم مَّا فَعَلْتُم بِيُوسُفَ وَأَخِيهِ إِذْ أَنتُمْ جَاهِلُونَ
(89)
(Onlar Mısır’a varıp) Yûsuf’un huzûruna girdiklerinde dediler ki:
«–Ey Azîz! Bizi de, çoluk çocuğumuzu da kıtlık bastı, biz bu sefer pek az bir meblâğ getirebildik. Lütfen bize tahsîsâtımızı yine tam ölçek ver, ayrıca sadaka da ihsân eyle. Şüphesiz ki Allâh tasadduk edenleri fazlasıyla mükâfatlandırır.»
(Yûsuf) dedi ki:
«–Siz, câhilliğiniz döneminde Yûsuf ile kardeşine yaptığınız muâmeleyi elbette biliyorsunuz, değil mi?»” (Yûsuf, 88-89)
Tefsîrlerde ifâde edildiğine göre, Hazret-i Yûsuf’u kuyuya atan kardeşleri, en küçük kardeşleri olan Bünyamin’e de dâimâ hakâret ve eziyet ederlerdi.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder