23 Nisan 2010 Cuma

ÇOCUK

Doğumundan bülûğ yaşına kadar insan yavrusu, evlât.

Allah'u Teâlâ Hz. Âdem (a.s.)'e bizzat hayat verdikten sonra, muayyen bir yolla erkekle kadının birleşmesi, erkek ve dişideki sperm denen canlı hücrelerin birbirleriyle buluşması yoluyla insanın yaratılışının devamlı olarak tekrarını murad etti. Erkek ve kadının birleşmesi tamamlanınca, insan yaratılışının sebebi olan olay da tamamlanıyor.

İnsanlar, işte bu birleşme ile nesillerini devam ettiriyorlar. İslâm bu birleşme için bir ölçü koymuştur. Bu ölçü de nikâhtır. Nikâhdan maksat da, her canlı için gerekli olan neslin devamını sağlamaktır. İnsandaki devamlılığın gayesi ise, Allah'a ibadet ve dünyayı Allah için imar ederek insanların yardımına koşmaktır. Bu, esas gaye olunca çocuk ve nesil arzusu, salih ve hayırlı bir neslin talep edilmesini gerektirmektedir.


Kur'ân-ı Kerîm'de çocuk arzusu ile ilgili âyetlerde bu hayırlı ve salih çocuk meselesine her seferinde ayrı ve tevhidî bir önem verilir:

Onlar ki: "-Ey Rabbimiz, bize zevcelerimizden ve nesillerimizden gözlerimizin bebeği olarak (salih insanlar) ihsan et, bizi takva sahiplerine rehber kıl derler" (el-Furkan, 25/74)

Bu âyette çocuk kelimesi yerine "gözbebeği gibi kıymetli" anlamında "kurretu aynin" kelimesi kullanılmıştır. Bu ise arzularımıza uygun, ve gerçekten Allah'tan korkan takva sahibi bir nesil demektir.

İstenmesi gereken neslin ana vasıfları, başka âyetlerde de kaydedilmiştir: "Ya Rabbi, bana kendi katından temiz bir soy bahşet. Doğrusu sen duayı işitirsin. " (Ali İmrân, 3/38)

Bu âyette istenecek neslin "temiz" olduğu belirtilmektedir. Mümin, ancak temiz bir nesil talebinde bulunur. Bu dua, Zekeriyya (a.s.)'ın duasıdır.

"Ey Rabbimiz, ikimizi de sana teslimiyette sabit kıl. Soyumuzdan da müslüman bir ümmet yetiştir. " (el-Bakara, 2/128)

"Müslüman nesil" isteğini dile getiren İbrahim ve İsmail (a.s.) bize bu bakımdan birer örnektirler. Ayrıca Cenâb-ı Allah bize: "İbrahim ve onunla birlikte olanlarda sizin için uyulacak güzel örnekler vardır" (el-Mümtehine, 60/4). buyurmaktadır.

Kur'ân-ı Kerîm'de, elde edilecek çocuk ve arkadan gelen nesille alâkalı olarak yapılması gereken duayı öğretici mahiyetteki bir âyet, neslin "salih" olmasına dikkat çeker. Kırk yaşına basan kimsenin, yapması gereken dualar meyanında şöyle demesi istenir:

"Bana verdiğin gibi, soyuma da salâh ver. " (el-Ahkâf, 46/15).

Bu talepteki salâhtan, iyi amel üzere olan hayırlı nesil anlaşılacağı gibi, yaratılış yönünden bedeni sağlam, tam, kusursuz, sakat olmayan anlamı da çıkarılmaktadır.

Hz. Âişe validemize bir doğum haberi ulaşınca, kız mı erkek mi diye hiç sormayıp, "Yaratılışı tamam mı?" diye sorduğu; "Evet!" cevabı alınca da, "Âlemlerin Rabbine hamdolsun" diye dua ettiği bilinmektedir. Hz. Âdem (a.s.) ve Havva validemiz de zaten bu şekilde dua etmişlerdir:

"Bize salih, bedence kusursuz bir çocuk verirsen, and olsun ki, şükredenlerden oluruz" (el-Âraf, 7/189).

İhtiyarlığına rağmen kendisine Cenâb-ı Hakk'ın iki çocuk vermesi karşısında Hz. İbrahim (a.s.) şu duayı yapmıştır:

"İhtiyarlığıma rağmen bana İsmail'i ve İshak'ı bahşeden Allah'a hamd olsun. Doğrusu Rabbim duaları işitendir" (İbrahim, 14/39)

Bu teslimiyet içindeki bir baba Allah Teâlâ'ya şu niyazda bulunmaktadır:

"Rabbim, beni ve çocuklarımı namaz kılanlardan eyle. Duamı kabul buyur Rabbimiz" (İbrahim, 14/40)

Çocuk, babasının sırrı ve hususiyetlerinin sahibidir. Hayatı boyunca onun gözbebeği, ölümünden sonra da mevcudiyetini devam ettiren ve ebediliğe doğru götüren bir parçasıdır. Bütün hususiyetleri (iyi ve çirkinini) ondan âdeta miras yolu ile aktarır. Zira o, kalbinin bir parçasıdır. Bundan dolayı Allahu Teâlâ, neseplerin korunmasını, neslin tevhid üzre yetişmesini emretmiştir. Bunun için aile halkına, özellikle yeni yetişen çocuklara her şeyden önce öğretilmesi gereken şey, iman esasları ve bilhassa "tevhid" inancıdır. Yani Allah'ın varlığı ve sıfatlarıyla tanıtılması, hiç bir şekilde O'nun ortağı yardımcısı, O'na giden yolda aracının olmadığı, insanların O'nun hükümleri, emir ve yasaklarıyla yönetilmesi gerektiği inancıdır. Yaş ve idrak yönüyle bir şeyler öğrenme durumuna gelen bir çocuğa, öncelikle bu inanç kazandırılmalıdır. Nitekim bir kısım rivayetler, Rasûlullah (s.a.s.)'ın kendi yakınlarından bir çocuk konuşmaya başlar başlamaz çocuğa tevhîd'i öğrettiğini ve bu maksatla:

"Çocuk edinmeyen, mülkte ortağı olmayan, acizlikten ötürü bir yardımcısı da bulunmayan Allah'a hamd olsun..." (el-İsra, 17/111) âyetini okuduğu kaydedilmektedir.

Tevhidle birlikte, şirkin kötülüğü, batıllığı, şirke düşmenin ne büyük bir zulüm ve cinayet olduğu da, öncelikle öğretilmesi gereken bilgiler olmaktadır. Bu konuda Kur'ân'ın verdiği en güzel örnek Hz. Lokman (a.s.)'dır.

"Hani Lokman oğluna -ona öğüt verirken- şöyle demişti: "-Oğulcuğum, Allah'a ortak koşma. Çünkü Şirk büyük bir zulümdür" (Lokman, 31/13)

Hz. Nuh (a.s.) da kavmini Allah'a davet etmiş, davetini kabul ederek inanan insanları tufandan kurtulmaları için gemisine almış, bu arada öz oğlunun da inanarak gemiye binmesini istemişti. Ancak oğlu, inanmadığı için gemiye bilmeyerek, kendi helâkini kendi elleriyle hazırlamıştır. Şefkatinin eseri olarak oğlunun affedilmesi için; "Ya Rabb, oğlum benim ailemdendir. " diye dua etmiş, Allah da "Ey Nuh, o senin ailenden değildir, onun yaptığı yaramaz iştir" (Hûd, 11/42-46) buyurarak, evlâd olabilmek için sadece babanın sulbünden gelmiş olmanın yetmediğini; bilâkis babanın gösterdiği eğitimi ve akideyi kabul etmeyi gerektiğini vurgulamıştır.

Bir çok insan, evlâd sahibi olmayı toplum içerisinde bir iftihar vesîlesi (el-Hadid, 57/20) olarak düşünmüş, Allah'ın ebeveyne emaneti olan bu varlıklara İslâmî terbiye ve eğitimi vermediği için de, onları kendilerine adeta düşman yapmıştır. Allah, böyleleri için buyurmaktadır: "...Eşlerinizden ve çocuklarınızdan size düşman olanlar vardır, onlardan sakının " (et-Teğabun, 64/14). Gerçekte evlât, insan için bir imtihan vasıtasıdır. "Mal ve çocuklar birer fitnedir" (el-Enfâl, 8/28).

Peygamber de, (s.a.s.), bütün insanların, emri altındakilerin çobanı olduğunu ifade etmiştir. (Buharî, Cumua, 11)

Ebeveynin evlâda bırakacağı en güzel mirâs, hiç şüphesiz ki, onu güzel terbiye etmesidir (Tirmizî, Birr, 33). Güzel terbiye edilen Gocuk, ebeveyni için âhiret mutluluğunun sebebidir. Ölen insanın amel defteri kapandığı halde salih evlât bırakanın defteri kapanmaz; onun yaptığı hayırlı işlerden ebeveyn de mutlak fayda görür (Müslim, V, 73; Ahmed b. Hanbel, IV, 105).

Evlâdın ruh terbiyesine önem verildiği gibi, zamanın meşhur olan bilgilerinin de ona kazandırılması geçimini temin edebileceği helâl kazanç yollarının öğretilmesi gerekir.

Diğer taraftan, yine Kur'ân-ı Kerîm, rasûl inancı olmadan Allah'a inanmanın hiç bir değer ifade etmediğini, Allah'a inanmanın mutlaka rasûllere de inanmayı gerektirdiğini bildirir:

"Allah'ı ve Rasûlü'nü inkâr eden Allah ile rasûllerinin arasını ayırmak isteyen Bir kısmına inanıp, bir kısmını inkâr ederiz." diyerek, ikisi arasında bir yol tutmak isteyenler, kâfirlerdir. Kâfirlere ağır bir azap hazırlamışızdır. "Allah'a ve rasûllerine inanıp onlardan hiç birini ayırmayanlara, işte onlara, Allah ecrini verecektir. O, bağışlar ve merhamet eder" (en-Nisâ, 4/150-152).

İslâm, çocuğun göstereceği kabiliyete göre yönlendirilmesini müminlere tavsiye eder. Bu konuda İbn Kayyim el-Cevziyye şu görüşe yer vermektedir:

"Eğer baba, çocukta iyi bir anlayış, sıhhatli bir idrak, kuvvetli bir hâfıza ve yeterli bir kavrayış keşfederse onu ilme teşvik etmelidir. Zira, bu vasıflar ilmi kolayca kabul için çocukta fıtrî bir kâbiliyetin varlığına delildir. Bunun aksine, çocukta mesleklerden birine yönelik bir kâbiliyet ve heves görürse ve meslek de mübah ve insanlar için faydalı bir meslekse, Gocuğu o sahada yetiştirmesi gerekir" (İbn Kayyim el-Cevziyye, Tuhfetu'l-Mevdud fi Ahkâmu'l Mevlud, 144-145).

Kur'ân-ı Kerim'de öğretim ve terbiye konularıyla ilgili olarak erkek ve kız çocuklar arasında herhangi bir ayırım açık olarak gelmiş değildir. Eğitimle ilgili hükümler; kız ve erkek, her iki cins için de aynıdır. Ancak, özellikle cinslerin eğitimi ile ilgili bir çok bahsin kadın ve erkek, her iki cinste de ayrı ayrı ele alınarak tebliğ edilmiş olması; âyetlerin açık olan hükümlerinin yanında, cinslerle alâkalı bilgilerin, onlarla çeşitli şekilde ilgilenilmesi gerektiğini müminlere hatırlatmak içindir:

"...Mahrem yerlerini, henüz anlamayan çocuklardan başkasına göstermesinler. Gizledikleri süslerin bilinmesi için ayaklarını yere vurmasınlar... " (en-Nur, 24/31).

"Ey Nebî, eşlerine, kızlarına ve müminlerin kadınlarına dışarı çıkarken üstlerine cilbablarını almalarını söyle. Bu, onların hür ve namuslu bilinmelerini ve bundan dolayı incitilmemelerini sağlar. Allah bağışlar ve merhamet eder" (el-Ahzâb, 33/59).

Çocukların, iki cinsi arasındaki terbiyenin çeşitliliği hadislerle ve sünnet ile daha açık olarak gösterilmiştir. Onların cinsiyetlerinin farklı oluşu sebebi ile eğitimlerinin farklılığı tabii karşılanırken, ikisine de eşit davranmak emredilmiştir.

Âdil ismi ile muttasıf olan Allah, kullarına karşı adil olduğu gibi, kullarının da birbirlerine karşı adaletli davranmalarını ve iyilikte bulunmalarını emretmektedir (en-Nahl, 16/90). Bu ilâhî emir, aynı zamanda ana-babanın evlâdına karşı göstereceği ilginin de esasını teşkil etmektedir. Ebeveyn tarafından çocuklar arasında gösterilecek adaletli muamele, saygınlıklarının artmasına vesîle olur. İslâm âdabı kız veya erkek çocuklar arasında ayırım yapmayı hoş görmemektedir. Öyle ki, gönül işi olan sevgide bile her iki tarafı eşit tutmayı öngörmektedir. Ebû Hüreyre'den rivayet edilen şu hadis bunun açık bir delilidir:

"Peygamber (s.a.s.)'in yanına bir adam gelmişti. Yanında da bir çocuk vardı. Adam çocuğu öpmeye başlayınca Peygamber, "Ona acıyor musun?" dedi. Adam "Evet" deyince Rasülullah Şöyle buyurdu: "Çocuğa olan şefkatinle sen de Allah'ın merhametine lâyıksın. Çünkü Allah, merhametlilerin en merhametlisidir. "

Hz. enes'in rivayetinde ise şu ilâve vardır: "Adam çocuğunu öpüp dizine oturttu. Derken bir de kızı geldi. Onu da önüne oturtunca Rasûlullah (s.a.s.) "Aralarında eşit muamele yapacak mısın?"diye ikazda bulundu." (Buharî, Edeb, 12-13)

Kız çocuklarına bakma ve onları yetiştirme konusunda Hz. Peygamber (s.a.s.) şöyle buyurmaktadır: "Kim üç kızı olur da bunlara sabrederse ve varlığından onlara giydirirse, ona ateşten koruyucu bir perde olurlar" (İbn-i Mâce, Edeb, 3) "Kimin üç kızı yahut üç kız kardeşi olur da onlara iyi muamele ederse muhakkak Cennet'e girer" (Ebû Dâvüd, Edeb, 130). Hz. Peygamber (s.a.s.) Sürekâ İbn Cu'şüm'e şöyle dedi: "Sana sadakaların en büyüğünü göstereyim mi?" Sürakâ: "-Evet yâ Rasûlullah" dedi. Peygamber (s.a.s.) de: "(Boşanmak veya kocası ölmek suretiyle) sana dönmüş olan, senden başka geçindiricisi olmayan kızındır" (İbn Mâce, Edeb, 3)

Enes b. Mâlik'ten rivayetle Hz. Peygamber (s.a.s.)'in şöyle dediği rivayet edilmiştir: "Her kim bülûğ çağına ulaşmalarına kadar iki kız çocuğunun bakımlarını, nafakalarını, terbiye ve yetiştirilmelerini üzerine alır, yerine getirirse o kimse kıyamet gününde benimle beraber (şöyle) gelecektir." buyurmuş ve parmaklarını birbirine yanaştırıp kavuşturmuştur (Müslim, el-Birr Ve's-Sıla Ve'l-âdab, 149)

Evlâda karşı sevgi ve şefkat, fıtrî bir duygudur. Bu konuda genellikle adaletsiz davranılması pek olağan bir hadise değildir. Ancak, hayatta bulunan ebeveynin mal konusunda evlâdından bir kısmını diğerine tercihi mümkündür. İslâm fıkhında çocuklardan bir kısmına mal hibe etme konusu özetle şöyle kaydedilir:

"Bir kimse, sağlığında kendi malını dilediği bir kimseye bağışlayabildiği gibi; bu malı çocuklarından herhangi birine de bağışlayabilir. Ancak, bu durum adalete aykırı olacağından harama yakın bir kerahattir. Çocuklardan bir kısmını diğerine tercih etmek, kardeşler arasında düşmanlığa ve soğukluğa sebep olur. Hatta mîrasta erkek kardeşinden daha az alacak olan kız bile, bağışlamada diğer kardeşleriyle eşit miktarda tutulmalıdır. Hanefî mezhebine göre fetva böyle verilmiştir. Ancak, Mütekaddimîn denen ilk devir İslâm âlimleri, çocuklardan bir kısmı cahil, fâsık da olsalar, takva sahibi ve edepli olan diğer kardeşlerini bunlara mal ile tercih etmenin uygun olmadığını söylerken; Müteahhirîn denen son devir İslâm âlimleri takva ve edep sahibi evlâdı diğerlerine tercih etmenin mümkün olduğunu söylemişlerdir. Bir hadiste Hz. Peygamber (s.a.s.): "Allah'tan korkunuz, evlâdınız arasında adalete riayet ediniz." buyurur. Diğer bir hadiste: "Ey ashabım ve ümmetim, Atıyye ve hibede çocuklar arasında eşitliğe riâyet ediniz. Ben, evlâttan birisini üstün görecek olsaydım kadınları üstün görür ve tercih ederdim." buyurur. Bir diğer hadiste ise: "Çocuklarınızın arasında adaletli olun. Çocuklarınızın arasında adaletli olun. çocuklarınızın arasında adaletli olun." buyurur (Buhârî, Hibe, 12-13; Müslim, Hibât, 13; Ebû Dâvud, Büyû 83; Ahmed b. Hanbel, IV, 275, 278).

Bu hadisin vürûdu şöyledir: Beşir b. Sa'd el-Ensârî'nin karısı, oğlu Nu'man b. Beşir'e, köle, bahçe ve benzeri malî bir yardımda bulunarak onu diğer çocuklarından ayırmasını ve bu bağışı belgelendirmek için Rasûlullah (s.a.s.)'ın şahit olmasını kocasından istemişti. Bunun üzerine Beşir, Rasûlullah (s.a.s.)'a gitmiş ve aralarında şu konuşma geçmiştir:

"-Yâ Rasûlullah, Revaha kızı Amre (kendi karısı) oğluna kölemi bağışlamamı benden istedi."

"-Onun kardeşleri var mı?"

"-Evet!"

"-Buna verdiğin gibi diğerlerine de verdin mi?" "-Hayır!"

"-Bu doğru değildir. Ben de doğru olmayan şeye şahit olmam. "

Ebû Davûd'un rivayetinde Rasûlullah (s.a.s.) şu cevabı vermiştir:

"-Haksızlığa beni Şahit tutma. Sana iyilik etmeleri yönünden çocukların üzerinde senin hakkın olduğu gibi, aralarında adaletli olman için de senin üzerinde onların hakları vardır."

"-Allah'dan korkunuz ve çocukların arasında adaletli olunuz" (Ebû Davud, Büyû 83).

İmam Muhammed ve diğer bazı fakihler, ebeveynin çocuklara vereceği hibe konusunda miras nispetinin nazara alınması; oğullara iki, kızlara bir nisbetinde verilmesi gerektiğini, adaletin böyle yerine geleceğini söylemişlerdir. Mirasta olduğu gibi hediyede de erkeğin, kızın alacağından iki misli alması, erkeğin, aile ve çocukların nafakalarını temin ile mükellef olmasındandır.

İmam Mâlik ve İmam Leys ile İmam Sevrî'ye göre; evlât arasında bazılarını tercihen bir malı hibe etmek caizdir. Ancak İmam Mâlik, malın tümünün değil, malın bir kısmının bağışlanabileceğini belirtir. Hepsini bağışlamak caiz değildir.

Şafiîlere göre; tercihe şayan görüş, bağışlanacak malın kadın-erkek arasında ayırım yapılmaksızın eşit ölçüde bağışlanmasıdır. Bir görüşe göre de, mirastaki hisse nispetinde bağışlanır.

Hanbelî fakîhlere göre; bağışın evlât arasında, mirastaki hisseleri oranında yapılması gerekir. Çocuğun evlendirilmesinde de diğerlerinin izni olmaksızın fazla masrafta bulunmamalı veya diğerlerine de aynı ölçüde masraf yaparak eşitliği sağlamalıdır. Nafaka ve giyim hususunda ihtiyaç miktarı nazarı itibara alınır. Fakat, İmam Ahmed'den bir rivayete göre; bir kimse, çocuklarından, ihtiyaç sahibi olan aile fertlerinin çokluğu yahut ilim ile meşgul olması gibi sebeplerden dolayı, birini veya bir kısmını, fâsık ve malını kötü yolda sarf edecek olan diğer çocuklarına tercih eder ve onlara mal hibe edebilir. Bu caizdir. Diğer akrabaya hibe konusunda ise eşitlik şartı aranmaz.

Zâhiriyye mezhebi âlimlerince, bir kimsenin evlâdından yalnız birine hibe ve tasaddukta bulunması helâl değildir. Erkek çocuğunu kız çocuğuna tercih etmesi de helâl değildir. Diğerlerine de aynı ölçüde hibede bulunması gerekir. Bu durum, iyilik kabilinden yapılan hibelerde de geçerlidir.

Bir baba hayatta iken, evlâdından birine, meselâ oğluna, tasarrufta bulunmak üzere bir miktar mal vermiş ve bu mal tasarruf neticesi artmış ise; artan bu malın aslı hibe yoluyla verilmişse, o, erkeğin olur; ticaret kasdıyla verilmişse, bütün vârisler o maldan hak alabilirler. Zira, artan mal, babanın malından artmış demektir (Ö. N. Bilmen, Hukuk-u İslâmiyye ve Istılahat-ı Fıkhiyye Kamusu, IV, 274).

İslâm'a göre hiç bir çocuk korumasız değildir. İster soyu sopu belli, ister yakın bir akrabası bulunsun veya bulunmasın her çocuk, İslâm hukuku bakımından koruma altındadır. Nitekim, her hangi bir çocuğu bulan bir kimsenin, -eğer bu çocuk başkasını görme ihtimali olmadığı için helâk olacak durumda ise- onu alması farz-ı ayındır; almadığı takdirde günahkâr olur. Çocuğu bulanın kendisi bakmak istemediği takdirde ona bakacak birini bulmak, İslâm devleti veya devletin gösterdiği müesseseye ait bir görevdir.

Bulunan çocuğun bakımıyla ilgili bir çok ihtilâflı meseleyi mahkemeler de çözüme kavuşturur. Hâkim, herhangi bir kişiyi nafaka ödemeye mecbur edebilir.

Çocuğun yeme, içme, giyinme, temizlenme, istinca işlerini kendi kendine yapabileceği yaşa kadar kız olsun, erkek olsun çocuğun bakımı anneye aittir. Bu yaştan sonra erkeklerde bülûğ*; kızlarda hayız* yaşına kadar ki terbiye, Hanefi fıkhına göre erkekte babaya; kızda anneye aittir. Şâfiîlerde ise bu bakım çocuğun isteğine bağlıdır. Bu mesele, boşanma ile ilgili durumlarda ortaya çıkar. Anne öldüğü veya yeniden evlendiği takdirde, çocuğa aşağıdaki sıraya göre anne veya baba tarafından bir kadın akrabası bakar:

a) Annenin annesi; bu da ölse veya evlense;

b) Babanın annesi; bu da ölse veya evlense;

c) Anne-baba bir kızkardeş; bu da ölse veya evlense;

d) Anne bir kızkardeş; bu da ölse veya evlense;

e) Anne-Baba bir kızkardeşin kızı; bu da ölse veya evlense;

f) Anne bir kızkardeşin kızı; bu da ölse veya evlense...

Bu kadınlar, çocuğa mahrem olan bir akraba ile evlenecek otsa, -meselâ çocuğun annesinin amcası ile evlenmesi gibi- kadın bu durumda hidane hakkını kaybetmez. (Ayrıca bk. Hidane ve Yetim mad.).

Çocuğun nesebi ve babaya nispeti Ebu Nuaym'den Peygamberimizin (s.a.s.): "Sizi nesebinizden büyükbabanıza bağlayacak bilgileri öğrenin." ve "Her kim kendi babasından soyundan başkasına ve her köle ki, efendisinden bir başkasına kendisini nispet ederse, Allah'ın azabına uğrasın." buyurduğunu nakleder. (Buhârî, Tecrid-i Sarîh Tercümesi, IX, 214)

Sahih-i Müslim'de nakledilen hadislerde Hz. Peygamber'in (s.a.s.): "Bile bile babasından başkasının oğlu olduğunu iddia eden hiç bir adam yoktur ki, küfretmiş olmasın..." "Babalarınızı inkâr etmeyin. Zira her kim babasını inkâr ederse bu küfürdür."

"Her kim İslâm'da babası olmadığını bildiği halde babasından başkasına iddia ederse, ona Cennet haramdır. " buyurduğu ifade edilmektedir (Müslim, İmân, 61, 64).

Neseb, baba ve ana tarafından iştirak ve ittisal demektir. Neseb bi'ttûl, (babalar ile babaların ilânihaye babalarıyla oğullar ve oğulların ilânihaye oğulları arasındaki bağımlılık) ve neseb bi'l-arz (erkek kardeşler ile bunların oğulları ve amca oğulları arasında olan bağımlılık) olmak üzere iki çeşittir. Nesebin tespiti sosyal hayatın zarurî bir neticesidir. İnsanlık silsilesinin intizam içinde devamı, fertler arasında şefkat, yardımlaşma ve dayanışmanın ortaya çıkması, medeni bir çevrenin oluşması, ailevî ve iktisâdî ilerlemenin meydana gelmesi; nesebin sabit olmasıyla mümkün olmaktadır. Bunun içindir ki nesebin sabit olması ilâhî bir rahmettir ve insanı hayvanattan ayıran özelliklerden biridir. Binaenaleyh nesebin muhafazası gerektiği gibi, nesebi inkâr veya sahih olmayan bir nesebi benimsemek de, din ve insanlık adına işlenen en büyük suçlardan biridir. Allah, nesebi muhafaza için nikâh akdini helâl kılarken, nesebi soysuzlaştırmaya vesile olan zinayı da haram kılmıştır (en-Nîsâ, 4/3, 4, 15, 25: el-İsrâ 16/3).

Bir çocuğun nesebi kendini doğuran kadından sabit olur. Fakat o çocuğun nesebinin bir erkeğe nispet edilebilmesi için, o erkek ile anası arasında sahih veya kısmen bu hükümde bulunan fasit bir nikâh ile veyahut cariyelik veya bir mazerete mebni şüphe ile cinsî bir yakınlaşmanın gerçekleşmesi esastır. Cinsî yakınlaşma neticesi meydana gelen hamilelik müddeti hakkında mezhepler arasında farklılıklar vardır. Hanefi mezhebine göre hamilelik müddetinin en azı altı ay en çoğu iki senedir. Diğer üç mezhebe göre ise bu müddetin en azı altı ay, en çoğu ise dört senedir. Bu müddet içerisinde doğan çocuk, kadının hamile kalmasına sebep olan erkeğe nispet edilir. Sahîh bir nikâh, hamilelik müddetinin başlangıcı kabul edilirken; fâsit bir nikâhta ise hamilelik müddetinin başlangıcı, karı-koca ilişkilerinin vukû bulduğu andır. Çocuğun nesebinin sübutu da bu ikrar tarihinden itibaren değerlendirilir. Nikâhlı bir kadının nikah akdinden altı ay veya daha sonra doğuracağı çocukların nesebi kocasından sabit olur. Bu kadınlar bu süre içinde boşanmış olsalar da nesebin kocaya aidiyeti değişmez. Lian* suretiyle meydana gelen ayrılmalarda da (kocanın ispat edememekle birlikte karısının zina ettiği iddiasında bulunmasıyla aralarında meydana gelen ayrılık) hamilelik müddetinde doğan çocuk yine kocaya isnad edilir.

Nikâh akdinden veya cinsi yakınlaşmadan itibaren hamilelik müddeti için müsait olmayan bir zamanda doğacak çocukların nesebi sabit olmaz. Ancak koca, çocuğun kendinden olduğunu iddia ederse, bu durumda çocuk kocaya nispet edilir. Batıl nikâh neticesi doğan çocuğun nesebi sabit olmaz. Müslüman ile kâfir karı kocanın nikâhları batıl olduğu için bunlardan doğacak çocukların nesebi sabit olmaz.

Bir kimse herhangi bir sebeple sokağa bırakılmış, anası babası bilinmeyen bir çocuğu korumak için alıp beslemiş olsa; bununla aralarında nesep sabit olmaz. Evlâtlık edinilen çocuğun nesebi, kendisine evlât edinen kimseye nispet edilemediği gibi evli veya bekâr bir kadının zina neticesi doğurduğu çocuk da kendisiyle zina eden erkeğe nispet edilemez.

Bir kimsenin nesebi ya ikrar ile veya deliller ile sabit olur (Ö. N. Bilmen, Hukûku İslâmiyye ve Istılahatı Fıkhıyye Kâmusu, II, 395-424).

Çocuk sevgisi Enes b. Mâlik'ten rivayet edilen bir hadiste o şöyle demiştir:

"İyâline karşı insanların Rasûlullah'tan daha şefkatlisini görmedim. Oğlu İbrahim'in Medine'nin bir kenarında oturan süt annesi vardı. Süt annenin kocası bir demirci idi. Rasûlullah (s.a.s.) ile birlikte oraya sık sık giderdik. Varınca, demircinin dumanla dolmuş evine girer, çocuğu kucaklar, öper, koklar, bir müddet sonra dönerdi." (Mecmauz-Zevâid, VIII, 155).

Rasûlullah (s.a.s.) herkesi çocuklarını öpmeye teşvik ederdi: "Çocuklarınızı öpün, zira her öpücük için size Cennet'te bir derece verilir. Melekler öpücüklerinizi sayarlar ve bunu sizin için yazarlar."

Torunlarını öpen Rasûlullah (s.a.s.)'ı Akra b. el-Hâbis yadırgayıp Rasûlullah'a şöyle demişti: "Benim on çocuğum var, hiç birini öpmedim."

Rasûlullah (s.a.s.) "Şefkatli olmayana merhamet edilmez." cevabı ile onu azarlamıştı (Buhârî, Edep, 18).

Bir gün bedevîler Rasûlullah'ı ziyaret ederler ve ona:

"-Çocuklarınızı öper misiniz?" diye bir soru sorarlar. Rasûlullah (s.a.s.),

"Evet " der.

Bedevîler:

"-Fakat biz Allah'a andolsun öpmeyiz." derler. Rasûlullah (s.a.s.):

"-Allah kalplerinizden merhameti çıkardı ise ben ne yapabilirim?" buyurmuştur.

Rasûlullah (s.a.s.)'ın çocuk sevgisi, sadece kendi çocuklarına karşı olmaktan daha çok, sevgiye muhtaç bütün çocuklara idi. Yine Enes b: Mâlik'ten rivayetle: "Onun çocuklara karşı insanların en müşfiği olduğu'' belirtilmiştir.

Buhârî'den gelen bir rivayette, Usâme b. Zeyd şöyle demiştir:

"Rasûlullah beni bir dizine, Hasan b. Ali'yi de diğer dizine oturtur, sonra ikimizi birden bağrına basar ve "Allah'ım bunlara merhamet et, çünkü ben bunlara merhametliyim" derdi" (Buhârî, Edep, 22, Ahmed b. Hanbel, V, 205).

Râbia b. el Haris de şöyle rivayet etmiştir.

"Babam beni, Abbas da oğlu Fadl'ı Rasûlullah'a gönderdi. Huzurlarına girdiğimiz zaman bizi sağlı sollu oturttu. Bizi öylesine kucakladı ki, daha kuvvetlisini görmedik."

Abdullah b. Selâm'ın oğlu Yusuf, Rasûlullah'ın kendisine Yusuf adını verdiğini ve kucağına oturtarak başını okşadığını söylüyor. (İbnü'l-esir el-İsâbe, I. 312)

Hz. Âişe, Peygamber (s.a.s.)'in evinde henüz küçük yaşta iken, kız arkadaşları gelir, birlikte oynarlardı. Hz. Peygamber eve gelince arkadaşları utanır ve köşelere kaçarlardı. Peygamber onları okşayarak Hz. Âişe'nin yanına gönderir, birlikte oynamalarına müsaade ederdi (Buhârî, Edep, 81). Peygamber, çocuklarla şakalaşır (Müslim, Âdâp, 30), hasta çocukları ziyarete giderdi. Kızı Zeynep'in çocuğunun hastalığında yanına gitmiş, onu bağrına basıp ağlamıştır. Yanında bulunan sahabeden Sa'd b. Ubade, "Ağlıyor musun? Halbuki sen Allah'ın Peygamberisin." deyince, Efendimiz (s.a.s.) "-Ben ona Şefkat duyduğumdan ağlıyorum. Allah kullarından ancak merhametli olanlara rahmet eder" buyurmuştur. Oğlu İbrahim'in ölümünde de yine ağlamış, onun ağlamasını garip karşılayanlara da aynı mânâda ifadeler kullanmıştır. (Buhârî, Cenâiz, 33: Müslim, Cenâiz,11; İbn Mâce, Cenâiz, 53)

Bütün bu hadîsler, Peygamber (s.a.s.)'in çocuklara karşı ne derece sevgi ve şefkat gösterdiğini ispat için yeterlidir. Ahlâkı Kur'ân olan Peygamber (s.a.s.)'in diğer hususlarda olduğu gibi, çocuklara karşı gösterdiği şefkat konusunda da gösterdiği örnekleri aynen tatbik ederek küçüklerimize sevgi ile kucak açmamız gerekir.

Rasûlullah (s.a.s.) çocuklarla haşir neşir olurlardı. Kendisiyle çocuklar arasında hiç bir engel bırakmazdı. Çocukların çekinip ürkmelerine sebebiyet verecek hiç bir davranışı olmamıştır. Hattâ bir Cuma hutbesinde minberden inerek onları kucaklamış, sonra yeniden minbere çıkarak hutbesini okumaya devam buyurmuşlardır.

O, çocukların serbestçe yanına girmelerine imkân tanımış, onlara rastlayınca selâm vermiş, hâl ve hatırlarını sormuş, hasta çocukları ziyaret etmiş, onlarla şakalaşmış, onlara isim takmıştır.

Çocukları gördüklerinde "Selam size çocuklar" diye hitab ediyordu.

Bir kısım âlimler çocuklara selâm vermeyi uygun görmemişlerse de, Hz. Peygamber'in çocuklara da selâm verilebileceğine delil olan hadisleri vardır. (Buhârî, Tecrid-i Sarih Tercümesi, 2015; Müslim, Selâm, 5) Küçüğün büyüğe; geçenin oturana; azın çoğa selâm vermesi emredilmiştir. Enes İbn Mâlik'in: "Rasûlullah (s.a.s.) birtakım erkek çocuklarının yanına uğrayıp onlara selâm vermiştir." dediği rivayet edilir. Enes b. Malik Hz. Peygamber'in çocuklara selâm verdiğini gördüğü için o da çocuklara selâm vermiş ve yanındakilere "Peygamber (s.a.s.) çocuklara bunu (selâm vermeyi) yapardı." demiştir (Buhârî, Edeb'ül-Müfret, Hadis no: 1043).

Çocuklara selâm vermekle onlara İslâm âdabı öğretilmiş olur ve buna alışkanlık kazandırılır. Çocukların kendilerine verilen selâma mukabelede bulunmaları vacip değildir. Çünkü büluğ çağına ermeyen çocuklar İslâmî emirlerle mükellef değildirler. Fakat bir çocuk, mükellef olan bir adama selâm verdiği takdirde buna karşılık vermek farzdır. Bir topluluğa selâm verilse, o topluluktan da bir çocuk selâma mukabelede bulunsa, cemaat adına bu mukabele yeterlidir. Anbese'nin rivâyet ettiğine göre İbn Ömer de mektepte çocuklara selâm vermiştir. Bu haber de çocuklara selâm vermenin örnek bir hareket olduğuna delil teşkil eder.

Peygamber (s.a.s.)'in çocuklara selâm vermesi bir mecburiyetten değil, O'nun tevazu ve bütün insanlara (mü'minlere) olan şefkatinin bir tezahürüdür.

Cengiz YAĞCl

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder